Hayatı göçüp gidenler

30 yaşına daha varmamış, omuzlarında koca yüklerle anne Yeter, aile geçindirmenin sorumluluğuyla boğuşan kocası Hasan; en küçüğü 1, en büyüğü 12 yaşında, sabahın dördünde çalışmaya başlayan 5 çocuk. Göçer bir aileye konuk olduk, yaşamlarını, hayallerini dinledik...

Şehriban Kıraç

Kendi köyüne, evine yıllarca uğrayamamak... Yazın 4 ay elektrikten yoksun olmak... Her yıl ayrı okullara gitmek... Doğuştan çoban olmak... Kaçıncı sınıfta olursa olsun okuldan gelince koyunların, kuzuların peşinden gitmek... Türkiye’de geçim zor ama eğer göçerseniz hayat büsbütün zor. Geçmiş dönemlerde Anadolu topraklarında yaşayanlar için önemli bir ekonomik faaliyet ve geçim kaynağı olan göçebe hayvancılık önemini yitirirken, göçebe hayvancılık yapılan alanlar da daralıyor. Buna rağmen yaz başlarında yüzlerce göçer daha çok süt elde etmek ve hayvanları sıcaklardan telef olmasın diye yayla yollarına düşüyor.

Yaylada doğum sancısı

Kayseri’nin Pazarcık ilçesine bağlı bir köyden Kahramanmaraş Elbistan Yalak köyünü 4 yıldır kışlak olarak kullanan iki kız ve bir erkek kardeş göçer ailenin hikâyesine yerinde tanıklık ettik. Yeter, 30 yaşına daha varmamış, 5 çocuk annesi. Üç yaşındaki oğlu Abdullah’a hamileyken Kayseri’deki Binboğa Dağları eteklerindeki yaylarda sancısı tutuyor. Hastaneye ulaşmak mümkün değil. Arabalara ulaşmak için en az bir gün dağ bayır yürümek zorunda. Sancıları artınca helikopter ambulans imdada yetişmiş. “Oğlum doğunca da helikopter pilotunun adını koyduk: Abdullah” diyor. “Kendimi bildim bileli havancılıkla uğraşıyoruz” diye devam eden Yeter için gün, sabaha karşı saat 04.00’te başlıyor. O saatte kalkıp her gün taze ekmek yapıyor.

Ait hissedememek

En küçüğü 1, en büyüğü 12 yaşında 5 çocukla ve 250 civarında koyunla hayatın tüm yükü onun sırtında. “Göçer olmasak hayat daha kolay olacak” diyor. Yerimiz yurdumuz belli olurdu. Kışın bir yerdeyiz yazın bir yerde. Kendini hiçbir yere ait hissedemiyorsun. Kendi köyümdeki evimle ilgili hayallerim var. Mesela üç yıldır inşaat halinde. Çocuklarım için sıcak bir yuva hayal ediyorum. Yine kışlada kaldığımız yerde evlerimiz var. Yazın gittiğimiz yaylada çadır kurmak zorundayız. Yılan oluyor, fare oluyor kurtlar oluyor. Bazen gece korkudan uyuyamıyoruz. Yaylada hayat daha zor. Elektrik olmadığı için çamaşır makinesi yok. Her gün saatlerce çamaşır yıkamak durumunda kalıyoruz. Çocuklar hasta olsa kolay kolay şehre inip doktora gidemiyoruz. Sanki her şeyle bağ kesiliyor yaylada olunca. Televizyon yok. Telefon yok. Güneş enerjisi jeneratörümüz var, geceleri aydınlatma için onları kullanıyoruz” diye dert yanıyor.

Saman, yem pahalı

Yeter’in eşi Hasan da evlenmeden ve göçerliğe başlamadan önce iki yıl Japonya’da çalıştığını söylüyor. Orada hurda arabaları kırma işiyle uğraşıyormuş. “Göçer olmazsak aslında hayvancılıktan iyi para kazanabiliriz” diyen Hasan, “Yazın yaylaya gidiyorsun kira parası veriyorsun, kışlağa gidiyorsun kışlak parası veriyorsun. Saman, yem çok pahalı. Kuzulara çocukları gönderiyoruz ama aylık 4 bin liraya bile çoban bulmak zor. Yaylaya giderken araba kiralıyoruz dönerken yine kiralıyoruz. Bunların hepsi para... Son iki yıldır Nurhak Dağı eteklerindeki yaylaya gidiyoruz. Orası biraz daha yakın. Yaylaya varmamız iki günümüzü alıyor. İşler kolay olsun diye de sütleri bir hafta birimiz diğer hafta birimiz peynir yapıyoruz. İki haftada bir toplanan peynirleri Gaziantep’e götürüp toptancılara satıyoruz. Masrafları çıkarıyor mu, şükür. Ama çektiğimiz eziyete değiyor mu tabii ki hayır” sözleriyle hayatının zorluklarını anlatıyor.

 

Karnemi ellerimle almak istiyorum

Hazal, Şevval, Aliş, Zeynep, Gülsüm, Evin, Mayroş... Bütün göçer çocuklarının sorunları aynı. Bu yıl 6. sınıfa geçen Gülsüm, 4. sınıfa geçen Şevval, 7. sınıfa geçen Enes eğitim hayatları boyunca hiç karne sevinci yaşamamışlar. Çünkü okullar kapanmadan yayla yollarına düşüyorlar. Karne sevincini görmeyen göçer çocukları, okulların ilk günlerinde de çoğu zaman dönüş yollunda oldukları için okulun açılış sevincini de göremiyorlar. Gülsüm “En çok istediğim şey bir gün karnemi kendi ellerimle almak. Okullar açıldıktan sonra yayladan döndüğümüz için karnemizdeki zayıfları sınıfta kalıp kalmadığımızı da o zaman görebiliyorum” diyor. Gülsüm’e en çok ne yapmayı seversin, diye sorduğumda “Çocuklarla gidip rengârenk çiçekler toplamayı çok seviyorum” diyor, “ama koyunlar sağılırken onları sürmeyi hiç sevmiyorum” diye de ekliyor.

Süt sağmak şimdilik eğlence

5.5 yaşındaki göçer kızı Hazal, Yeter’in ortanca çocuğu. Keçi sağmayı öğrenmiş. Şimdilik eğlence gibi geliyor bu iş ama aslında her gününün koyunların içinde geçmesini sevmiyor. Sabah 06.00’da uyanıyor, ablasıyla ağılı süpürmekle işe başlıyor. Sonra vakit bulabilirse kahvaltı... Sonrası dört saat süren koyun, keçi sağma işi... Koyunlar sağılırken Hazal’ın görevi koyunları sürmek. Hem de havasız 30-35 derece çadırın içinde. Dizlerine kadar koyun dışkısına bata bata her gün bu işi yapmak zorunda. Okula gitse bu işten kurtulacağını hayal ediyor Hazal. Ama aslında okula gitmek de kurtuluş değil. Ablası Şevval bu yıl 4. sınıfa geçmiş. Taşımalı eğitimle 7 kilometre mesafedeki köye gidiyor. Sabah 08.00’de gittiği okuldan öğleden sonra 15.00 gibi dönüyor eve. Verilen ödevi çoğu zaman vakit bulamadığı için yapamıyor. Önce annesinin gündüz sağdığı sütü birlikte peynir yapmalılar. En az 3 saat sürüyor bu iş. Boyundan büyük tencerelerden sütü aktarmalı. O iş bitince kuzulara çobanlık etme görevi var. Aliş ile Hasan ikizler, daha 2.5 yaşındalar. Onların gününün yarısı koyunların içinde geçiyor. Koyunları sürerken çoğu zaman içerideki sıcaktan ve havasızlıktan ağılda uyuya kalıyorlar.