Hınç ve Ötesi...
cumhuriyet.com.trGerek bireyler gerekse toplum kesimlerinde; başkalarına (yaşayan ya da ölmüş) ve/veya olaylara, siyasal / sosyal düzene vb. karşı, kızgınlıktan da öte, bir duyu olarak hınç ve uzantısı öç alma isteği oluşabiliyor. Max Scheler, hınç (ressentiment) konusuna ilişkin yapıtında buna, moral, bireysel ve sosyal yönleriyle ilginç yorumlar getirir: (Hınç; Max Scheler, çeviren Abdullah Yılmaz) “Hınç egonun eylemlerinden bağımsız bastırılmış bir gazap duygusudur” der. “Zihnin kendini zehirlemesinden söz edilir.” Hıncın bir duyu (his) durumu olarak çeşitli kaynakları, nedenleri ve de sonuçları vardır. Öfkeden farklı olarak çok kez süreklidir. Bunlara uygun değer yargılarının nedeni olabilir. Böylece nefret, haset, kötüleme, kin dürtülerini içerebilir. Ayrıca haset ve kıskançlık, birer hınç kaynağı olabilir.
İnsanda hınç, yoğunluğu farklı olabilen bir duyu durumu, ikincil bir ruhsal tepkidir. Gerek bireylerin ve gerekse toplumların her duygusal tepkisi gibi bunda da az veya çok düşünsel olmayan öğeler bulunur. Bazen bu tepkiler rasyonalize de edilebilir. Hınç nedeniyle kişilerin, toplumların eylemleri bazen saldırganlığa kadar uzanabilir özellikle de nispeten ilkel, eğitimsiz, düşün aşaması yönünden yetersiz olanlarda. Hınç başkalarına yönelik olabildiği gibi doğrudan kendi yakınlarına, işbirliği içinde bulunduklarına, mensup bulunduğu kurum veya içindekilere yönelik hatta aile içinde bile oluşabiliyor. Hınç örtülü kalabilir ve eyleme yönelmez, kendi başına düşmanca bir niyet taşımasa bile böylesi süreçleri besleyebilir.
“Hiçbir şey öfke kadar insan düşüncesini saptırmaz” der Montaigne. Bu sav bir ölçüde hınç için de düşünülebilir. Çıkarlar, sosyal/siyasal ihtiraslar, farklılıklar, iktidar ve mevki hırsı vb. dürtüler hınca dönüşebilmekte ve olumsuzluklara yol verebilmektedir. Hıncın kaynağı fikirsel farklılıklara veya dinsel inançlara, kültürel farklılıklara dayalı çatışmalara ilişkin de olabilir. Bu nedenlerle, mevcut düzene yönelik hıncın kişisellikten çıkıp toplum kesimlerine girmesi, yaygınlaştırılması bir ülke ve toplum için çok kez sakıncalı ve tehlikelidir. Politikaya girmesi ve hınca dayalı öğeler içermesi daha da beterdir. Aslında yerleşik düzenlerin (sosyal, siyasal) değişim veya gelişimi (transformasyonu) doğal bir olgudur. “Değiştirilemeyen bir düzen kötü bir düzendir” der Publis Syrus. Ancak tranformasyon daha iyiye, daha çağdaşa bilim ve düşün ile uyumlu, ileriye dönük, saplantılardan ve dogmalardan olabildiğince arınmış olmalıdır. Bütün sosyal, siyasal çatışmalar, tepkiler aslında tarihsel bir olgudur. Fransız Devrimi’nden yıllarca sonra bile krallık düzeni özlemleri az değildi. Nitekim bir süre geri geldi ve geçti. Osmanlı İmparatorluğu’nda Selim III’ten itibaren gündeme giren her yenilik, değişim, düzeltme girişimi ve çağdaşlaşma çabası, karşısında, başlıca hınç ile dolu cahilane taassubun ve çıkarcı statükocuların tepkisini buldu.
Hınç bazen olumlu dönüşümlere de olanak sağlayabiliyor. Ancak bu da gene rasyonel ve çağdışı dogmalardan arınmış güçlerin ve düşünselliğin eseri olabiliyor.
Bilim ve rasyonel düşün (tefekkür) yanında kuşkusuz dinsel inanç da insani ve de toplumsal, ruhsal ve hatta bir yanı ile fikirsel bir süreç gerçek ve de kutsal bilinen bir değerdir. Yeter ki inanç fanatik aşırı mistik tutkular, maziperest ve simgelere yapışık saplantılar içermesin, anakronik yargılara, yorumlara dayalı olmasın, aklı ve düşünü dışlamasın.
Francois Jacob’un dediği gibi: “19. asır aydınlanmacıları aklın sadece gerekli değil fakat tüm sorunlar için yeterli de olduğu yanılgısına (saflığına) düşmüşlerdi. Günümüzde ise bazıları aklın yeterli olmadığı gibi gerekli de olmadığını ileri sürerken daha da büyük bir aptallığa düşüyorlar.”Hınç sadece düşünceyi değil hatta bazen sağduyuyu bile saptırabiliyor.
Prof. Dr. Kemal ÖNEN