Hukuk Devleti ve Yargı Bağımsızlığı
cumhuriyet.com.trAtanmaları ya da yer değiştirilmelerinin uygun olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu olabilir, ama atanma ya da yer değiştirme konusunda HSYK’nin objektif bir düşüncesi ya da belge ve bulgulara dayanan eğilimi varsa, alınması düşünülen karar Adalet Bakanlığı’nın üstün savunmasıyla engellenmişse, adı geçen görevlilerin ruh halini ve çevreleriyle uyumunu bir düşününüz.
İnsanlığın ulaştığı bilim çağı ve teknoloji, insanlar ve toplumlar arasındaki eşitsizliği, adaletsizliği, haksızlığı ve en önemlisi yaşam kaynağı olan gelirin dağılımındaki dengesizliği, dolayısıyla emeğe yapılan saldırıları giderememiştir.
Bu olumsuzlukların asgari düzeye indirilebildiği toplumlarda egemen güç, hukuk ve hukuk devletidir. Çünkü hukuk devletinde her şeyi hukuk belirler, temel ölçüt özgür bireydir.
Tebaa yoktur, kul yoktur, yurttaş vardır. İnsanın gönenci ve mutluluğu, özgürlüğünün ve yaratıcılığının korunması devletin varlık koşuludur.
Hukukun üstünlüğü
Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı’nın önsözünde, “Demokrasinin temelinde insana saygı ve hukukun üstünlüğü yatar. Kimse hukukun üstünde değildir” denilmek suretiyle hukukun üstünlüğünün ulus üstü bir kavram olduğuna vurgu yapılmıştır.
Kısaca hukuk devleti; tüm faaliyet, işlem ve eylemleri hukuk kurallarına ve anayasal ilkelere uyan, kendisini bu kurallarla bağlı sayan devlet demektir.
Hukuk devletinde, yürütme erkini elinde tutan hükümet üyeleri, hiçbir biçimde yargı temsilcilerini etkileyecek beyan ve davranışlarda bulunamaz.
Hukuk devletinde üstünlerin hukukundan değil, hukukun üstünlüğünden söz edilir.
Hukuk devletinin en önemli unsurlarından biri de kuşkusuz yargı bağımsızlığıdır. Toplumda adalet duygusunun oluşmasını ve korunmasını sağlayacak bağımsız yargı, aynı zamanda çağın yönetim biçimi olan demokrasi olgusunun da olmazsa olmaz koşuludur. Özellikle her ne şekilde olursa olsun, siyasal iktidarların etkisi altında bir yargının bağımsızlığından asla söz edilemez.
İmtiyaz değildir
Yargı bağımsız ve yargıç güvenceli olmalıdır ki, devletin yasama ve yürütme erklerinin hukuk dışı işlemlerini hukuk içine çekebilsin, hukuk içinde tutabilsin.
Öte yandan yargı bağımsızlığı, yargı mensuplarına verilmiş bir imtiyaz değildir. Yargı bağımsızlığı, bireyin doğru ve adil yargılanma hakkının teminatı olarak tanınmıştır.
Ülkemizde ilk kez bu amaçlarla 1961 Anayasası’nın 143-144. maddeleriyle yapılandırılan ve içinde tek bir siyasi üyenin bulunmadığı Yüksek Hâkimler Kurulu; yargı erkinin, yasama ve yürütme karşısında bağımsızlığını korumak için yapılandırılmıştır.
Zamanın Yargıtay Başkanı büyük hukukçu Recai Seçkin ilk Yüksek Hâkimler Kurulu üyelerinin göreve başlaması nedeniyle yaptığı konuşmada; “...Anayasamız Yüksek Hâkimler müessesesini hukukumuza armağan etmiştir. Bu mutlu olaydan dolayı ne kadar sevinsek ve ne kadar övünsek yeridir. Yüksek Hâkimler Kurulu yabancı ülkelerde bile henüz kısa bir tarihe malik bir müessesedir. Gerek oralarda gerek bizde, bu müesseseye karşı olan birçok kişinin olduğu söylenebilir.
Yüksek Hâkimler Kurulu’na düşen ilk görev, çalışmalarını gayet sağlam ilkeler ve doğru gelenekler üzerine kurmak, işlemleri üzerinde eşitliğe aykırılık ve adaletsizlik gölgelerinin düşürülmesine meydan vermemektir. Gerçek hâkim teminat zırhına bürünmüştür, fakat o her şeyden önce davranışları ve tutumu ile böyle bir zırha layık olduğunu her an ispat etmek zorundadır. Hâkime bu borcunu yerine getirmek Yüksek Hâkimler Kurulu’nun ödevlerindendir. Yüksek Hâkimler Kurulu’nun görevini gereği gibi titizlikle yapmadığı, mesleği zayıf duruma düşürdüğü düşüncesinin sosyal ortamda yerleşmesi ve genişlemesi zamanla bu kuruluşa karşı olanların cesaretini arttırır ve bir anayasa değişikliğiyle kurulan şimdiki bağımsız durumu sona erdirir ki, bu hal; hâkim teminatının sona ermesinden başka bir anlama gelmez.
Bana öyle geliyor ki, Yüksek Hâkimler Kurulu’nun üyeleri böyle bir tehlikenin gerçekleşmesine asla meydan bırakmayacaklar, kuruluşa karşı olanların cesaretlerini kıracaklardır...” demiştir.
Yaz kararnamesi
Rahmetli Recai Seçkin başkanın endişeleri kısa süre sonra gerçekleşti, kurumsal uygulamalar yerini bireysel tercihlere bıraktı ve bunun üzerine 1971 yılında kısmi bir değişiklik yapıldı ve 1982 Anayasası’yla da yargı bağımsızlığını tümden öteleyen HSYK oluşturuldu. HSYK’nin oluşumu ve hukuksal yapısıyla ilgili olarak 1982’den bu yana yaptığımız eleştiri ve önerilerimizde ne denli haklı olduğumuz yaklaşık bir aydır kamuoyunda tartışılan yaz kararnamesiyle gündeme gelen çalışmalar sırasında bir kez daha net bir biçimde ortaya çıkmıştır.
Tartışmaların odağında yargı temsilcilerinin yaşadığı acz yanında yürütmeyi temsil eden kurumların günlük siyasete bağlı olarak ortaya koyduğu yaklaşımlar karşısında hukukun üstünlüğü, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi ilke ve kavramları yönünden ne hazin durumda olduğumuzu bir kez daha açıkça görmenin hayret ve bazen de dehşetini yaşadık.
Kaygı verici
Oysa tüm eksiğine ve fazlasına karşın anayasanın 7.11.1982 günü kabulünden önce 13.5.1981 günü kabul edilen 2461 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun 4. maddesinde ve anayasanın 159. maddesinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun görev ve yetkileri sayılmıştır. Bu görev ve yetkilerin kullanılmasının engellenmesi yönünde Adalet Bakanı ve müsteşar başta olmak üzere bakanlık bürokratlarının direnci, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi bakımından son derece kaygı vericidir.
Atanmaları ya da yer değiştirilmelerinin uygun olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu olabilir, ama atanma ya da yer değiştirme konusunda HSYK’nin objektif bir düşüncesi ya da belge ve bulgulara dayanan eğilimi varsa, alınması düşünülen karar Adalet Bakanlığı’nın üstün savunmasıyla engellenmişse, adı geçen görevlilerin ruh halini ve çevreleriyle uyumunu bir düşününüz.
Zaten yaptığı kimi usulsüz işlemler nedeniyle eleştirilen bu ayrıcalıklı kişileri hangi usul ya da yasa kuralı bağlayacaktır?