İkinci Ergenekon davasının 14. duruşması
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nde oluşturulan salonda görülen davanın bugünkü duruşmasında, emekli Albay Uğur, 51 sayfalık yazılı savunmasını yapmaya başladı.
cumhuriyet.com.trDuruşmaya, gazeteci Tuncay Özkan, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay ve eski Özel Harekat Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin'in de aralarında bulunduğu tutuklu 49 sanık katıldı.
Tutuklu yargılanan Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal, eski İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, emekli Tuğgeneral Levent Ersöz ve Durmuş Ali Özoğlu ise duruşmaya gelmedi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nde oluşturulan salondaki duruşmada, tutuksuz yargılanan emekli Orgeneral Hurşit Tolon ile Hüseyin Vural Vural, İlyas Çınar ve Emin Şirin de hazır bulundu.
Geçen duruşmada iddianamelerin okunması tamamlandığı için 20 Temmuz'da yargılanmalarına başlanan tutuklu sanıkların sorgu ve savunmalarının alınması aşamasına gelindi. Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, ikinci iddianamenin tutuklu sanıklarından emekli Albay Hasan Atilla Uğur'u, duruşma salonundaki kürsüye çağırdı. Kendisine yasal hakları hatırlatılan Uğur, slaytlar kullanarak savunmasını hazırladığını belirtti. Duruşma, Uğur'un savunmasını yapmasıyla devam ediyor.
Öte yandan duruşmaya, izleyici olarak İstanbul Şehit Anaları Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği Genel Başkanı Pakize Alp Akbaba'nın da aralarında bulunduğu bazı dernek üyeleri de katıldı.
Emekli Albay Uğur'un savunması
Davanın bugünkü duruşmasında, emekli Albay Uğur, 51 sayfalık yazılı savunmasını zaman zaman Power Point sunumundan da destek alarak yapmaya başladı. Meslek hayatını, terör örgütleriyle mücadele ile geçirdiğini ve terör örgütlerinin hedefi olan bir insan olarak, terörist suçlaması ile Türk adaletinin önünde bulunmaktan üzüntü duyduğunu ifade eden Uğur, ''Bu trajikomik linç kampanyası elbette bağımsız Türk yargısı önünde hak ettiği cevabı alacaktır. Ancak, bu süreçte benim, ailemin ve çevremdeki birçok insanın çektikleri rezilliklerin ve mağduriyetlerin hesabını kim ya da kimler verecektir?'' diye sordu.
Emekli Albay Uğur, 1979 yılında Kara Harp Okulundan mezun olduktan sonra, çeşitli kurs ve görevlerin ardından, Tunceli'nin Hozat ilçesinde komando bölük komutanı olarak görevlendirildiğini, o yıllarda bölgenin TİKKO ve DHKP-C terör örgütlerinin faaliyet alanlarında olduğunu ve kendisinin de bu örgütlerin ölüm listesinde yer aldığını söyledi.
'Terör örgütü elebaşı bana teslim edilmişti'
Sanık Uğur, 1993 yılında Kızıltepe Jandarma Komutanlığına atandığını, silah arkadaşlarıyla birlikte, emniyet ve yargı mensupları ile omuz omuza mücadeleye başladığını ifade ederek, şöyle devam etti: ''Kızıltepe halkının desteği ile bölücü terör örgütüne kısa zamanda büyük darbeler vurdum. Geçtiğim yollara mayınlar döşediler, pusular kurdular, ama yılmadım. Oturduğum lojmanı basıp roketlediler, eşimi ve çocuğumu banyo koridoruna yatırarak kurtardım, yine de geri adım atmadım. Terör örgütü, sözde GAP eyaletini lav etmek zorunda kaldı. Defalarca tehdit edildim, o dönemde adı Med TV olan televizyonlarında ve adı Özgür Gündem olan gazetelerinde sürekli hedef gösterildim. Yıllar sonra terörist başını İmralı Adası'nda sorguladığım dönemde kendisine 'sözde GAP eyaletini neden lav ettiğini' sorduğumda, 'Kızıltepe, Ceylanpınar ve Viranşehir bölgesi bizim için çok önemli idi. Zengindi, ayrıca katılımın en yoğun olduğu yerdi. Ama çok kayıp verip halkın desteği azalınca hesap sordum. Eyalet komutanı Kızıltepe'deki yüzbaşının halkı aleyhimize döndürerek kendilerine büyük darbeler vurduğunu söyleyince, o yüzbaşıyı bir şekilde giderin yani öldürün talimatı verdim, defalarca denediler, ama başaramadılar, ben de GAP eyaletini lav edip daha küçük ölçekli Ruha eyaletine bağladım' dedi. 1999 yılının Şubat ayında terörist başının sorgulanması görevini, devletim bana ve arkadaşlarıma verdi. Yıllardır ülkeme büyük zararlar veren, binlerce şehidin kanına giren, binlerce gazinin hayatını karartan, bölge halkına dünyayı zehir eden bölücü terör örgütünün elebaşı bana teslim edilmişti. Elbette bu büyük bir onurdu. İmralı'daki görevimi de başarı ile tamamladım. Daha sonra terörist başının, avukatlarına defalarca 'Beni sorgulayan kim, adını öğrenin' şeklinde talimatlar verdiği bilgisini aldım. Devletim ve şahsım, bu konuyu yaklaşık 10 yıl gizli tutmayı başardık. Ta ki bu dava ile gözaltına alınıncaya kadar bu konu gizli kalabildi. Ciddi devlet anlayışının da gereği zaten buydu. Ancak bu gözaltından sonra tamamen deşifre oldum.''
Emekli Albay Hasan Atilla Uğur, yargılanmasının sebebinin DHKP-C, PKK ve Hizbullah terör örgütlerine vurduğu darbeler olduğunu öne sürerek, emekli olduktan sonra savunma sanayi alanında eşinin adına şirket kurduğunu ve tanıdığı emekli astsubay ve emekli bankacı arkadaşlarıyla birlikte çalışmaya başladıklarını, arkadaşlarına maaş bile veremediğini, bu nedenle 6 ay sonra şirketi kapattıklarını söyledi.
'Verilen suç teşkil etmediği sürece yapılır'
13 yıldır özel koruma statüsünde olduğunu ve 2002 yılında Jandarma Genel Komutanlığı Teknik İstihbarat Daire Başkanlığı görevine atandığını belirten Uğur, savunmasına şöyle devam etti: ''2002 yılında mülkiye müfettişi Refik Ali Uçarcı, İstihbarat Başkanı Tuğgeneral Halil Helvacıoğlu tarafından, birtakım yolsuzluklarla ilgili bilgi vermek amacı ile bana gönderilmiş bir kişidir, kendisinin uzunca anlatımları emirle kayda alınmış ve resmi üst yazı ile istihbarat başkanlığına sunulmuştur. Ayrıca dönemin Keçiören Belediye Başkanı ile yaptığım görüşme, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'un emirleri ile aslında İstihbarat Başkanı Tuğgeneral Levent Ersöz tarafından yapılması gereken fakat kendisi o gün karargahta bulunmadığı için benim tarafımdan yapılan görüşmedir. Ancak bu görüşmeyi iddianameden okuduğumda, araya abuk sabuk cümle ve kelimeler sıkıştırıldığını gördüm. Verilen emir, suç teşkil etmediği sürece yapılır. Verilen emirlerin amacı ve niyeti ast tarafından komutana sorulamaz. Askerliğini yapan herkes bunu bilir.''
Kendisine isnat edilen suçun, ''Silahlı terör örgütü yönetmek'' olduğunu hatırlatan Uğur, şunları söyledi: ''Örgüt, soyut bir birleşme değildir, bünyesinde hiyerarşik bir ilişki olmalıdır. Bu hiyerarşik ilişki dolayısı ile örgütün, mensupları üzerinde hakimiyet tesis eden bir güç kaynağı niteliğini taşıması gerekmektedir. Örgütün varlığı için, suç işlemek amacı etrafındaki fiili birleşme olması gereklidir. Örgütün niteliği itibarı ile devamlılık arz etmesi gerekmektir. Kurulduğu iddia edilen örgütün, bana isnat edilen 'Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme' eylemlerini gerçekleştirebilecek üye sayısına, araç ve gerece sahip olması ve kurulduğu iddia edilen örgütün amacının bu suçları işlemek olması ve benim de bu örgütün üyesi veya yöneticisi olmam gerekmektedir. Ben 2003-2004 yıllarında iki ayrı istihbarat başkanının ve iki ayrı Jandarma Genel Komutanının emrinde, kanun, yönetmelik ve yönergelerde açıkça belirtilen görevleri yapmakla yükümlüydüm ve yaptığım kutsal yemine bağlı kalarak, bana verilen görevleri yapmaya gayret ettim. Eğer benim bir istihbarat görevlisi olmam, kamu hizmetinin gereği olarak hiyerarşik yapı içerisinde bulunmam, örgüt üyeliği veya örgüt yöneticiliğine gerekçe gösterilecekse, Jandarma Genel Komutanlığı, dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin, örgütü oluşturması ve mensuplarının da üye veya yöneticileri olması gerekir. Yani örgüt varsa, bütün Jandarma Genel Komutanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının tamamı üyelik ve yöneticilikten yargılanmalıdır. Mensubu olmaktan onur duyduğum Jandarma Genel Komutanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetlerini suça konu örgüt olarak nitelemek zaten başlı başına suç oluşturacaktır. Benim mensubu olduğum kutsal ocaktan başka, içerisinde bulunduğum bir örgüt yoktur.''
'İlk genel seçimlerde mutlaka TBMM'ye gireceğim'
Emekli Albay Hasan Atilla Uğur, ilk genel seçimlerde, nerede ve ne şartla olursa olsun TBMM'ye gireceğini ifade ederek, ''Çünkü terörle mücadele edebilmek için Mecliste olmak gerekiyor'' görüşünü dile getirdi. İddianamedeki kendisiyle ilgili suçlamaları tek tek açıklayan Uğur, cebir ve şiddet kullandığına dair bir emare ve delilin olmadığını söyledi.
Silahlı isyana tahrike ait en ufak bir delilin de bulunmadığını ifade eden Uğur, devletin emrinde görev yapan bir teşkilatın mensubu olarak, hükümete karşı halkı silahlı isyana tahrik ettiğinin düşünülmüş olmasının bile bütün manevi değerlerine saldırı olduğunu kaydetti.
Hasan Atilla Uğur, kendisine ait biri 7,65 milimetre, diğerleri 9 milimetre çapında olmak üzere 4 adet taşıma ruhsatlı tabancası ve bir adet zoralımdan Jandarma Genel Komutanlığı aracılığı ile aldığı yivsiz av tüfeği bulunduğunu belirterek, ''Terörle mücadele yıllarından kalma, hatıra olarak sakladığım ve çoğu ek klasörlerdeki kriminal laboratuvar kayıtlarından da anlaşılacağı üzere büyük bir kısmı oksitlenmiş, yani paslanmış 23 adet 7,62 milimetre ve bir miktar 9,65 milimetre fişeğin dışında hemen hepsi tabancalarıma ait fişeklerdir. Benim ruhsatı olmayan silahım yoktur'' diye konuştu. Kendisinin el konulan tankları, topları, patlayıcıları ve Kalaşnikofları olmadığını, üniversitede okuyan oğluna ait bilgisayarı, aile fotoğrafları, ruhsatlı silahlarına el konulduğunu kaydeden Uğur, bunların iadelerini istedi.
Kendisine aitmiş gibi gösterilen hiçbir CD ve belgeyi de kabul etmediğini belirterek, ek klasörlerde yaptığı incelemede, ele geçirildiği iddia edilen belgeler arasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı'na ait bir raporun da bulunduğunu gördüğünü, jandarma subayı olarak bu tür bir belgenin kendisinde bulunmasının mantıken mümkün olmadığını ifade eden Uğur, bunların aramayı yapanlar tarafından konulduğunu öne sürdü. Uğur, ''Ne muvazzaflık dönemimde ne de emekli olduktan sonra bana mevzuatla verilen görevlerin dışında ve herhangi bir şekilde, yasalar hilafına hareket ettim. Ben, devletimin atadığı bütün görevlerde yüksek bir azimle çalıştım. Yani atamalarda o görevlere tesadüfen ben atandım. Benim yerime başkası atansaydı, şu anda burada yargılanan o kişi olacaktı. Böyle tesadüfi bir örgüt oluşumunu, mantık kabul etmez. Bir suç örgütü, devletin resmi atamaları ile oluşamaz ve bizim devletimizin de böyle bir temayülü yoktur'' dedi.
'Uyuşturucu koyacak kadar yakın olsam çeker vururum'
''Aydos'' adlı gizli tanığın beyanlarının da doğru olmadığını belirten Uğur, teröristleri yakalamak için yemeklerine uyuşturucu koydurttuğu şeklindeki ifadelere dikkati çektikten sonra şunları söyledi: ''(Hasan Atilla Uğur, yüzüne tüküren gözlüklü Şehmuz kod adlı teröristin kafasına sıkarak öldürdü) şeklinde iddiada bulunulmuştur. Sayın Başkan, sanırım o bölgeleri bilen ve terörle mücadeleyi yaşamış bir insan olarak, okuduklarıma siz de gülmüşsünüzdür. Teröristler hakkında istihbari bilgi alan her güvenlik gücü komutanı, planlamasını yapar ve operasyonunu icra eder. Sanırım üçüncü sınıf komedi filmlerinde bile böyle bir senaryoya rastlanmaz. Teröristlerle, yemeklerine uyuşturucu koyacak kadar yakın olsam çeker vururum. Yani çatışmaya girer ne gerekiyorsa yaparım. Mardin Cumhuriyet Başsavcılığından gelen yazıda da bu gözlüklü Şehmuz ile yanındakinin çıkan çatışmada öldürüldüğü belirtiliyor.''
'Gizli tanık, Türk adaletini yanıltıyor'
Gizli tanık ''Aydos''un Türk adaletini yanılttığını ve terörle mücadeleye gölge düşürmek için birileri tarafından yönlendirildiğini savunan emekli Albay Uğur, ''Ben yıllarca terörle bire bir mücadele etmiş, yüzden fazla çatışmaya girmiş, kucağında şehit vermiş şerefli bir Türk subayı olarak sağ olarak ele geçen hiçbir teröristi katletmedim, katlettirmedim. Ben, mücadelemi personelimle birlikte yiğitçe, adam gibi ve dürüstçe verdim. Kaldı ki teslim olana ya da sağ olarak ele geçene fiske dahi vurulmaması Türk askerinin geleneğinde vardır'' diye konuştu.
İddianamede gizli tanık olarak yer aldığını öne sürdüğü terör örgütü yandaşlarının ifadelerine prim verildiğini ifade eden Uğur, hem gizli tanık Aydos hem de Kıskaç tarafından üzerine atılmak istenen iftiraların ''komik ve iğrenç olduğunu'' söyledi. Uğur, bu gizli tanıklar hakkında, suç uydurma ve yalan tanıklık suçlarından suç duyurusunda bulundu. İddianamede ısrarla, birkaç yerde ''Yörük'' kod adıyla bahsedilen kişinin, 30 yıllık okul ve silah arkadaşı olan Kayseri Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Ali Aydın olduğunu ve Aydın'ın halen aynı görevi yaptığını belirten Uğur, danışmanlık yaptığı şirketin sahibi B.G. ve onun şirket çalışanları ile yaptığı görüşmelerin dinleyenlerce ''örgüt delili'' olarak nitelendiğini kaydetti.
'Kapalı konuşmak beynime işlemiş'
Terör örgütlerinin hedefi durumunda olan özel koruma statüsünde bir insan olduğunu ifade eden Uğur, şöyle devam etti: ''Defalarca pusulardan kurtulmuşum, yıllarca istihbarat hizmetlerinde bulunmuşum, elbette telefon görüşmeleri dahil tüm yaşantımda dikkatli hareket edeceğim. Kapalı konuşmak yıllarca bulunduğum hizmetlerden dolayı beynime işlemiş. Kendi eşimle ve çocuklarımla bile böyle görüşüyorum. Kendisi de rakip firma ve devletlere karşı, telefon görüşmelerine ve gidip geldiği yerlere dikkat eden bir insandır. Devletin birçok üst düzey yöneticisinin bile dinlenmekten, takip edilmekten endişe ederek önlem aldığı bir ortamda B.G'nın da görüşmelerine dikkat etmesinden daha doğal ne olabilir. Örneğin telefonda (spagetti) demişim, hemen üstüne atlamışlar örgütsel delil diye. Savunma Sanayii Müsteşarlığının açtığı uydu projesi ihalesi ile ilgili İtalyan Tele Spazio Firmasından bahsediyorum. Bunun neresi örgütsel delildir?''
Gizli dinleme iddiaları
Tutuksuz sanıklardan emekli Orgeneral Tuncer Kılınç'ı bu davanın ardından tanıdığını belirten Uğur, kendisiyle ilgili suçlamalara dayanak gösterilen bazı elektronik postalara değindi. Uğur, elektronik postada, tutuklu sanıklardan emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün bilgisi dahilinde hükümet üyelerinin yasa dışı telefon dinlemelerini yaptırdığı iddiasının bulunduğunu anlattı.
Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığının yasa dışı dinleme ve takip yaptığına dair hiçbir delil, iz ve emare olmadığını vurgulayan Uğur, şöyle devam etti: ''Bu iddia tamamen uydurmadır. Ortada hiçbir delil yok, tamamen kanaate dayalı bir suçlama yapılmaktadır. Teknik merkez, TÜBİTAK ile birlikte çalışarak kurulmuş yüzde yüz milli bir ünitedir. Telefon dinlemeleri o tarihte yürürlükte olan 4422 sayılı yasa hükümlerine göre yapılmıştır. Yani adli görevi olan jandarma komutanlıklarınca cumhuriyet savcılıkları kanalı ile ilgili mahkemelerden alınan hakim kararları ile icra edilmiştir. İşi biten kayıtlar Cumhuriyet savcılarının talimatlarıyla imha edilmiş, ana merkezdeki kayıtlar da silinmiştir. Numara ve kendine has şifre ile belirlenmiş hiçbir operatörün yasa ve yönerge hilafına bir işlem yapması maddeten mümkün değildir. Elektronik korumalı teknik merkez odasının dışarısına herhangi bir hat çekerek başka bir yer, oda ya da makamda dinleme yapılması mümkün değildir. Yani maddeten merkezin dışında bir yerde dinleme yapılması mümkün değildir.''
Cumhuriyet Çalışma Grubu
Hasan Atilla Uğur, Cumhuriyet Çalışma Grubunda yer aldığı iddialarını da kabul etmedi.
Uğur, 2003-2004 yıllarında Teknik İstihbarat Daire Başkanı'yken emrinde çalıştıkları iddia edilen sanık Cihandar Hasanhanoğlu'nun başka bir dairenin başkanı olduğunu, tutuklu sanık Mustafa Koç'un ise onun şube müdürü olduğunu söyledi. Emekli Albay Uğur, ''Cumhuriyet Çalışma Grubu adında bir grup bilmiyorum, meslek hayatımda böyle bir yerde çalışmadım. Bu iddiaları ortaya atanlar Jandarma Genel Komutanlığının çalışma şeklini hiç incelememişler, orada böyle bir grup kurulacak ve emirsiz, talimatsız kurulacak ve kimsenin haberi olmayacak, bu son derece saçma bir iddiadır. Sözde bu çalışmanın nüvesi olarak lanse edilmeye çalışılan 'Yönetim Şube Müdürlüğü' ise emir ve onay ile kurulmuş, tamamen yasal bir şube müdürlüğüdür ve biraz önce de söylediğim gibi benim başkanlığını yaptığım daireye bağlı değildir'' diye konuştu.
Askeri ihaleleri takip ettiği ve ihale almasını sağladığı yönündeki iddianın da doğru olmadığını belirten Uğur, iddianamede yer alan ''bazı ihalelerde istedikleri sonucu elde edebilmek için kamu görevlilerine lüks otellerde pahalı hayat kadınları ayarladıkları mevcut görüşme tutanaklarından anlaşılmaktadır'' şeklindeki iddianın da doğru olmadığını kaydetti. Uğur, bu konunun suçla ilgisi olmadığını, ciddi anlamda bir onur meselesi olduğunu, intikam amaçlı, terörle veya örgütle alakası olmayan suçlamaların, yayın organlarında da yayımlanarak adının karalanılmaya çalışıldığını ifade ederek, ''Sorguladığım Apo bile beni oradan izleyerek, 'vah be şerefsiz' diyecektir. 'Kadın satıcısı albay' yaftası yapıştırılmak isteniyor'' dedi.
'Savcı teklifte bulundu'
Tutuklanmasının ardından ''Ergenekon'' soruşturmasını yürüten savcıların kendisini Beşiktaş'taki adliyeye çağırarak bazı tekliflerde bulunulduğunu ileri süren Uğur, bu teklifleri kabul etmediği için terör örgütüne üye olmak suçundan tutuklanmasına rağmen iddianamede örgütün ara yöneticisi olarak dava açıldığını söyledi. Emniyetteyken de mülakat sırasında ''Seni kullanmışlar. Sen bize Şener Eruygur, Hurşit Tolon ile ilgili bir şeyler söyle, seni bıraktıralım'' şeklinde tekliflerde bulunulduğunu ileri süren Uğur, savcı Zekeriya Öz'ün de aynı teklifte bulunduğunu iddia etti.
Tekirdağ Cezaevine konulduğunu anlatan Uğur, komşu koğuşta terör örgütleri üyelerinin kaldığını belirterek, ''Her gün, bana ve aileme yönelik küfür dolu sloganlarını dinledim, avluda kafama içi doldurulmuş kola şişeleri attılar. Bunun nasıl bir duygu olduğunu sizlere anlatamam, bundan daha rezil bir durum olabilir mi? Tüm hayatımı bu hainlerle mücadeleye adamışım, bir sürü bedel ödemişim ve onlarla aynı kefeye konularak cezaevine atılmışım. Kuleli'yi bitirdim. Ağlamıyorum. Ama tutuklanıp PKK örgütü üyelerinin yan koğuşuna konulmanın nasıl duygu olduğunu anlatamam'' dedi.
'Hilmi Özkök, 'beni dinleyebilirler mi' diye sordu'
Savcı Öz'ün şahsıyla ilgili menfi ifadeye zorladığını belirttiği emekli Albay Erdal Sarızeybek'in de tanık olarak dinlenilmesini talep eden Uğur, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök ile ilgili olarak da şunları kaydetti: ''2004 yılı Mart ayında jandarma Genel Komutanı Ankara dışındayken, Jandarma Genel Komutanlığı Kurmay Başkanı Korgeneral Hakkı Kılınç'ın, 'Genelkurmay Başkanı gelmenizi emretti' talimatı üzerine İstihbarat Başkanı Tuğgeneral Levent Ersöz ile Orgeneral Hilmi Özkök'ün yanına gittik. Yalnız yaptığımız görüşmede Özkök, bana, 'Sen geleceği olan bir albaysın, neden başkomutanın, yani benim aleyhimde yazı yazan gazeteci ile görüşüyorsun' dedi. Ben de kendisine 'Komutanım ben istihbarat başkanlığında çalışan istihbarat görevlisi bir subay olarak bana görüşmem emredilen kişilerle görüşüyorum, verilen emirleri yorumlama gibi bir konumum yoktur' dedim. Bana, gazeteci Mustafa Balbay'a çok kızdığını, bir daha kendisi ile görüşmemi istemediğini söyledi. Daha sonra, Levent Ersöz'ü de çağırttı ve görüşme üçlü devam etti. Bize hitaben 'Sağdan soldan ve bazı istihbarat birimlerinden, sizlerle ilgili inanmadığım ve itibar etmediğim bilgiler geliyor, ben sizin çalışkanlığınızı ve memleket sevginizi biliyorum, zaten bu dedikodulara ve imzasız belgelere inansaydım, derhal gerekli soruşturmayı başlatırdım, ancak siz de bu gazeteci ve diğer sivillerle görüşmeyin, bunlar dışarıya farklı biçimde yansıtılıyor' dedi. Zaten kendi kadro onayı ile kurulmuş olan teknik istihbarat merkezinin çalışma usullerini sordu. İstihbarat Başkanı ve ben detaylı olarak merkezin çalışma şeklini anlattık. Ayrıca, (Sivil istihbarat birimleri beni dinleyebilirler mi, bilgisayarıma girebilirler mi?) diye sordu. Geniş bir şekilde izah ettik. Teşekkür etti. Bana, yalnızken ya da İstihbarat Başkanı Levent Ersöz ile beraberken 'Yasa dışı dinleme yaptığınızı duydum, sizi uyarıyorum' veya bu anlamda hiçbir şey söylemedi. Bunun dışında, iddianamede belirtildiği gibi yasa dışı dinleme yapılmaması konusunda uyarı anlamına gelebilecek tek bir kelime dahi konuşulmamıştır.'' Uğur, Hilmi Özkök, Hakkı Kılınç ve Ersöz'ün tanıklıklarına başvurulması gerektiğini söyledi. Duruşma, Uğur'un savunmasını yapmasıyla devam ediyor.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada savunmasına devam eden Uğur, iddianamenin birçok yerinde, bazı insanlarla yaptığı görüşmelerin tapeleri ve içeriklerinin delil olarak gösterildiğini, ''buradan hareketle ve zorlama yorumlarla terör örgütü çalışması suçlaması yapıldığını'' ileri sürerek, görev yaptığı süre içerisinde amirlerinden konusu suç teşkil edecek bir emir almadığını söyledi.
Uğur, iddianamede TCK'nın 311, 312, 313, 314 ve 135. maddelerine göre cezalandırılmasının talep edildiğini hatırlatarak, ''Bu suçlardan ötürü tüzel ya da gerçek bir kişi zarar görmüş değildir. Bu sebeple hakkımda yürüyen kamu davasına kimsenin 'katılan' sıfatıyla kabul edilmesi mümkün değildir. Bunu, ileriki günlerde bir DTP milletvekili veya dağdan inen 34 kişiden biri davaya müdahil olmak isterse diye söylüyorum'' şeklinde konuştu.
Başarılı bir subay olduğunu, üstlerinin de her zaman bunu söylediğini belirten Uğur, şöyle devam etti:
''Böyle bir örgüt varsa benim haberim olurdu. Evim ve eşime ait büroda yapılan aramada elde edildiği beyan olunan bilgisayar ve CD'lerden çıktığı iddia edilen bulguların tümü kanuna aykırı elde edilmiş delil konumunda olduğundan, delil olarak kabul edilemez. El konulan tüm eşyalarımda parmak izi mukayesemin yapılmasını ve bu parmak izlerinin hangi tarihe ait olduğunun belirlenmesini talep ediyorum.''
Uğur, ''emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün soruşturma kapsamında gözaltına alınmasından sonra kaçtığı'' şeklindeki bilgilerin gerçeği yansıtmadığını ifade ederek, şunları söyledi:
''Emniyet Müdürlüğü'nün savcılık makamına 2 Temmuz 2008 tarihinde şahsımla ilgili yazdığı notta, 'Hasan Atilla Uğur, Ergenekon operasyonu kapsamında Veli Küçük'ün operasyon yapılarak alınması üzerine, pantolonun daraldığını, gözden kaybolması gerektiğini belirterek, saklanmak amacıyla Ankara'dan İstanbul'a, oradan Kıbrıs'a ve daha sonra Antalya'ya giderek yaklaşık 15-20 gün gibi bir süre Ankara'ya gelmediği görüşmelerden anlaşılmıştır' denilmiştir. Emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ü hayatım boyunca hiç görmedim ve tanımıyorum. Kendisinin teşkilatta bir adı vardır. Sadece ismini duydum. Kendisinin gözaltına alınmasını müteakip, 'pantolon daralıyor' diyerek ortadan kaybolduğum iddiası tam bir deli saçmasıdır. Kaçacak bir insan olsam neden yerim yurdum belli olsun.''
''Görüşme yaptığım insanların hiçbiri terörist değildir"
İddianamede yer alan telefon görüşme kayıtlarına da değinen Uğur, 43 sayfa olarak iddianameye konulan ve delil olarak gösterilen telefon görüşme kayıtlarının örgüt ya da herhangi bir suçla ilgisi olmadığını söyledi.
Uğur, ''Görüşme yaptığım insanların hiçbirisi terörist ya da terör örgütü üyesi değildir. Bırakınız suçun ikrarını, suç işlendiğine dair en ufak bir iz, emare veya bulgu yoktur. Ne emekli Orgeneral Şener Eruygur ile ne de emekli Tuğgeneral Levent Ersöz ile 2004 yılı Temmuz ayından sonra hiçbir görüşmem, konuşmam ve karşılaşmam olmuştur. O halde böyle bir örgütsel ilişki olması da takdir edersiniz ki mümkün değildir. Keza yazar Ergün Poyraz'ı da 2004'ten sonra hiç görmedim ve temasım olmadı'' diye konuştu.
''Temel suç nedir? Silahlı Kuvvetlerin darbe yapması mı, yoksa birilerinin yönetimi ele geçirmesi mi, iddianameyi yazanların buna bir karar vermesi gerekirdi" diyen Uğur, savunmasını şöyle sürdürdü:
''Eğer örgüt Silahlı Kuvvetler ise sağdan soldan silah bulmasına gerek yok, zaten yeterli silah ve teçhizatı vardı. Yok, Silahlı Kuvvetlerin darbe yapması söz konusu değil ise Silahlı Kuvvetler mevcut iken hiçbir güç yasama ve yürütme organını ortadan kaldırmaya teşebbüs edemez, yapamaz. Ayrıca, sağdan soldan temin edilen ve saklanan silahlarla yönetim ele geçirilemez. Kaldı ki yıllardır her türlü iç ve dış destekle hem de birçok ağır ve hafif silaha sahip olmasına rağmen PKK terör örgütünün yaklaşık 25 yıldır bu işi gerçekleştiremediğini görüyoruz. Tersini kabul etmek, ülkemize, Türk Silahlı Kuvvetlerine hakarettir. Soruşturma dosyasında bulunan bilgi, belge ve materyaller, evim ve eşime ait ofisin aranmasından önce yoktu. Yani arama kararı alınmadan önce, aramayı ve gözaltına alınmayı gerektiren delil mahiyetinde hiçbir şey yoktu. Sonradan bir kısmı suni olarak yaratıldı. Yani esasen delilden sanığa değil, sanıktan delile gidilmeye çalışılmıştır. Benimle ilgili gözaltı ve arama kararı hukuken sakattır. Bu kadar zamandır, delil yaratılması gayesiyle tutuklu bulunuyorum.''
Uğur, ''kucağında birçok askerin şehit olduğunu, hala onların aileleriyle görüştüğünü'' ifade ederek, ''Şehit aileleri diyor ki 'bizim komutanımız terörist mi?', hayır değilim'' şeklinde konuştu.
Davanın tutuksuz sanıklarından Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk'u hiç görmediğini, tanımadığını kaydeden Uğur, ''Jandarma Genel Komutanının makam odasında adı geçen insanlarla gizli toplantılar yapıldığı'' iddiasının yalan olduğunu söyledi.
Kendisinden ele geçirilen tüm CD'ler üzerinde parmak izi tespiti yaptırılmasını isteyen Uğur, telefon görüşmesi yaptığı, örgüt ve suçla ilgisi olmayan kişilerin tamamının da tanık olarak dinlenmesini istedi.
Uğur, kendisi için ''terör örgütü PKK ile bağlantılı olduğu'' şeklinde yorumlarda bulunan polisler hakkında da suç duyurusunda bulunduğunu ifade etti.
Hasan Atilla Uğur, tutuklanmasının ardından, Ankara Valiliği Koruma Komisyonu'nca ''özel koruma'' statüsünde korunmasına devam edilmesine karar verildiğini de dile getirdi.
Uğur, Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı'nda görev yapması ve 2003-2004 yıllarında emirlerinde çalışması nedeniyle emekli Orgeneral Şener Eruygur ve emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ü tanıdığını anlattı.
Dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök'ün, ''Ayışığı'' ve ''Yakamoz'' adlı çizelgelerin kendisine slayt olarak imzasız bir şekilde geldiğini, ''Sarıkız'' ve ''Eldiven'' adlı planları da bilmediğini söylediğini ifade eden Uğur, Özkök'ün, somut bir şey olmadığı, delil niteliğinde bir şey bulunmadığı için de soruşturma başlatmadığını belirttiğini kaydetti.
Uğur, kendisinden çıktığı iddia edilen ''Ayışığı'', ''Sarıkız'', ''Yakamoz'' ve ''Eldiven'' adlı plan ve slaytların 2006'dan beri internet ortamında yayınlandığını kaydetti.
Çapraz sorgusu
Meslek yaşamı boyunca aldığı berat ve takdirnameleri mahkemeye sunan Uğur'un savunmasını tamamlamasının ardından çapraz sorgusuna geçildi.
Uğur, Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel soru yöneltmeye başlayınca, ''Şahsımla ilgili suçlamalar son derece onur kırıcıdır. İddianameyi okuduktan sonra iddia makamının bana her türlü hakareti yaptığını gördüm. Savcılar hakkında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na suç duyurusunda bulundum. Aramızda husumet var. Bu nenenle savcıların sorularını yanıtlamayacağım. Mahkemenin sorularına cevap vereceğim'' diye konuştu.
Hasan Atilla Uğur, Savcı Pekgüzel'in sorduğu birkaç soruya karşılık, aynı gerekçeyle cevap vermeyeceğini söyledi.
Bunun üzerine Mahkeme Heyeti Başkanı Köksal Şengün, Pekgüzel'e ''Sorularınıza yanıt vermeyeceğini söylüyor. Sorularınızı, yanıt beklemeden arka arkaya okuyun. Sonra tek cevap olarak belirtir'' dedi.
Savcı Pekgüzel'in, ''Birinci ve ikinci davada kimleri tanıyorsunuz?'' şeklindeki sorusuna Uğur'un avukatı itiraz ederek, 200'e yakın sanık olduğunu, böyle bir genel soru sorulamayacağını söyledi.
Pekgüzel'in, ''Veli Küçük falan da alınmış'' şeklindeki beyanının geçtiği telefon görüşmesini hatırlatması üzerine Uğur'un avukatı araya girerek, bu konuşmanın, Uğur'un avukatıyla yaptığı özel bir görüşme olduğunu ve yasa dışı olarak kaydedildiği için bu konuşmayla ilgili soru sorulamayacağını kaydetti.Uğur, Cumhuriyet Savcısı Nihat Taşkın'ın yönelttiği sorulara da aynı gerekçeyle cevap vermedi.
Mahkeme Heyeti Başkanı Şengün, Savcı Taşkın'ın Uğur'a sorularını yöneltmesinin ardından duruşmayı yarın saat 09.30'a erteledi.