Herkesin Bir Hikâyesi Var
Dilek Metin Sert'in yayına hazırladığı Herkesin Bir Hikâyesi Var, Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin kadınlara yönelik projelerinin bir ürünü olarak karşımızda.
cumhuriyet.com.trAntalya Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı'nın katkıları ile hazırlanmış, 'Başarılı Kadın Hikâyeleri' projesinin önemi bir kez daha anlaşılıyor. Daha önce de 'Kadınlar Edebiyatla Buluşuyor Antalya Öyküsünü Yazıyor' proje çalışmasına destek veren Antalya Büyükşehir Belediyesi'ni bu nedenle kutlamak gerekli. Kitap Gülten Akın'ın, 'Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım/ günaydın kaysıyı sallayan yele/ kurtulan dirilen kişiye günaydın' dizeleriyle başlıyor. Pek çok kadının duygusuna tercüman olmuş Akın'ın bu dizeleri bizlere dünden ses veren kadınları hatırlatıyor. Öte yandan kitabın editörü Dilek Metin Sert, 'Editörün Notu' başlıklı yazısında 'İçinde yaşayanlara kentlilik bilincini verebilmesi ve tüm bunları toplumsal cinsiyet duyarlılığına sahip olarak icra edebilmesi, yerel yönetimlerin en önemli başarılarındandır kanımca. Belediyeciliğin salt yol-su-elektrik hizmetleri ile sınırlı olmaması gerektiği anlayışından hareketle kültürel çalışmalara da ağırlık veren ve bu yöndeki projelere sonsuz desteğini sunan belediyemizin 'Kadın Dostu' belediyeciliği benimseyen ürünlerindendir elinizde tuttuğunuz bu kitap' diyor. Kitap önemli; bu nedenle kitabın okurla buluşmasında büyük emeği geçen Antalya Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanı ve projenin koordinatörü Âdem Akyürek'i de kutlamak gerekli.
Ayrıca içinde bulunduğumuz süreç göz önüne alındığında, çalışmanın önemi bir kez daha anlaşılıyor. Kadını erkek otoritesinden bağımsız hale getirebilmek, kadının kendini ifade edebilmesini sağlamak, ev içine hapsedilen kadını nefes alır hale getirebilmek ve bunu da edebiyat aracılığıyla yapmak'
Kitabın sayfalarını çevirdiğimizde yıl 2012 olmasına karşın, adını belirtmek istemeyen kadınların rumuz kullandığı gözümüze çarpıyor. Bunda eş, dost, çevre faktörünün etkisi büyük olsa gerek. Fakat her şeye rağmen kadınlar kendilerini ifade ediyorlar. Kimi kez kendi yaşadıklarını, yaşamöykülerini kaleme alırken kimi kez de onları yakından tanıyan çocukları, dostları, arkadaşları, öğrencileri tarafından başarılı işlere imza atmış kadınların öykülerinin kitapta yer aldığını görüyoruz. Bu yaşamöykülerini okuduğumuzda, bazen hüzünleniyor bazen de gülümsüyoruz. Sayfaları çevirdiğimizde, ebru sanatını öğrenme arzusu içinde bir kadın çıkıyor karşımıza. Bu kadın her şeye göğüs germiş, atölyesini kurmuş bir kadın. Bir zamanlar öğrenciyken, bir süre sonra öğretmeni olmuş bu çok sevdiği sanatın. Bir de tesadüflerin karşılaştırdığı kadınlar var tabii. Birbirlerini olumlu yönde etkileyen, birbirlerine kol kanat geren. Bu bazen bir anne oluyor her şeye rağmen yüzü gülümseyen. Bir diğeri çocuklarını yokluk içinde okutuyor. Ama hepsinin yüreğinde umut var. Görünen o ki bunu soldurmaya niyetleri yok. Solmasın da. Kadınlar evlerinden dışarı çıksın, hayatın içine karışsın, güçlerinin farkına varabilsinler.
İşte tam da burada belediyeciliğin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin yaptığı bu çalışmanın diğer belediyelere örnek olmasını dileyerek, bizler de bu tarz çalışmaların devamını diliyoruz.
Herkesin Bir Hikâyesi Var/ Yayıma Hazırlayan: Dilek Metin Sert/ Antalya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları
Birol Özdemir'le 'Haymatlos' üzerine
'Halkbilim edebiyat için verimli bir kaynak'
Birol Özdemir bir öykü dosyasıyla 1990 Akademi Kitabevi Ödülleri'nde bir Özendirme Ödülü almıştı. Sonra bir daha ne kitap, ne öykü... Bügünlerde ise bir öykü kitabıyla çıkıverdi karşımızı. Özdemir'le 'Haymatmos'u konuştuk.
Adil İZCİ
-Değerli Birol Özdemir, sizi 1990 Akademi Kitabevi Edebiyat Ödülleri'nde öykü dalında aldığınız özendirme ödülüyle anımsıyorum. Kitap dosyanıza verilmişti o ödül. Ne oldu sonra o dosya, son üç dört yıla kadar neden ortalıkta görünmediniz? Kısacası ilk kitap için neden bu kadar beklediniz?
- Sevgili Adil İzci, söz ettiğiniz ödülü aldığımda ödül jürisinde yer alan Feridun Andaç ve Hüseyin Haydar öykü dosyamı yayımlama konusunda aceleci davranmamamı önermişlerdi. Ben de onları dinledim, acele etmedim, ama bir de baktım ödülün üzerinden yirmi iki yıl geçmiş! Yazmak kadar yayımlamanın da bir seçme sorunsalı olduğunu düşünüyorum. Yazıyla bağlantım yirmi küsur yıldır aslında hiç kopmadı. Yazmak benim için süreğen bir edim. Bu süreçte onlarca yazı defterim oldu. Yazdığım metinleri de çoğunluk bu defterlerden yola çıkarak oluşturuyorum zaten. Bir ikisi dışında kitaptaki öykülerimi daha çok da içinde yer aldığım ya da yanında yöresinde bulunduğum dergilerde yayımladım. Bir de yazdıklarımı her zaman öğrencilerimle, arkadaşlarımla paylaşma olanağının verdiği bir doygunluk duygusu belki de kitap yayımlama düşüncesini bende pek geliştirmedi. Ne var ki sevgili öğrencim Özen Uğurlu, öykülerimi okuyup her öykümle ilgili bir desen yapınca artık benim için de bir kitap yayımlamak kaçınılmaz bir hal aldı ve bu kitap ortaya çıkmış oldu.
- Teknikleri türlü türlü öykülerinizin... Klasik olanlardan iç seslerle kurduklarınıza kadar... Ama hemen hepsinde bir yaşantıdan, bir gözlemden yola çıktığınız belli... Saptamalarım yerindeyse biraz açalım mı öykü anlayışınızı?
- Evet, bu kitapta farklı yapıda, tonda öyküler görebilirsiniz. Bir öykünün gerçekliğinin, sorunsalının o öykünün yapısını da belirlediğini düşünüyorum. Bu anlamda doğaçlama, şiir gibi gelenleri bir yana bırakırsak öykülerimi yapılandırırken her zaman farklı dil ve biçim arayışlarım oldu. Bu kitapta tarz olarak birbirine daha yakın duran öykülerimi okumayı belki kolaylaştırır düşüncesiyle iki kümede topladım.
- Öykülerinizi dil ve anlatımıyla da sevdim. Rastgele birini, 'Optik'i seçtim ve özellikle bir de bu yönden baktım; gereksiz tek bir tümce yok bence. Bu konuda ne demek istersiniz?
- Teşekkür ederim, umarım dediğiniz gibidir. Dil konusunda seçicilik takdir edersiniz ki, edebiyat öğretmenleri için olmazsa olmaz önemde bir olgudur. Bu konuda sizin de aralarında bulunduğunuz çok değerli arkadaşlarımla yazdıklarımı paylaşma, dil işçiliği üzerine düşünme fırsatı buldum. Buna Notos öykü atölyesindeki ve farklı dergi süreçlerindeki dostlarımla paylaştıklarımı eklemeliyim. Tabii en büyük şansım, her zaman, öykülerimi okuyan öğrencilerimin geri bildirimleri oldu.
- Dil ve anlatımızı da sevdim dedim ya, iyi ki 'sözcüklerle oynamak' gibi bir derdiniz olmamış. Yalın, sıcak ve renkli bir anlatım... Yer yer gülmece dili... Bunları öyle özellikle tasarlamadığınızı, günlük hayatınızın içinden hepsinin kendi kendine doğduğunu sanıyorum. Ne dersiniz?
- Dilin sınır boylarında dolaşmak kuşkusuz yeni bir dil kurmak için önkoşuldur. Öte yandan dil zorlamayı kaldırmaz, yaşamla dil arasındaki bağı koparırsanız yazdıklarınız da sahiciliğini yitirir. Daha önce de belirttiğim gibi bağlamla dil arasında doğrudan bir ilişki olduğu düşüncesindeyim. Bu anlamda bende her öykü kendi dilini de beraberinde getiriyor diyebilirim. Oto sanayide geçen, argo bir dile de zaman zaman yer veren bir öykümle, İstanbul'da geçen, fantastik öğeler barındıran Kumral Öykü adlı öykümün dili kuşkusuz aynı değil örneğin. Burada öykünüz için seçtiğiniz ton, tarz da etken elbette. Örneğin okul ortamlarındaki bir olguyu anlattığım Kemiklerinizi Kırarım adlı öykümün dili bütünüyle farklıdır. Bütün bunlar bir yana genelde kendime ait bir dil oluşturabilmişsem ne mutlu bana!
- Biyografinizden belli: Oradan oraya bir ömür, yıllardan beri de İstanbul'dasınız. Bununla birlikte bir Orta Anadolu insanı olduğunuz da ortada. Öykülerinizi bu yönüyle de sevdim, farklı ama özgün bir coğrafyadan da sesler, renkler, hayatlar, insanlar getiriyorsunuz gözlerimizin önüne. Dilerim ki yeni öykülerinizde de eksik olmaz bunlar.
- Öykülerimi bu anlamda sevmeniz sizin de Niğde yıllarınıza dayanıyor olmasın! Üstelik üstad Neşet Ertaş'ı da sağlığında tanıma fırsatı buldunuz. Bu coğrafyanın halk kültürü açısından ne denli zengin olduğunu hepimiz biliyoruz. Üniversite bitirme tezim köyümüz de olan Kırşehir'in Mucur ilçesinin Dalakçı köyü üzerine bir folklor ve etnografya incelemesiydi. Dalakçı köyü, yıllarca Muharrem Ertaş, Çekiç Ali, Neşet Ertaş gibi ozanları ağırlamış, Yanık Ahmet gibi kendi ozanları da olan bir yer. Aynı zamanda 70'li yıllarda ilk köy gazetesini çıkarmış, halen bu gazeteyi yayımlamayı sürdüren, kendi internet sitesi, televizyonu, radyosu, kadınlar korosu olan bir köy. Böylesine zengin bir kültürel atmosferle çocukluğunuzdan itibaren bağlarınız olduğunda bu olgu sizin yazdıklarınızı da ister istemez besler hale geliyor. Halkbilimin edebiyat için her zaman verimli bir kaynak olduğunu düşünüyorum.
- Kitabınıza 'Haymatlos' adını vermenizde -ki bir öykünün de adı aynı zamanda- ne(ler) etken oldu?
- Bu öyküyü sevgili Mehmet Zaman Saçlıoğlu'nun bir öyküsünün girişinden yola çıkarak yazmıştım. Haymatlos sözcüğü biraz da kendini merak ettirdiğinden bu adı kitap adı olarak seçtim. Belki de öyküdeki bir anlatımla 'Hepimiz içimizde bir yerlerde az buçuk onu taşıyor' olabileceğimiz içindir.
Haymatlos/ Birol Özdemir/ Yitik Ülke Yayınları/ 114 s.
C. Isherwood'un bir yazar olarak portresi
Tek Başına Bir Adam
Tek Başına Bir Adam'da, İngiliz asıllı orta yaşlı bir profesör olan George'un yaşamının 'tek' bir günü gözler önüne seriliyor.
Lal Mina SOLMAZ
'Gördüklerini sürekli kayda alan bir kamerayım ben. Bir gün bunların hepsi dikkatle yazıya aktarılacak, bunu da biliyorum' diyerek yazdıklarında çoğunlukla kendi hayatına ve gözlemlerine 'ayna' tuttuğunu ifade eden Christopher Isherwood, Tek Başına Bir Adam kitabıyla yazma yönündeki planlarında bir hayli yol kat ettiğini söylüyor. Isherwood, 'gözde'si olarak nitelendirdiği bu kitabını ince eleyip sık dokuyarak, görünenlerin altında fokurdayan bir gerçeğin daha olduğunu gözler önüne sermek adına 'kontrolünü elden bırakmadan' yazdığını söylüyor.
Tek Başına Bir Adam'da, İngiliz asıllı orta yaşlı bir profesör olan George'un yaşamının 'tek' bir günü gözler önüne seriliyor. Hayat arkadaşı Jim'i bir araba kazası sonucu kaybeden George, Jim'in olmadığı bir yaşama tutunup kendi başına ayağa kalkmaya çalışıyor. Farklı bir uyruktan gelmesi ve yaşça büyük olması sebebiyle öğrencilerine yabancılaşan George, eşcinsel olmasından ötürü toplumun geri kalanından da uzaklaşır. Çevresindeki herkese 'öfke'yle bakan George, yüreğinin boşluklarını yaşam sevgisiyle doldurmaya uğraşıyor. Sevdiğini kaybeden, toplumdan uzaklaşan ve gün geçtikçe kendi iç dünyasına 'yaklaşan' bir insanın portresini çizen Isherwood, okuru vazgeçmekle tutunmak arasında gidip gelen kahramanın ince çizgisinde buluşturuyor.
Romanıyla Gore Vidal'den 'İngilizcenin en iyi yazarı' övgüsünü alan Isherwood, kitabında eşcinsellik konusunda dobra bir tutum sergiliyor ve eşcinsellikten ziyade 'ötekilik' sorunuyla ilgilendiğini, bu 'farklı' bakış açısının altını çizmeye çalışıyor. New York Times'a yazan edebiyat eleştirmeni ve yazar David Daiches, 'insanlığın badiresi konusunda üzücü ve bir o kadar şeytani bir rapor' olarak özetlediği bu romanın anlatımının büyüleyici olmasından, sözcüklerin özenle seçilmesinden ve her şeyden önemlisi yazılanların 'doğru'luğundan övgüyle bahsediyor.
Yirminci yüzyılın en nüfuzlu eşcinsel yazarlarından biri olarak kabul edilen ABD'li romancı Edmund White, 'Çağdaş Eşcinsel Özgürlük Hareketi'nin ilk ve en iyi romanlarından biri olarak değerlendirdiği Tek Başına Bir Adam'ın yazarı Isherwood'un kendisini etkileyen belli başlı yazarlardan biri olduğunu da ekliyor. Eserlerinde daha çok sınıf mücadelelerine, toplumsal adalete yer veren İngiliz şair, yazar ve denemeci Stephen Spender ise kitap hakkındaki düşüncesini 'kesinlikle çarpıcı, sinir bozucu bir gerçeklikte kurgulanmış şahane bir eser' şeklinde ifade ediyor.
Otomatik Portakal kitabının yazarı ve edebiyat eleştirmeni Anthony Burgess ise Isherwood'un bu kitapla birlikte bir yazar olarak görkemini ve dehasını hiçbir zaman kaybetmediğini kanıtladığına inanıyor. The Telegraph gazetesinde yazan ABD'li yazar Richard Preston, ilk olarak 1964'te yayımlanan Tek Başına Bir Adam kitabının anlatımının çok başarılı olduğunu ama kitabın Tom Ford tarafından aynı isimle beyazperdeye aktarılan filmini beğenmeyenlerin kitabın da kötü olduğunu düşünmemesini önemle rica ediyor.
The Independent gazetesi Isherwood'un bu kitapla birlikte ABD'deki ve İngiltere'deki eşcinsel yazarlara ilham olduğu gerçeğini öne çıkarırken Guardian gazetesi ise kitabın bütününde hissedilen bastırılmış ıstırap duygusunun hüküm sürdüğü noktada mizahla metanetin çarpıcı bir şekilde bütünleştiğini söylüyor ve ekliyor: 'Isherwood inanılmaz bir yazar. Çok yetenekli. Kıvrak zekâsı, mizah anlayışı, biçemsel cazibesi ve anlatım tekniğiyle Isherwood, kesinlikle edebiyat dünyasının önde gelen isimlerinden. Tek Başına Bir Adam romanı ise yazarın kesinlikle başyapıtı olarak bilinmeli ve hatırlanmalı.'
Tek Başına Bir Adam/ Christopher Isherwood/ Çeviren: Fatih Özgüven/ Yapı Kredi Yayınları/ 132 s.