'Hayata Dönüş' değil tufan/ 1

Tam 83 saat sürdü operasyon. Dile kolay... Komando birlikleri, polisler, infaz koruma memurları... İş makineleri, greyderler, dozerler, ambulanslar, itfaiye araçları... Sıvı yağ ve kolonya ile kendilerini yakanlar... Ateşe verilen yataklar... Barikatlar, ranza demirinden çubuklar, dolap kapağından kalkanlar... Delinen tavanlar, yıkılan duvarlar...

cumhuriyet.com.tr

Baskınların başlama saati 05.00 olarak belirlenmişti. Eşzamanlı operasyon, 3 bin 951 siyasi, 11 bin 276 adli tutuklu ve hükümlünün bulunduğu toplam 20 cezaevine yönelikti. “Hayata Dönüş” müdahalesinde 191’i subay, 432’si astsubay, 392’si uzman jandarma, 281’i uzman erbaş ve 7 bin 80’i er ve erbaş olmak üzere toplam 8 bin 385 personel görev aldı. Tam 8 jandarma komando taburu ve 37 bölük asker... Bu sayıya, polisler ve infaz koruma memurları dahil değildi.

Hayata Dönüş Operasyonu’nun üzerinden neredeyse 11 yıl geçti, görevli askerlerden “yanana benzinli battaniye” gibi kan donduran itirafların gelmesiyle birlikte başta medya olmak üzere o günlerde baskına destek olanlar veya suskun kalanların vicdanı rahatsız olmaya başladı; “Devlet girdi!” ve “Sahte Oruç Kanlı İftar” gibi manşetlerle operasyonu alkışlayanlar, bir katliamı dillendiriyor artık.

Hayata Dönüş ve sonrasında 2007’ye dek süren ölüm orucu eylemiyle ilgili “Sessizliğe Karşı” adında bir kitap yazabildiysem şayet, bunu baskılara karşın her koşulda tarafsız duran gazetem Cumhuriyet’e borçluyum, hiç kuşkusuz. Cesetlerde işkence izi var dedik, operasyonlarda kimyasal silahlar kullanıldığını söyledik. Yazdığımız her haber kullanıldı.

Evet, hiç unutmuyorum, 18 Aralık 2000’de cezaevleri ve ölüm orucuyla ilgili haberi yazmış, geç vakitte gazeteden çıkmıştım. Yolda Alemdağ, Buca, Ümraniye, Diyarbakır ve Ulucanlar cezaevlerine yönelik baskınları düşünüyordum, kaygılıydım, görüşmeler tıkanmıştı, devlet kararlıydı, operasyon bekleniyordu artık. Yine de 12 yaşamın solduğu 1996 ölüm orucu ve açlık grevi eyleminde olduğu gibi bir son dakika anlaşması da bekliyordum. İşte bir umut...

Sabaha karşıydı, acı acı çaldı telefon, arayan kimdi hatırlamıyorum, önemi de yoktu, 20 cezaevine yönelik eşzamanlı kanlı operasyon başlamıştı. Apar topar gazeteye giderken, bana ilk ulaşan tutuklu ve hükümlü yakınlarıydı. Evlatlarını soruyorlardı, telaşlı ve ağlamaklıydılar.

Dışarıda koyu bir sessizlik

Sağlıklı bir haber almak mümkün değildi, gelen bilgilerin kaynağı ise malumdu. Toplumsal muhalefet susmuş, hükümet ve medya tek ses olmuştu. İçeride akıl almaz bir yıkım vardı, dışarıda ise koyu bir sessizlik.

Tam 83 saat sürdü operasyon. Dile kolay... Ciğerlerin söküldüğü andı... Sarmıştı her yanı yangın yalazı... Komando birlikleri, polisler, infaz koruma memurları... İş makineleri, greyderler, dozerler, ambulanslar, itfaiye araçları... Sıvı yağ ve kolonya ile kendilerini yakanlar... Ateşe verilen yataklar... Barikatlar, ranza demirinden çubuklar, dolap kapağından kalkanlar... Delinen tavanlar, yıkılan duvarlar... Ağır silahlar, hafif silahlar, çeşit çeşit silahlar… Havada uçuşan helikopterler, askeri marşlar ve psikolojik savaş teknikleri... Köpük ve su... Ateş ve kurşun... Göz yaşartıcı bomba, sinir gazı, kimyasal sıvılar... Yanma, yaralanma, boğulma, zehirlenme, ölme... Müdahale, müdahale, müdahale...


Ateş düştüğü yeri yaktı

Namluların ucunda, ateş altında, korun içinde ikisi asker 32 can yitip gitti, yüzlerce kişi yaralandı, çok sayıda tutuklu ve hükümlü ise şarapnel parçaları nedeniyle gözünü, parmaklarını ve diğer uzuvlarını kaybetti. Bu, Türkiye cezaevleri tarihinin en büyük baskınıydı. Ölüm orucu eylemini sonlandırmaktı iddiaları ve saçma sapan bir ironi ile operasyonun adını “Hayata Dönüş” koydular. Mahkûmları “ölü ele geçirdiler”...

Baskınların başlama saati 05.00 olarak belirlenmişti. Eşzamanlı operasyon, 3 bin 951 siyasi, 11 bin 276 adli tutuklu ve hükümlünün bulunduğu toplam 20 cezaevine yönelikti. “Hayata Dönüş” müdahalesinde, 191’i subay, 432’si astsubay, 392’si uzman jandarma, 281’i uzman erbaş ve 7 bin 80’i er ve erbaş olmak üzere toplam 8 bin 385 personel görev aldı. Tam 8 jandarma komando taburu ve 37 bölük asker... Bu sayıya, polisler ve infaz koruma memurları dahil değildi. İtfaiye erleri, sağlık personeli ve diğer görevliler de katılınca Hayata Dönüş’ün büyüklüğü gözler önüne seriliyordu. Kıbrıs’tan sonra en çok askerin kullanıldığı baskının adıydı Hayata Dönüş. Operasyon sırasında 1.5 trilyon liraya mal olan 20 bini aşkın envai çeşit bomba ve ağır harp silahları kullanıldı.

Devlet kendi cezaevlerini yıktı, üstüne operasyon mağdurlarına dava açıldı. Yetmedi, Hazine geldi, “devleti zarara uğrattınız” diye sadece Ümraniye Cezaevi sanıklarından 398 milyar lira talep etti. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün “Sevk yok” sözlerinin aksine operasyonda yaralanan yüzlerce tutuklu ve hükümlü tedavileri tam anlamıyla yapılmadan F tipi cezaevlerine dolduruldular. Sonrası medyayı “uslu çocuklara döndüler” diye heyecanlandıran eşek tıraşı, hiç dinmeyen işkence ve copla tecavüz iddiaları...

Ölüm orucu eylemine katılım sayısı ise operasyona ve tecride yönelik tepki nedeniyle 290’dan 495’e yükseldi. Hayata Dönüş’ün “baskın” bölümü bitmiş, bu kez daha da çok can alacak “tecrit” bölümü başlamıştı. Dünyada ilk kez bir açlık grevi eyleminde tutuklu yakınları da destek amacıyla ölüme yattı. Kadınlar, erkekler, gençler, yaşlılar açlık grevindeydi... Türkiye’nin dört bir yanında eylem evleri açıldı. F tipi cezaevlerinde tecrit ve baskı uygulandığı iddiaları ise hiç bitmedi, sık sık hastaneye kaldırılan eylemcilere “zorla müdahalede” bulunulduğu öne sürüldü. Diyanet de boş durmadı, fetva verdi; müdahale edilsin diye...

Ölüm rutinleşti, ölüm istatistik oldu ve ateş düştüğü yeri yaktı. Açlığın girdabında hücre hücre eriyerek yiten her can 5, 10, 15… 75. ölüm diye yansıdı gazete köşelerine... Eylem sona ermediği gibi toplam sayısı 13’e ulaşan ölüm orucu ekipleri kuruldu. Evet, Hayata Dönüş’ün ardından 90 can daha gitti, ölüm orucunda ve diğer eylemlerde. Kanımca, Hayata Dönüş, ölüm orucunun sonlandığı 2007’de sona erdi ve gerçek bilanço: 122 ölüm, yüzlerce yaralıydı. Ayrıca beş yüzden fazla insan da Wernicke-Korsakoff’a yakalandı, hafızalarını yitirdi.