İlham kaynağı: Arap Baharı
Mathias Enard ve Shirin Neshat, 'Arap Baharı'nın izini süren yapıtlarıyla İstanbul'daydı.
cumhuriyet.com.trArap Baharı, yalnızca yaşandığı ülkelerin değil, dünyanın farklı yerlerinden halkları, siyasetçileri ve aydınları da yakından ilgilendiriyor. Hareket, son zamanlarda yazınsal ve sanatsal ürünlere de değişik biçimlerde yansıyor. “Hırsızlar Sokağı” adlı yapıtı Türkiye’de de yayımlanan Fransız yazar Mathias Enard geçenlerde bir söyleşi için İstanbul’daydı. İranlı sanatçı Shirin Neshat da “Yaslılar” adlı sergisinin Dirimart Galeri’deki, video yerleştirmelerinin de santralistanbul’daki açılışlarına katıldı. Enard’ın ve Neshat’ın yapıtları farklı yaklaşımlarla Arap Baharı’yla bağıntılıydı. Birbirlerinden tümüyle bağımsız bu iki ünlü ismi, yaptığımız söyleşilerle buluşturduk.
Mathias Enard: Ortadoğu bir kurban
Mathias Enard, geçen günlerde Can Yayınları’ndan çıkan son kitabı “Hırsızlar Sokağı”nda, Arap Baharı’nın çevresinde biçimlenen bir aşk öyküsünü konu alıyor. Gerisini ondan dinliyoruz.
- “Hırsızlar Sokağı”nda ne anlatıyorsunuz?
Kahramanım Lakhdar, kuzenine âşık olduğunda ailesi tarafından dışlanınca dünyayı öğrenmeye, gerçekten yaşamaya başlar. Suçluluk ve ezilmişlik duygusunu kanıksamışken bir gün karşısına bir Avrupalı kadın çıkar. Kadın, Arapça öğrenmek isteyen bir Avrupalı gibi görünse de Lakhdar için bir hayalin vücuda gelmiş halidir. O ana kadar Fas’ta, vahşet ve vahşetten kaçmak arasında sıkışıp kalmış işsiz, çaresiz bir adamdan ibaretken âşık bir adama dönüşür. Bu biraz da onun değişime duyduğu aşktır.
- Arap Baharı olgusu, bir edebiyatçı gözüyle bugün ne ifade ediyor?
Arap Baharı ülkeden ülkeye değişen bir olgu. Ben aslında buna “Arap Baharı” denmesinden hiçbir zaman hoşlanmadım. Çünkü 1968’de Prag’da yaşananlara gönderme yapıp aynı oyunu kurmayı, Tunus, Libya ve Mısır’ı aynı kefeye koymayı deniyorlar.
Ama biz yeni bir çağın eşiğindeyiz! Bu ülkeler “hiç”ten yeni bir düzen inşa edecek. Artık diktatörlük söz konusu değil ama gerçek anlamda demokrasi de yok. Kamusallaşma, yeni bir parlamentonun kurulması ve yeni bir anayasa gibi esas düzenlemeler halen beklemede ve kesinlikle yapacak çok şey var.
- Sizce Arap Baharı’nın başlamasında bu ülkelerde yaşayan aydın kesimin ne kadar etkisi oldu? Bu devrimin, eğer bu şekilde tanımlıyorsanız, kültürel bir boyutu da var mı?
Bu kesinlikle çok güzel bir soru, çünkü ben de bu hareketin aydınların başı çektiği bir devrim olduğunu düşünüyorum. Örneğin Mısırlı yazar Ala El Asvani’nin yaşananları dakikası dakikasına aktaran günlüklerini hatırlıyorum.
Peki, yaşanan her şey kültürel bir devrime dönüşecek mi? Bunu henüz bilemiyorum, çünkü kültürde nelerin değişeceğini şimdiden söylemek benim açımdan olanaksız!
- Siz Fransa vatandaşı bir yazarsınız. Avrupalı gözüyle Ortadoğu’nun tarihte hep kanayan yara durumunda olmasını ne gibi etkenlerle ilişkilendiriyorsunuz?
Ben Ortadoğu’nun bir kurban olduğunu düşünüyorum. Tarihte olduğu gibi bugün de diğer ülkelerin çıkarları uğruna kurban ediliyor. Aslında bu bölgede de demokrasi olabilirdi ama hiçbir zaman olamadı, çünkü Akdeniz’e kıyısı olup eski Osmanlı, Rusya ve Avrupa kolonilerinin arasında kalarak sömürülmeye açık bir alanda var oldu.
Bu konum, ne yazık ki barış içinde bir hayata olanak tanımadı. Şimdi gördüğümüz, I. Dünya Savaşı’nın sonuyla biten ve tüm yüzyıla yayılan koloniciliğin çöktüğü bir süreç. Kartlar yeniden açıldı!
Shirin Neshat: Savaşı kaybettik
1999’dan bu yana New York’ta yaşayan İranlı sanatçı Shirin Neshat dünyada ve Türkiye’de ilk kez sergilenen “Mourners” (“Yaslılar”) başlığı altındaki eserleriyle Dirimart Galeri’de. Sanatçının “Turbulent”, “Rapture” ve “OverRuled” başlıklı video yerleştirmeleri ise santralistanbul’da izleyiciyle buluşuyor.
Neshat, Farsça el yazısı ile müdahalede bulunduğu siyahbeyaz portrelerinde, izleyiciyi, baskıcı yönetimler ve gizli bir şiddetle fazlasıyla politize edilmiş bir coğrafyaya ait insan bedenlerinin maruz kaldığı hegemonya mücadelesiyle yüzleştiriyor.
- Serginizin başlığı “Yaslılar”. Neden?
Firdevsi’nin Pers tarihini anlatan epiği “Şehname”den yola çıkan “The Book of Kings” serisine ait “Mourners” dizisi, Mısır’da Mübarek rejimine yönelik isyanın ardından hedeflenen özgürlük ve demokrasi vaatlerine ulaşamamış olan Kahire’nin yoksul semtlerinden bireylerin portrelerinden oluşuyor.
Bu fotoğrafları çekmek için Kahire’ye giderek yoksul semtlerdeki insanlarla konuştum. Bu insanlar sıradan insanlardı ama hepsinin ortak acısı vardı, hepsinin bir kaybı vardı. Kimi kızını, kimi babasını kaybetmişti ve yaslıydı. Onları arkadaşımın atölyesine davet ettim, hikâyelerini dinleyip fotoğraflarını çektim.
- Neden sergiyi ilk kez Türkiye’de açtınız?
Türkiye’de daha önce bir sergi açmamıştım, yalnızca 4. İstanbul Bienali’nde yer almıştım. Türkiye’nin benim için özel bir anlamı var, çünkü her şeyden önce ailemle burada buluşuyorum.
Türkiye’nin şu anki halini İran İslam devrimi öncesine çok benzetiyorum. Bir bölüm modern değerler için mücadele veriyor, bir bölüm de İslami değerler için. Bence biz savaşı kaybettik, ama Türkiye güzel bir şekilde götürüyor.
- Arap Baharı sizin için bugün ne anlam ifade ediyor?
Fotoğraflar için Kahire’ye gittiğimde, demokrasi ve güç için savaşan genç insanların enerjisini gördüm. O dönem devrim yeni başlıyordu ve çok esin vericiydi. Bize, hepimize birliktelik duygusu verdi.
Ama üzücü yanı, sonuçta yenilgi gerçekleşti. İnsanlarda bıkkınlık ve mutsuzluk oluştu. Arap Baharı süresince çok fazla insan hayatını kaybetti ve bu aynı zamanda umudun ölümüydü. Bu benim için de üzücü bir sonuç oldu.
- Kendinizi İranlı kadınların sesi olarak görüyor musunuz?
Hayır, İran’da yaşamayan bir sanatçı olarak bunu söylemem doğru olmaz. Ama şunu çekinmeden söyleyebilirim ki benim sanatım melezdir, izleyicim birbirinden farklı kesimlerdendir. Bence sanat zamansız ve evrenseldir, ben de bunu yerine getirmeye çalışıyorum. İnsanın bu dünyadaki deneyimini yansıtmaya çalışıyorum.
Diğer yandan benden İslam hakkında ya da İran’ın politik durumu hakkında üretmem yönünde bir beklenti de oluyor Batı’da. Oysa ben bir Çingeneyim ve geze geze üretiyorum, gördüklerimi sanatıma yansıtıyorum.