Gültekin Emre’den ‘Yediğimiz Bir Dilim Ekmek Gibi’

Gültekin Emre ile yemek tarifinden güzel sofralara, değişik yemeklerin insan ruhu üzerindeki bıraktığı izlere, şiirlerdeki yeme-içme imgelerine, öykü ve denemelerdeki doyumsuz yeme-içme betimlemelerine uzanmayı amaçladığı ve Gülseren Kayalı’nın desenleriyle renk kattığı günlüklerinin yeni kertesi Yediğimiz Bir Dilim Ekmek Gibi - Yaşadığımız Bir Dilim Zaman’ı (2013-2019) konuştuk.

Adil İzci

İlk olarak Yiyin Efendiler Yiyin isimli derleme yayınlandı. Ardından; Yiyelim İçelim, Okuyalım Yazalım (2013-2016) ile Ekmek, Tuz, Kitap ve Şekere Saygı (2017-2018) günlüklerini okuduk. Bu yakınlarda da Yediğimiz Bir Dilim Ekmek Gibi - Yaşadığımız Bir Dilim Zaman’ı (2013-2019)...

Derleme, adını Tevfik Fikret’in bir dizesinden alıyor. İkincisi Sennur Sezer’in, üçüncüsü ise Sabahattin Kudret Aksal’ın dizelerinden… Bunlar, elbette birer saygı sunumu…

Gültekin Emre ile yemek tarifinden güzel sofralara, değişik yemeklerin insan ruhu üzerindeki bıraktığı izlere, şiirlerdeki yeme-içme imgelerine, öykü ve denemelerdeki doyumsuz yeme-içme betimlemelerine uzanmayı amaçladığı ve Gülseren Kayalı’nın desenleriyle renk kattığı günlüklerini konuştuk.

‘BU SEÇKİ HEP AKLIMDAYDI’

- Bu dizi nasıl ve ne gibi isteklerle doğdu?

İlkin, yemek yapmayı seven, yemekle, yemek kültürüyle ilgili ne bulursa okuyan biri olarak, hep aklımdaydı yemeye içmeye ilişkin bir seçki hazırlamak. Yiyin Efendiler Yiyin yıllarca bir dosyada biriktirdiğim tematik tematik şiirlerin günün birinde yayımlanmasıyla doğdu.

Tematik seçkiler yapmayı hep sevdim: Posta Şiirleri Antolojisi (2003) Yol, Yolcu, Yolculuk Şiirleri Antolojisi (2006), Yazma Araçları ve Şiir Seçkisi (2009), Kadın Öykülerinde Avrupa (2010)... Bu arada yarım kalan seçkiler de oldu. Örneğin Gurbet, Gurbetçi, Gurbetlik Şiirleri Seçkisi gibi... Giysi Şiirleri Seçkisi gibi... Saat, Zaman, Vakit Şiirleri Seçkisi gibi... Şiir birikimimizi sürekli okurken tematik şiirleri not etme alışkanlığım yeni değil, çok eski. Şairlerin yemeği konu edindikleri şiirler, beni çok ilgilendirdi, etkiledi hep. Yiyin Efendiler Yiyin öyle çıktı.

Yeme-İçme Günlükleri’ne gelince... Günlük okumak beni hep mest etmiştir. Günlük yazarının kişisel dünyasının yanında pek çok konu, kitap, mekân, kişi... üzerine yorumları da ilgi çekmeyecek gibi değil. Günlüklerin yazanda, okuyanda bıraktığı izler kolay silinmiyor hafızalardan.

Uzun süre Berlin Günlüğü tuttum, yayımladım. Hatta Kardeş Günlükler (2011) kitabım var. Okuduğum şiir, öykü, romanda geçen yeme-içme betimlemelerini de hep not ettim. Bir de baktım ki yeme-içme-sofra da öykünün, romanın kahramanları gibi, olmazsa olmazı.

Şiirlerdeki, öykülerdeki, romanlardaki, denemelerdeki yeme-içme, yemek-sofra kültürü betimlemelerinin bende bıraktıkları izler, düşünceler güncelerin omurgasını oluşturdu. Ve bu notları biriktirmenin arkası hep geldi, hiç kesilmedi.

- Nasıl bir yöntem izliyorsunuz? Kaynakları özellikle mi tarıyor musunuz? Yoksa okuma sürecinde rast geldiklerinizi not ala ala mı günlükleri kotarıyorsunuz?

Bu günlüklerin atasını Kadıköy’deki Çiya Lokantasının hazırladığı Yemek ve Kültür dergisinde uzunca bir süre yazdığım yazılar oluşturuyor. Bu yazılar daha çok denemeydi. Günlüklerin ilk tohumları bu dergide atıldı.

Kaynakları özellikle taradıklarım da oldu elbette. Daha çok, okuma sürecimde rast geldiklerimi not ettim ediyorum.

Ama şu şairde acaba yeme-içmeye ilişkin dize var mı, diye merakımı yenemeyip ciddi taramalara da giriştim. Düşündüğüm, merak ettiğim, bir şeyler bulurum diye umduğum şairlerin tüm şiirlerini bir de bu gözle okudum.

Öyküde de, buna benzer, meraklarımı giderici okumalarımın karşılığını gördüm. Örneğin, Tomris Uyar’ın, Nezihe Meriç’in, Ferit Edgü’nün, Sait Faik’in... öykülerini baştan sonra yeniden okudum.

‘YAŞAM TARZI ÖNERMEYİ DÜŞÜNMEDİM!’

- Kimi günlükler de doğrudan günlük hayattan doğuyor. Aralarında, kısacık bir öykü gibi görünenler de (örneğin, 20 Haziran 2019 tarihli “Sahilde Balık”) var. Tüm bunlardan ülkemizin yemek kültürüne varılabilir mi? Ya da böyle sorayım: Sizin böyle bir amacınız oldu mu?

Evet, bazı günlüklerde kısa öykü tadı var, bunu ben de seziyorum. Öyle olmasına çabalıyorum. Belki de epeydir kıpkısa öykü ya da düzyazı şiir yazmamdan kaynaklanıyor bu.

Bir de, ilk öykü kitabım Sek Sek’te toplanan öyküleri anımsatan örneklere de rastlanıyor günlüklerde. Günlük yaşamımdan da izler taşıması çok doğal günlüklerin.

10 Haziran 2019 tarihli günlük Ayvalık’taki ressam dostlarla sahildeki unutulmaz rakı-balık-Ayvalık izlenimlerini içeriyor. Yazları, Ayvalık’ta, bu tür can alıcı, hayatımıza renk katıcı akşamlarımız oldu.

Günü uğurlarken renklere dalıp giderek, şiirden, edebiyattan, resimden, günlük yaşamdan konuşarak rakı, bira, şarap içerek hayatımıza, dostluğumuza, günümüze renk katmaya çalıştık sık sık. Bu unutulmaz akşamlardan süzülüp gelen günlükler de yer aldı kitapta.

Ayrıca nereye gittiysem oradaki tatları da devşirmeye, yansıtmaya çalıştım. Berlin günlerimde de okumalarımın izleri, izlenimleri de büyük yer tuttu günlüklerde. Günlerin günlüğü, ama şiirlerin, dizelerin, öykülerin, dost sofralarının, alıntıların da günlüğü...

- Kimi betimlemeler alabildiğine ayrıntılı! Onca ayrıntıyı hemen orada sıcağı sıcağına mı not alıyorsunuz? Kısacası yerini nasıl buluyor onlar?

Yanımda her zaman kalem kâğıt bulundururum. Bazı duygularımı, betimlemeleri, imgeleri, ayrıntıları hemen not ederim. Bu bir alışkanlık. Sonra, fotoğraflara bakarak genişler günlüğün, yazının çerçevesi.

Böylece, izlenimin bende yer ettiğini, unutamayacağımı anladığımda da günlüğe geçiriyorum. Günlerin günlükleri - günlük yaşamda olup bitenler, duygular, düşünceler -, yerlerini kendileri belirliyorlar yani.

- İlk günlük kitabınıza, “Yiyelim İçelim, Okuyalım Yazalım”a dönersek, burada bir hayat tarzı da öneriliyor gibi. Bunu özellikle öngördünüz müydü?

Bilmem, “hayat tarzı” önermeyi düşünmedim, ama öyle bir izlenim de çıkıyor olabilir. Yeme-içme kültürü zaten hayat tarzlarını da göstermiyor mu? Sofra kültürü ülkeden ülkeye, aileden aileye, bölgeden bölgeye, kentten kente... değişiyor, özellikler, karakterler kazanıyor.

Yeme-içme de ayrıca büyük, zengin bir kültür. Farklı coğrafyalarda bu kültürün zenginliğine tanık oluyoruz durmadan. İtalyanların Pizza’sı, değişik soslarla sunulan makarnaları; Çin, Japon mutfağı; Fransız şarabı ve peyniri; İspanyol deniz ürünleri pilavı “Payella”; bizim sebze yemeklerimiz, dönerimiz... ve daha neler neler, ne yemekler!..

Bunlar hep yeme-içme kültürlerinin vazgeçilmezleri, arananları, özelliği olanları. Artık ülkelerin mutfaklarına, yani yeme-içme alışkanlıklarına ulaşmak, onları tanımak çok kolaylaştı. Büyük kentlerde dünya mutfaklarının lezzetlerini tatmak olası…

EDEBİYATI BESLEYEN SOFRALAR!

- Günlüklerde yemek içmek hazları önde duruyor gibi görünse de bence tam öyle değil. İlk ya da asal olan, hayat hazzı duymak ya da hayatın tadına daha yoğun ermek gibi… Bilmem ne dersiniz bu konuda?

Sevdiğimiz yemekleri yerken büyük haz alırız. Yemek seçenler pek çoktur. Sevmediği yemeği yemek zorunda kalanlar için ne büyük işkencedir bu. Yemekten haz almak önemlidir. Sofranın iştah açıcı olması önemsenir.

Bir anne çocuklarının sevdiği yemekleri yapmayı sever. Konuklarımız geldiğinde onların sevecekleri, tat alacakları, hoşlanacakları yemekler hazırlarız. Yemek pişirmek artık bir sanat hem de büyük bir sanat.

Sofra düzeni de öyle. Evlerde de, her ailenin kendi hayat tarzı yemeğe de yansır. Yöresel yemeklerin farklı mutfak kültürleriyle çeşitlendirildiğine de tanık oluyoruz. Yeme-içme-sofra kültürünün edebiyata, edebi metinlere ağması yeni değil. Bu günlüklerdeki yeme-içme betimlemelerinin ana gövdesinde şiir var, öykü var, roman var; onun için de edebi bir tat var diyebiliriz.

- Yemek içmek konusunda ozanlar, yazarlar daha mı bir “keyif ehli” (ya da donanımlı)? Öyle bir izlenim beliriyor da…

Olabilir. Olabilir değil, aslında öyledir. Çünkü şiirlerde, öykülerde, romanlarda ne çok yeme-içme betimlemesi yer almıştır. Sofralar kurulmuş, yenip içilmiştir. Meyhane kültürü de elbette edebiyatı çok beslemiştir. Şairlerin, yazarların bir araya geldikleri meyhaneler ünlüdür.

Mehmed Kemal’in Ankara’da işlettiği meyhaneyi, onun Öğle Rakıları kitabını gel de unut! İstanbul’da, Kadıköy’de, sonraları Bostancı’da, Cemal Süreya ve dostlarının gittikleri Hatay... ne zengin malzemeler sunmuştur şiire, edebiyata ve ressamların dünyasına, tablolarına. Ayrıca dostlarıyla belli aralıklarla buluşup değişik yemekler yiyen ne çok insan vardır.

- Dizi sürecek mi? (Ki bence sürmeli!)

Sürdürmek istiyorum elbette. 4. kitabın notlarıyla uğraşıyorum şu sıralar. Geçtiğimiz yıl Ayvalık’a gidemedik salgın nedeniyle. Daha çok eve kapanıp kalınca okumadığım ya da yeniden okuma gereksinimi duyduğum kitapları, şairleri okudum durdum.

Ne çok yeni yeme-içme betimlemesi ortaya çıktı bir bilsen! Ayrıca dünya yazınının önemli şair ve yazarlarının yapıtlarında da ne çok yeme-içme betimlemesi, değerlendirmesi var bir bilsen!

Yediğimiz Bir Dilim Ekmek Gibi - Yaşadığımız Bir Dilim Zaman / Gültekin Emre / Oğlak Yayınları / 2020.