‘İffetli kadın’ın direkle imtihanı
Geçtiğimiz haftanın en çok konuşulan konularından biri, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın ‘Kadın iffetli olacak. Mahrem-namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak.’ sözleriydi.
Arzu SüzmenTepkilerin ardından Arınç, ‘O konuşmamdan bir kısım alınmış. Sadece kadınlar kahkaha atmasın dediysem akıl dışı bir iş yapmışımdır. Ama orada ahlak kurallarıyla ilgili bir konuşma yaptım. Kocasını bırakıp tatile çıkanlar, direği gördüğünde dayanamayıp direğe çıkanlar... Böyle bir hayatın içinde siz olabilirsiniz, size kızmanın ötesinde acıyabilirim' diyerek önceki sözlerine yeni bir gaf ekledi.
Direğin neyi sembolize ettiği tarafımızdan tam olarak anlaşılamasa da, bu konuşma akıllara direk ve burlesk dansını getirdi. Hatta Yeşilçam filmlerinin klişelerinden; ‘Tatlım sen kendine bir içki koy, ben üzerime hafif bir şeyler giyip geliyorum.’ Repliğini anımsadık ve kadınların üzerlerine aldıkları o ‘hafif giysilerin’ geçmişten bugüne nasıl değişip bir cazibe unsuru haline geldiğini araştırdık.
Üzerimize aldığımız ‘hafiflik’ler
19. Yüzyıl kadınları kombinezon, korse, jüponu elbiselerinin altına kat kat giyerek ’iffetlerini korurken’, 20. Yüzyılın başında özellikle Avrupa’da esen özgürlük rüzgarlarının, kadınları ‘mükemmel eş ve anne’ olarak konumlandırıldıkları kozalarından yavaş yavaş çıkarması, daha özgür bir moda anlayışının sinyallerini veriyordu.
KADINLARIN HAYIR DUASINI ALAN MODACI
1907’de Fransız tasarımcı Paul Poiret, kadınları bedeni harap eden daracık korselerden kurtaran saten elbise ve ilk sütyenleri tasarlayarak birçok kadından hayır duası almıştır sanırım. Moda ve estetik anlayışı zamanla değiştikçe, iç çamaşırı da değişip zamana ayak uydurdu. 1920’lerde Amerika’da kadınlar peşinde oldukları ‘maskülen’ görüntüye ulaşmak için göğüs düzleştirici ekler kullanıyorlar, korselerin yerine kauçuktan yapılmış, kısa pantolonlarla giyilen kemerler takıyorlardı. 1930’larda daha dişi bir kadındı sahnelerde olan ve 1935’de Warner şirketi göğüs kupu A’dan D’ye kadar uzanan sütyenler geliştirdi. 1950’lerde kadınlar Christian Dior’un yarattığı ‘kum saati vücuda’ sahip olabilmek sıkı korse ve jüponlara geri döndü.
1960’larda mini eteğin moda olmasıyla yayılan renkli, geometrik desenli taytların değişik bir versiyonu olan parlak siyah taytları 80’lerde, push-up sütyen ve tanga çılgınlığını da 1990’larda gördük. Kanımca bu trendlerin içinde devrim niteliğinde olan, 1970’lerde yayılan punk akımının da etkisiyle Chantal Thomass tarafından iç çamaşırına yüklenen erotik anlamdır.
Günümüzde iç çamaşırını romantik, seksi, sportif gibi farklı stillerde görüyoruz. Victoria’s Secret ve Agent Provocateur gibi markalar sayesinde bu pazar büyüklük açısından dış giyim ile rekabet eder halde. Yoba ve Sonia Rykiel’in butiklerinde seks oyuncaklarıyla birlikte sunulmalarının; Dita Von Teese, Arielle Dombasle gibi burlesk sanatçılarının da etkisiyle, bir fetiş nesnesi olması da cabası.
Bu hikaye nasıl biter?
Biz filmimize geri dönersek, yatak odasından salona gelen kadın karakterin, içkisini eline almış beklemekte olan erkek karaktere doğru yavaşça ilerlediğini görürüz ve o noktada, nefesler tutulur. Beklenen son yaklaşmaktadır, dudaklar birleşir ve film orada biter.
Sahi, film gerçek hayatta da orada biter mi, yoksa birden bire ortada beliren bir direğe tırmanan kadının kahkahaları içinde mi sona erer? Sanırım bu son; bizim ülkemiz gibi bir yandan kadın iffetinin toplum içinde kahkaha atmakla yargılandığı, diğer yandan kadına şiddetin ve kadın cinayetlerinin artarak devam ettiği, mitinglerde evladını kaybetmiş anaların ve kadın gazetecilerin yuhalattırıldığı bir ülke için fazla sürrealist bir son olurdu.
Velhasıl, ‘bu hikaye, burada bitmez...’