Hukuk ve Yargı Üzerine Tehditler
cumhuriyet.com.trSon günlerde gündemde geniş olarak yer alan “yargı üzerine tehditler” konusunu, “hukukta sorun yok, yargıda var” gibi algılamak ya da aktarmak, yargı üzerinde oynananların hukuk üzerinde de oynandığını söylememek büyük eksiklik olur, özü ve asıl tehdidi kaçırır.
Tehdit unsurlarını, iktidar, siyaset, din, çıkar, sermaye gibi çeşitli başlıklar altında toplamak mümkün. Bunlar zaman zaman, mevcut siyasal yönetimle özdeşleştirilerek anılıyor ve parçacı yaklaşımlarla yorumlanıyor. “Benden ya da bana karşı” basitliği içindeki “karşıtlıkla anlatım” da polemikle birlikte kolaycılığı getiriyor.
Özünde adalet, bağımsızlık, özgürlük ve insan olan, “demokrasinin olmazsa olmazı” yargıyı, “hukuk”, öz olarak da “anayasa hukuku” şekillendirir. Temel sorun burada, sistemin hukuksal yapısında başlar. Uygulamadan kaynaklanan sorunlar ya da yaklaşım bunun üzerine eklenir. Hukuka egemen olmadan yargıya egemen olunamaz; hukuk şekillendirilmeden yargı da şekillendirilemez. Kuralsızlık ise keyfiliği getirir.
Örneğin, sık yazıldığı gibi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri arasında “adalet bakanı” ve “müsteşar” olmasaydı, atama işlemleri objektif “ilkesel” kurallara bağlansaydı yargıç ve savcıların atama kararnamelerindeki “pazarlık” tartışmaları yaşanmazdı. Yargıçların teftişleri “adalet bakanlığı müfettişleri”nce yapılmasaydı, “bağımsızlıkları” üzerine kuşkular ileri sürülmezdi. Bunlar sadece tartışılan örneklerden ikisi… Tehdit unsurları ve ajanları örneklere göre değişir. Yukarıdaki iki örnekte de hukuk devre dışı değil ki...
Bu örnekler bir yana, savcısıyla, savunmasıyla, yargıcıyla tüm yargı, pozitif hukuk kurallarına bağlı çalışmıyor mu? Son dönemde yoğunlaşan soruşturma, iddianame ve usul ihlalleri de aynı kurallara göre tartışılmıyor mu? Yargıç, anayasa, yasa ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatine göre karar vermiyor mu?
Bir üstyapı öğesi olan hukuk, kimler tarafından (hangi güçler tarafından) yönlendirilip şekillendirilirse onların ve doğal olarak onları yönlendiren üretim tarzının amacına hizmet eder.
O zaman yargıyı tehdit edenler, bağımsızlığını istemeyenler ya da sözde bağımsızlığı savunanlar da aynı egemenler olur. Egemen olanın (kapitalizm, emperyalizm, emperyalist entegrasyon, uluslararası sermaye, çokuluslu güçler, neo-liberalizm, küresel güçler vb adı ne olursa olsun) şekillendirdiği özel çizgilerle yaratılan hukuk; medeni düzeni de, sosyal, kültürel, mali, ekonomik ve siyasal yapıyı da, sağlık, eğitim, adalet, iş ve ceza hukukunu da, vergi düzenini ve gelir dağılımını da, örgütlenmeyi de, devletin yapısını da belirler. Temel hak ve özgürlükler de hukuk yoluyla sınırlandırılır. Egemenler, kendi hukuksal ilişkilerini ve yönetim biçimini yaratırken din ve çeşitli siyasi araçları da kullanarak kendi çizgileri içinde bağımsız ve demokrat olur; insan haklarını ve özgürlükleri kimileri için öne çıkarıp kimileri için geriye atar.
Birilerinin, hukukla istediği gibi oynamasına, eşitsizliği ve adaletsizliği getirmesine, hukuk felsefesinden uzaklaşarak kanun devletini getirmesine sessiz kalmak, hukukun temel uygulayıcısı yargının da aynı yönde biçimlenmesini kabul etmek anlamına gelir.
Hukukun, hak ve adaleti sağlamadığı, ayrımcılığa yol açtığı, özgürlüğü biçtiği, uluslararası güçlerce yönlendirildiği hatta yazıldığı, uluslararası egemen sisteme bağımlılığı dayattığı yerde yargının adaleti beklenemez. Hukukun yaratıcısı “sahip”, yargının da sahibi olmak ister, bağımsız yargıyı her yönden zorlar.
Hatta, “kötü hukuka” rağmen birazcık adalet savunuluyorsa, yargıya özel baskı başlatılır.
Hukuk, güç odaklarınca kuşatılarak “cadı kazanı” gibi kaynatılacak, yargı da bundan nasibini almayacak… Hayali bile olmaz.
Yargı ve onun asli unsurları olan savcı, avukat ve yargıç üzerinde ileri geri, yerli yersiz tartışmalar yapılırken hangi vesayet nedeni öne çıkarsa çıksın, bunların özünde, belli ekonomik çıkarlar doğrultusunda yönlendirilen hukuk olduğu, uluslararası sermayenin hukuk yoluyla toplum üzerindeki yönlendirme ve sömürü oyunu olduğu, asıl yapılmak istenenin çıkarcı “egemen”in amacına hizmet (kul, biat) düzeni olduğu ve bu sömürü düzeninin hukuk ve yargı yoluyla meşrulaştırılmak istendiği unutulmamalı.
Amacın, denetimi, ekonomik ve siyasal bağımsızlık, özgürlük, demokratik toplum ve adalet uğruna ve ulus adına elinde tutan “bağımsız yargı” yerine, söz ve karar sahibi çıkar gruplarının yargısını oluşturmak olduğu unutulmamalı.
Siyasal ve ekonomik bağımsızlık üzerinde küresel ve neo-liberal etkilerin önünü açan, ayrımcılığı ve sömürüyü perdeleyen bir hukuk ve yargı istendiği unutulmamalı. “Şarabımızı vermek için üzüm gibi ezil”menin meşruiyetini sağlamak uğruna hukuk ve yargı üzerinde oynandığı unutulmamalı. Hukuk ve yargının da “siyaset”i olduğu unutulmamalı.
Yargı bağımsızlığı ve hukuk, yapısal bütünlük içinde savunulmazsa, sadece satır aralarında kalır ve aynı zamanda toplumu, kendi çıkarları, ama asıl olarak emperyalizmin politikaları doğrultusunda yönlendirmek ve biçimlendirmek isteyenlere maske olur.