Güneydoğuda Yoğunlaşan Sorunlarımız...
cumhuriyet.com.trToplumsal sorunların nedenlerini irdeleyip algılama düzeyinden yoksun yönetimler gerçekçi çözümler üretemez, olayların akışı içinde sürüklenmekten kurtulamazlar. Atılan yanlış adımlar için uyarıda bulunmak yanında, doğruları da yüreklilikle dile getirmek yurtsever aydınların kaçınılmaz görevidir.
Mustafa Kemal’in önderliğinde emperyalizme karşı kazanılan “Kurtuluş Savaşı” ile kurulan “laik Cumhuriyet”le, padişah mülkünden vatana dönüşen ülkemiz, yüzyılların birikimi olan sorunlar devralmıştı.
Devrim yıllarında, bireylerin çağından sorumlu, uygar insan kişiliğini kazanması ve ileriki aşamalarda yapılacak sosyal değişimleri algılayabilmesi için, eğitim ve uygar yaşantıya geçişi sağlayacak uygulamalara öncelik verilmişti. “Cumhuriyet Devrimi Yasaları”nın çıkarılması, “Halkevleri” ve “Köy Enstitüleri”nin kuruluşları hep bu amaca yönelikti.
Atatürk döneminden sonra gelen yönetimlerin kısıtlı algı ve uygulama düzeyleri “İkinci Dünya Savaşı” yıllarının olumsuzluklarıyla birleşince toplumsal değişim atılımları durakladı ve ödünler verilerek yozlaştırıldı. Sözde demokrasiye geçtiğimiz 1946 seçimleri ise tüm gerici akımların başlangıç tarihi oldu.
İnanç sömürüsü
Ülkemiz, “Endüstri Devrimi” aşamasından geçmediği için emekçi sınıf ve örgütlerinden yoksun olan ülkemizde sözde demokrasi gereği kurulan siyasal partiler oy alabilmek için inanç sömürüsü ve çıkar sağlama yöntemleri kullanarak ümmet niteliğinden kurtulamayan halk kitlelerinden yandaş sağlamayı başarı sandılar. Demokrasi sözcüğünü “Demir kır at” olarak bilinçsiz kitlelere sevecen kılmaya çalışanlar, gerici başkaldırı sabıkalılarının ellerini öpenler ve kara çarşafa parti simgesi iliştiren siyasetçilerle benzer yöntemleri kullanan tüm çıkarcılar sorunların artarak bugünlere gelmesinden sorumludurlar.
Gerici akımlar
Ülkemizde, gerici akımların gelişmesiyle uyumlu olarak, her alanda görülen yozlaşma en büyük etkisini feodal toplum düzeninin en yoğun olarak yaşandığı “Güneydoğu” ve “Doğu” illerimizde göstermiştir ve göstermektedir.
Osmanlı döneminden beri devlet güçlerine direnen, tımar olarak adlandırılan toprak düzeninin uygulanmasına karşı koyan, vergileri bile pazarlık yöntemiyle ödeyen güneydoğumuzdaki şeyh ve ağalar “laik Cumhuriyet”e karşı da kalkışmalar göstermiş ve zorunlu yerleşime uğramışlardı.
Böylece devlet gücünü etkin kılan türde uygulamalarla bir ileriki aşamada yapılması gereken “toprak reformu” için ilk adımlar da atılmış, yöredeki emekçi kitlelerin üzerlerindeki feodal baskının giderilmesi amaç edinilmişti.
Sözde demokrasiye geçişimizin ürünü olan siyasal partinin ilk uygulamaları ise, toprak reformuna karşı çıkmak, yönetime gelince de zorunlu yerleşime gönderilenlerin yasaklarının kaldırılarak doğu ve güneydoğu illerimizde eski feodal baskı düzeninin yeniden etkinlik kazanmasını sağlamak oldu.
İzleyen dönemlerde, siyasal partilerin, bireyleri bilinçlendirerek oylarını almak yerine, feodal baskı aracı olan şeyh ve ağalarla işbirliği yaparak bilinçsiz kitle oylarını almak kolaycılığına sapmaları, demokrasiden ve çağdaşlaşmadan uzaklaşmamıza neden oldu. Birçoğunun yasal olmayan çıkarlar sağladığı tartışılan feodal baskıcılar, dönem dönem toplumla alay edercesine, parti de değiştirdikleri halde, parlamentolarda hep baş tacı edildiler. Siyasal yozlaşma toplumsal yozlaşmaya yol açtı.
Günümüzde “bölücü terör” olarak adlandırılan yasadışı ayaklanma da başlangıçta feodal yapı ve sömürüye karşı olarak başlamıştı. Sözde bayraklarında hâlâ taşıdıkları kızıl yıldız, o zamanlar antiemperyalist olduğunu söyledikleri tutumlarının simgesidir. Daha sonra değişen koşullar ve girişimin başarısızlığı nedeniyle, antifeodal olarak başlayan kalkışma, dış güçlerin ve iç sömürücülerin desteklerini sağlamak amacıyla etnik ayrımcılığa yöneldi.
Toprak reformu kaçınılmaz
Bugün karşılaştığımız olaylar, eğitim ortalaması 4.5 yıl olan, topraklarının yarısından fazlası kadastro görmediği için talana açık olan yurdumuzun genel sorunlarının doğu ve güneydoğumuzda daha yoğun olarak yaşanması gerçeğidir.
Üzücü olaylar, bazı gençler özel ilişkiler sayesinde yurtdışında yaşar ya da Boğaz’ın sosyete kulüplerinde savurganca harcamalar yaparak tepinirken, bazılarının da ölümü göze alarak dağa çıkmalarını sonlandıracak önlemler alınmadan engellenemez. Öncelikle “Toprak reformu”ndan başlayarak ekonomik ve sosyal değişimi sağlayacak girişimler ya da güncel deyimle “açılımlar” kaçınılmazdır.
Çağdaş eğitimin eksiksiz uygulanarak bölge gençleriyle diğer yörelerin gençleri arasındaki başarı yarışması dengeli kılınmalı, sokakları dolduran aç ve işsizlerle ağa ve şeyh düğünlerinde takıların ağırlığından yürüyemeyen gençlerin arasındaki çelişki giderilmelidir.
Örf, âdet ya da töre denen ilkel toplumlara özgü bilinçsiz alışkanlıklar aşılmalı, insan onuruna yaraşan toplum düzeni sağlanmalıdır. Sorunlar, bölünmez varlığını sürdürmek amacını güden bir devlet sorunu olarak ele alınmalı, yatırımlar o yörelerde, parasal değil, toplumsal kazanımlar gözetilerek yoğunlaştırılmalıdır. Bütün bunların yapılabilmesi için de parlamentoya şeyh ve toprak ağalarının yerine halkın gerçek temsilcilerinin seçilebileceği yasa değişiklikleri ve siyasal ortam sağlanmalı, milletvekilleri parti başkanlarının baskısından kurtarılmalıdır. Toplumsal sorunların nedenlerini irdeleyip algılama düzeyinden yoksun yönetimler gerçekçi çözümler üretemez, olayların akışı içinde sürüklenmekten kurtulamazlar.
Atılan yanlış adımlar için uyarıda bulunmak yanında, doğruları da yüreklilikle dile getirmek yurtsever aydınların kaçınılmaz görevidir. Jeremy Bentham’ın (1748-1832) belirttiği gibi “Hiçbir haksızlık küçük, hiçbir insan önemsiz değildir” ve Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyetin tüm bireyleri yöneticilerden bu özenin gösterilmesini beklemektedirler.