Hitit kanunlarında zina ve tecavüz

Hititler cinsiyetçi değerlerin korunması için şiddeti kabul eden bir hukuk sistemine sahip ataerkil bir toplum. Günümüzden 3 bin 500 yıl öncesine ait Hitit kanunlarında yer alan maddelerin, bugün de bazı konularda hâlâ geçerliliğini koruduğu görülüyor. Erkekler kanunları kendileri için yapıyor.

cumhuriyet.com.tr

Anadolu’da ilk yazılı hukukun MÖ. 2.binyılda Anadolu’da yaşayan Hititlere ait olduğu biliniyor. Hitit kanunları, Hammurabi kanunları gibi bir kitabe üzerinde değil, kil tabletlere yazılıyordu. İki büyük seriden meydana gelen bu kanunlar “Eğer bir adam” ve “Eğer bağlar” sözleri ile başlıyor.

Bilim adamlarınca sonradan numaralandırılan bu tabletler, bilindiği kadarıyla 200 maddeden oluşuyor. Hitit Hukuku modern hukukta olduğu gibi, veraset, ticaret hukuku, medeni hukuk, ceza hukuku gibi bölümlere ayrılmıyor. Ele geçen tabletlerde veraset, adoption (evlatlık alma) ve borç hukukuna dair maddelerin olmamasına karşın, aile hukukunu içeren maddeler yer alıyor.

Kısasa kısas (göze göz, dişe diş) prensibinin yerine tazminatın geçerli olduğu Hitit kanunlarında ölüm cezaları; kralın emrine karşı gelmek, cinsel suçlar ve büyü yapmak gibi ender hallerde veriliyor. Ancak ölüme mahkûm edilen birini kral da affedebiliyor. Adam öldürme suçlarına bile tazminat cezası uygulayan Hitit kanunları, cinsel suçlar için ölümden başka bir ceza tanımıyor . Cinsel suçlara ait maddelerin çokluğu Hititlerin ahlaki değerlerin korunmasına verdiği önemi de ortaya koyuyor.

Zina ve tecavüz suçu

Evlilikten önce sözün çiğnenmesi konusunda nispeten yumuşak önlemler içeren Hitit hukuku, evlilik sonrası sadakatsizliğe karşı daha sert tavır alıyor. Oysa, resmi bir anlaşma ile evlenen erkek, ilk karısının meşru eş sayılmasına rağmen başka kadınlar da alabiliyor. Buna karşın zina yapan kadına ise ölüm ceza uygun görülüyor.

Hitit kanunlarında zina ve tecavüz suçu aşağıda yer alan 197. maddede birlikte ele alınarak, kadının rızası olup olmamasına göre farklı hükümler veriliyor:

Eğer bir adam bir kadını dağda alırsa (tecavüz ederse), suç adamındır ve o ölsün. Ama eğer onu evde alırsa (tecavüz ederse), suç kadınındır ve kadın ölsün. Eğer adam (koca) onları bulursa ve onları öldürürse, onun eylemi cezaya değer değildir.

Söz konusu maddeden evli bir kadının dağda tecavüze uğraması halinde, kadının kendini koruyacak hiçbir araca sahip olmadığı ve yerin ıssız olması dolayısıyla yardım da isteyemeyeceği düşünülerek adam suçlanıyor. Ancak olayın bir evin içinde vuku bulması halinde kadının yardım isteme olanağı olduğu ve bunu yapmadığı varsayılıyor. Bu nedenle kadının rızasının olduğu düşünülerek kadın suçlanıyor. Bu durumda koca, hem karısını hem de âşığını öldürme hakkına sahip oluyor.

En sorunlu madde

Hitit kanununun 197. maddesi günümüz mahkemelerine taşınan en sorunlu dava türlerinden birini içeriyor. Kadın, cinsel birleşme olayında gönüllü müydü gönülsüz müydü? Tecavüz mü oldu rızasıyla ilişki mi? Bağırdı mı bağırmadı mı?

2007 yılında tecavüze uğrayan bir kadınla ilgili olarak Bafra Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen bir kararın, Yargıtay 5’inci Ceza Dairesi’nce bozulması, günümüzden 3 bin 500 yıl önceki Hitit kanunlarının 197. maddesi ile taşıdığı benzerlik açısından insanı hayrete düşürüyor.

Söz konusu karar; “evinde çocukları bulunan mağdurenin ırza geçme eyleminin gerçekleştirildiği zamanlarda bağırıp çevreden yardım istememiş olması, eylemin birden çok değişik zamanlarda tekrarlanmasına rağmen hiç kimseye anlatmaması, durgun halinden şüphelenen eşine olaydan yaklaşık iki ay sonra açıklama yapması” hususları gözetilerek, tecavüz suçunu işleyen sanığa daha önce verilen hapis cezası kaldırılarak bozuluyor.

Burada adamın beraat etmesi değil, mağdurun tecavüze uğramadığının kanıtı olarak bağırmamış ve yardım istememiş olması dikkati çekiyor. Eleştirel hukuk kuramının önemli bir parçasını teşkil eden feminist hukuk kuramı, bu tarz davalarda “erkek” bakışının egemen olduğunu, bununda ötesinde genel olarak hukukun erkek bakışını yansıttığını söylüyor. Yargıtay’ın vermiş olduğu karar da bu bakışı sergiliyor.

Tecavüz edilebilir- edilemezler

Genel anlamda, iffetli kadınların ve genç kızların (bakire oldukları için) tecavüze rıza göstermedikleri ve bu nedenle tecavüze açık oldukları düşünülüyor.

Buna karşın iffetsiz kadınlar, eşler ve fahişeler, yani rıza gösterenler tecavüz edilemezler grubunu oluşturuyor.

Bu varsayıma göre yaş sınırı üzerinde olan kadınlar, rıza konusunda karar verebilecek kadar güçleri olup olmadığına bakılmaksızın güçlü kabul ediliyor. Erkeklere göre tecavüz bilinmeyen kişiyle olur. Sanık kadını tanıdığına ve cinsel ilişkide bulunduğuna göre, bunda kadının rızası olduğu anlamı çıkarılıyor. Kadın mahkemede aksini ispat edemiyorsa, olay tecavüz sayılmıyor.

Kadınlar ve erkekler tecavüz deneyimleri açısından eşit olmayan toplumsal koşullarda bulunuyor. Erkeklerin tecavüz edilmekten çok tecavüz etmeye yatkın oldukları kabul ediliyor. Kadınların neredeyse yarısı hayatlarında en az bir kere tecavüze ya da tecavüz girişimine maruz kalıyor, bunların yüzde kırk kadarı çocukluklarında istismara uğruyor.

Bir tecavüz davası, kadın rızası olmadığını ispatlayamadığı için kaybedilince, kadının incinmiş olduğu hiçbir şekilde kabul görmüyor. Erkekler cinsel deneyimi olmuş bir kadının, tecavüze uğradığı zaman neyi kaybettiğini anlayamıyor. Çünkü onlara göre, artık kadının kaybedeceği bir şey yoktur.

Hayır” diye bağırmayan kadının rızası olduğu düşünülüyor. Kadının kendisiyle cinsel ilişkide bulunmak istemediğini bile bile, yine de işine devam ediyor. Sistematik olarak kadınların ne istediğini bile fark etmemeye şartlanan erkekler, özellikle pornografi düşkünü olanlar, kadınların kendilerine karşı ilgisizliğinin, tepkiselliğinin, açıkça hayır demelerine rağmen hayır dendiğinin dahi farkına varamıyorlar.

Tecavüzcüler tipik olarak kadınların kendilerine yapılanlara bayıldığına inanıyor. “Muhtemelen tecavüzcülerin kurbanlarına söyledikleri tipik sözler: ‘Seni kaltak…orospu… istediğini sende biliyorsun. Hepiniz istersiniz’ ve sonra da ‘Bak gördün mü, sen de hoşlandın işte”

Erkeklerin yaygın inancı olan, kadınların önce rıza gösterip daha sonra tecavüz suçlamasında bulunmaları, bu bilgiler ışığında daha da anlamlanıyor. Tecavüzcünün algılayabileceği incinmeyi esas alan tecavüz yasası, cinsel karşılaşmalarda, erkekleri kadınların dediğini anlayamadıkları için, yargılandıkları davalardan beraat ettirerek ödüllendiriyor.

Değişen ne var?

Türk Ceza Kanunu’nun birçok tecavüz vakalarında “kadının bağırmaması, yardım istememesi” gibi sebepler göz önünde bulundurularak karar verilmesi hususunun bizlere Hititlerden şimdiye değin pek fazla bir şeyin değişmediğini gösteriyor.

Oysa, mağdurenin bağırmamasının sebebi çok daha farklı bir şiddetle karşılaşmasından korkmuş olmasını da mümkün kılıyor. Bütün kriminolojik araştırmalar, toplumsal algı ve utanç gibi nedenlerden dolayı yargıya en az intikal eden suçların tecavüz suçları olduğunu gösteriyor.

Günümüzde birçok kadın, evliyse kocasının boşayacağı, bekâr ise bu kusurundan dolayı tercih edilmeyeceği veya dul bir erkekle evlenmek zorunda bırakılacağı, yaşadığı toplum içinde aşağılanacağı, ömür boyu bu utancı taşıyacağı, belki de en kötüsü sonu cinayetle biteceği korkusuyla ne yazık ki tecavüze uğradığını itiraf dahi edemiyor. Kuşkusuz bu tür korku ve suskunluk tecavüzün devamını da getirebiliyor.

Aile içi yaşanan ensest ilişkilerin uzun süre gizli kalmasının nedeni bu olabilir mi? Yargıya göre aile içi tecavüzlerde kadının bağırmaması kadının bu tecavüze rızası olduğunu gösterir mi? Elif Şafak, Baba ve Piç” adlı kitabında; kardeşi Mustafa’nın tecavüzüne uğrayan, ancak buna karşı koyamayan, ne tecavüzü ne de istem dışı doğurduğu çocuğu kimseye söyleyemeyerek, bu utancı bir sır olarak ömür boyu taşımak zorunda kalan Zeliha’nın dramını gözler önüne seriyor. Söz konusu kitapta tecavüz suçunu işleyen Mustafa’nın, vicdanıyla kendini yok etmesi ise insana Victor Hugo’nun; “En mükemmel adalet vicdandır” sözünü hatırlatıyor.

Töre ahlaka "namus"

Hititlerde olduğu gibi bugünkü pek çok ataerkil toplumda “zinanın” cezası ölümdür ve zina yaptığı düşünülen insanların, “şüpheli, suçu ispatlanana kadar masumdur” ilkesinden yararlanılmasına izin verilmiyor.

Evli erkeğin zina durumunda karısının ölmesi ya da hayatta kalması konusunda karar verme yetkisinin dayanağı olan 197. madde, acaba töre ahlakı mıdır, yoksa erkeğin karısı için ödediği başlık nedeniyle, kadın üzerinde söz sahibi olduğunun kabul edilmesi midir? Bu sorular karşısında da kesin bir sonuca gidilemiyor ne yazık ki...

Bu husus yine günümüz mahkemelerine yansıyan namus aklamaya yönelik dava tiplerinden biri olma özelliğini taşıyordu. Türkiye’deki yargı sistemi namus cinayetlerini, genellikle geleneğe ve kültüre dayanarak ve aile ferdinin erkekliğine yönelik saldırı oluşturduğu gerekçesiyle haklı görüyordu.

Türk Ceza Kanunu’nda doğrudan namus kavramı ile ilgili bir madde bulunmamasına rağmen mahkemeler genellikle karar verirken namus faktörünü hafifletici bir sebep olarak ele alıyordu. Namusa yönelik bir meydan okumanın, namus cinayeti failleri için ağır tahrik teşkil ettiği gerekçesiyle “töre suçları” kapsamında değerlendirilerek ceza indirimine gidiliyordu.

Fakat TCK’nin AB talimatlarına uygun hale getirilmesi sırasında feministlerin; namus ve ihtiras nedeniyle suç işleyenlerin, haksız tahrik gerekçesiyle ceza indiriminden yararlanmalarının engellenmesi yönündeki talepleri doğrultusunda, TCK’nun 462. maddesinde yer alan sekizde bire indirilen ceza yürürlükten kaldırıldı. Bunun yerine zina saikiyle cinayet suçu işlenmesi hafifletici neden olmaktan çıkarıldı. Aksine, Kanunun 82. maddesinde töre saikiyle cinayet işlenmesi ağırlaştırıcı neden olarak kabul edilerek, müebbet hapis cezasıyla cezalandırılması hükme bağlandı.

Böylece namus cinayetlerinin yasa eliyle meşrulaştırılmasına teoride son verilmiş oldu.

Zina yapılan kadının affedilmesi

Hititlerde zina yapan kadının yazgısı kocanın elinde. Hitit kanunlarının 197.maddesi karısını ve aşığını zina durumunda yakalayan kocaya her ikisini de aynı anda öldürme hakkı tanınmakla birlikte aşağıda verilen 198.madde olduğu üzere koca, karısının yaşamasını da isteyebiliyor:

Eğer Sarayın kapısına onları götürürse ve derse: ’Benim karım ölmesin’, o zaman karısını hayatta bırakır, ve zina yapan erkeği de hayatta bırakır, ve onun 'zina yapan erkeğin' başını örter. Eğer derse ‘işte tam ikisi de ölsün, o zaman tekerleğe diz çöksünler, kral onları öldürür, kral onları yaşatır.”

Kocanın karısını affetmesi durumunda zina yapan adam da sağ kalıyor. Ancak bir utanç simgesi olarak başını örtüyor. Erkeğin başının örtülmesi kadınlaştırılarak aşağılanması anlamına mı geliyor, yoksa sadece bir utanç simgesi midir, bilinemiyor.

Zina yapan kadının satılması

Hititlerde kocanın, karısının aşığıyla tazminat karşılığı bir anlaşmaya varması da mümkündü. Böyle bir anlaşma ile boşadığı karısını bir başkasına l2 gümüş şekele (Hititlerde hesap birimi ölçüsü 1 şekelin bugünkü karşılığı 12,5 gram gümüşü ifade ediyor.) satabilirdi.

Hitit kanunlarının 26/b ve c maddelerinin bu husus ile ilgili olduğu sanılıyor. Ancak tabletin çok kırık olması nedeniyle bu konuda kesin bir yorum getirilemiyor. Eğer öyleyse, adamın karısını ‘satın alarak’ kocaya ödediği tazminatın, ölüm cezasıyla kıyaslandığında, çok mütevazı bulunuyor. Her ne kadar bazıları mağdur kocanın, sadakatsiz bir kadını satması karşılığında, bir koşum öküz almaya yetecek para alabilmesinin iyi bir pazarlık olduğu görüşünü belirtse de, burada asıl sorgulanması gereken husus Hititlerde kadının bir mal gibi alınıp satılabilir olup olmadığıdır.

Bütün bu anlatılanlardan; Hititlerin cinsiyetçi değerlerin korunması için şiddeti kabul eden bir hukuk sistemine sahip ataerkil bir toplum olduğu anlaşılıyor. Günümüzden 3 bin 500 yıl öncesine ait Hitit Kanunlarında yer alan bu maddelerin, kendisinden sonraki dönemlerde ve bugün de bazı konularda hala geçerliliğini koruyor.

Arkeolojik kazılarda şu ana değin gün ışığına çıkarılan tabletler birçok soruyu yanıtsız bırakıyor. Arkeologlar bilinenden bilinmeyene ulaşıp, Hititlere ait sırları çözebilmek için kazılarını sürdürüyor.

Kaynakça

F.KINAL, Eski Anadolu Tarihi, TTKB, Ankara, 1991, s.147 vd.

2 F.IMPARATI, Hitit Yasaları, İtalyan Kültür Heyeti, Çev: Prof. Dr Erendiz Özbayoğlu, Ankara 1992,s.279 vd.

3 Yargıtay 5’inci Ceza Dairesi’nin E.No: 2007/1161, K.No: 2007/2039 sayılı kararı

4 C.A.MACKİNNON, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, Çev: Sabir Yücesoy, Türkan Yöney, 2003, İstanbul, s.198 vd.

5 B.DİNÇOL, Eski Önasya Toplumlarında Suç ve Ceza Kavramı, Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Y. Sayı 22, İstanbul, 2003, s.42

6 L.PERVİZAT, “Namus Adına 1” Namus Adına Şiddet Kuramsal ve Siyasal Yaklaşımlar, İstanbul Bilgi Üniversitesi Y., İstanbul, 2006, s.145 vd.

7 T.BRYCE, “Hitit Dünyasında Yaşam ve Toplum”, Dost Kitapevi, Ankara, 2003,s.143 vd.

Binnur Çelebi (Arkeolog –Kastamonu Valiliği Kültür ve Sanat Danışmanı) binnur.celebi@gmail.com