Güldal Mumcu, Gazeteci Uğur Mumcu'yu yazdı/ 2

Her şeye yüzeysel bakmaya alıştırıldığımız günümüzde, haberleri içeriklerinden yoksun, saptırılmış ve yönlendirilmiş olarak sunan gazetecilik anlayışı, "fikri takip"i de artık unutmuş görünüyor.

cumhuriyet.com.tr

12 Eylül, işkencesi, idamları, siyasi davaları ile toplumun üzerine karabasan gibi binmesine karşın Uğur Mumcu gazeteciliği, işlevselliğini hiç yitirmez. Basının sindirildiği, birçok aydının susturulduğu ya da sustuğu bu dönemde Uğur Mumcu gazeteciliği, DİSK davası gibi, Barış Davası gibi tümüyle siyasi davaların askeri savcılarını doğrudan eleştiren yürekli yazıları ile dimdik ayaktadır. Şu sözler onundur:

“Basın özgürlüğünü kısıtlayan sınırların hukuk devletindeki yeri ile polis devletindeki yerleri ayrıdır. Hukuk devleti sınırları içinde polis devleti yöntemlerine başvurulursa, bütün demokratik kuruluşların ve yayın organlarının bu tür uygulamalara karşı çıkmaları gerekir.” (Cumhuriyet, 15 Temmuz 1978)

Mumcu gazeteciliği bugüne ışık tutuyor

Toplum, 24 Ocak kararları denilen ekonomik seçeneğin katıksız bir faşizan yönetime yol açacağını Uğur Mumcu gazeteciliğinden öğrenmiştir. Tıpkı 12 Eylül askeri darbesinin ardından gelen Özal iktidarının arabesk-liberalizminin Türkiye’yi çıkmaz sokağa saptıracağını öğrendiği gibi. Mumcu gazeteciliğinin, eleştirdiği o ekonomik modeldir ki, ülkemizi bugünkü duruma, yüz milyarlarca dolar iç ve dış borca sürüklemiş, uçurumun eşiğine getirmiş, şeriat özlemcilerini kışkırtmış; dinci partilerin giderek büyümesine ve sonunda da tek başlarına iktidara taşınmalarına yol açmıştır.

Uğur Mumcu gazeteciliğinin bağımsızlıkçı yanı, ulusötesi çıkar çevreleri ve güçlerini sorgulayan anti-emperyalist yanı, 1980 sonrası giderek yükselen ayrılıkçı terörü, tarihsel köklerini ve güncel bağlantılarını belgeleriyle ortaya koymasını bilmiştir. Mumcu’nun ölümünden bir süre önce peş peşe Kürt ayrılıkçı örgütleri ile ilgili yazdığı yazılar, Kürt İslam Ayaklanması kitabı, biraz önce dile getirdiğimiz yanının seçkin örnekleridir.

Ermeni terör örgütü ASALA’nın, 1980’li yıllarda PKK terör örgütüyle bir araya gelerek ortak eylem kararı aldıkları, daha sonra bu terör örgütlerine 1990’lı yıllarda Hizbullah’ın da katıldığı ilk olarak onun yazılarında gözler önüne serildi. Dünyanın ve Türkiye’nin karanlık yüzünde gördüklerini, araştırmaları sonucu bulduklarını, hep okurları ile paylaştı.

Uğur Mumcu gazeteciliği, bugüne ışık tutan yanı ile günceldir, bugün de soluk alır. Örneğin, 1991 Körfez bunalımı sırasında ABD’nin ve diğer emperyalist güçlerin Ortadoğu ve Türkiye sınırlarındaki coğrafyayı yeniden yapılandırma çabalarının bugüne yansımaları Uğur Mumcu’nun kaleminde somutlanmıştır.

“ABD, bilardo sopası ile Irak’ı vuruyor; Irak topu Kürt topuna vuruyor. Kürt topu da Kıbrıs topuna! Bu ‘zincirleme reaksiyon’ Türk dış siyasetinin ‘manevra alanını’ iyice daraltıyor.” (Cumhuriyet, 16 Mart 1991)

“ABD’nin yeni ‘Körfez Doktrini’ bölgeye Birleşmiş Milletler ve NATO’yu da kullanıp müdahale etmek, sonra da bölgenin tek ‘egemen süper devleti’ olmaktır. Bunun adı ‘emperyalizm’dir. Emperyalizmin de oyunu çoktur. Hem oyunu çoktur hem de işbirlikçileri boldur.” (Cumhuriyet, 25 Ağustos 1990)

“Önce Şah’ı Dr. Musaddık’a, sonra Kürtleri Bağdat rejimine, daha sonra Saddam’ı Humeyni’ye karşı kullanan ABD, Saddam’ı devirirse bütün gücüyle İran’daki İslam Cumhuriyeti’ni de devirmeye çalışacak. Hangi rejim, Ortadoğu’da ABD egemenliğine karşı çıkarsa, o rejim yıkılacak.” (Cumhuriyet, 20 Ocak 1993)


‘İnsan ya gazeteci olur ya da işadamı’

Bu, bir kehanet değildir elbette, araştırmacılığın ve bilginin bilinçle yoğrulması sonucu ortaya çıkan bilimsel öngörü ve önsezidir.

Son 20-25 yıl, Türk basın yaşamı önemli bir altüst oluşa tanıklık etmiştir. Bu 20-25 yılın ilk 10 yılındaki değişimlere ve dönüşümlere Uğur Mumcu çoğu kez değinmiştir. Genellikle gazeteci ailelerin elindeki basın-yayın yaşamının holdingleşmesi, işadamlarının eline geçmesi olarak tanımlayacağımız bu dönem sonuçta tekelleşmeyle ve “siyaset-ticaret-medya” üçlemesinin işbirliği ile sonuçlanmış görünüyor. Uğur Mumcu gazeteciliğinin “Gazetelerin, işadamları ve müteahhitler eliyle basın dışı alanlardaki kazanç kapılarının kalkanı olarak kullanılması, hiç şüphesiz, basın özgürlüğü için çok olumsuz bir gelişme olmuştur” (Cumhuriyet, 25 Mart 1981) diye tanımladığı bu süreçte, Uğur Mumcu gazeteciliğini yok saymaya kalkışanlar bile çıkmıştır. Uğur Mumcu gazeteciliğinin demode, hatta müzeye kaldırılması gereken bir yöntem olduğunu ileri süren medya yöneticilerinin, işadamları örgütlerinin üyesi olmakla övünmeleri de işin ayrı bir yönüdür. Bu tür medya yönetmenlerinin Uğur Mumcu gazeteciliğini bir vicdan azabı gibi içlerinde taşımaları doğaldır. Çünkü Mumcu zamanında, “İnsan ya gazeteci olur ya da işadamı. Ticaret sicili mi, sarı basın kartı mı? İnsan seçimi buna göre yapmalıdır. Hem işadamı, hem gazeteci olmaz. Olursa da böyle olur!” demiştir. (Cumhuriyet, 10 Aralık 1983) “Gazetelerin, gazetecilik alanı dışındaki amaçlarla uğraşmaları, böylece bu amaçların birer organı haline gelmeleri basın için en büyük tehlikedir. Basın özgürlüğü, haberleri serbestçe elde edip yaymak ve her türlü düşünceyi yine serbestçe elde edip yaymak ve her türlü düşünceyi yine serbestçe dile getirmek demektir. Şirketleşme ve holdingleşme demek değildir!” demiştir... (Cumhuriyet, 20 Ocak 1982)


‘Basın özgürlüğü halkın özgürlüğüdür’

“Basındaki holdingleşme ve tekelleşme önlenmezse, basını ve basın özgürlüğünü korumanın ve geliştirmenin hiç olanağı yoktur. Basında holdingleşme bir yana, siyasette holdingleşmenin başladığı bir dönemde ilerisi için iyimser olmak, inanınız çok güçtür. Demokrasiden, emekten, halktan, özgürlükten ve bağımsızlıktan yana olan ilerici basın olarak, insanı karamsarlığa iten bütün bu güç koşullara karşın sizlerden güç ve destek alarak dün ve bugün olduğu gibi yarın da başımızı dimdik tutmaya devam edeceğiz. Çünkü basın özgürlüğü, Sirkeci sermayesinin, türedi holdinglerin değil halkın özgürlüğüdür” de demiştir...(Cumhuriyet, 15 Ekim 1983)

 

‘Basının üzerindeki iki tehlike’

“Basın özgürlüğü bugün için iki tehlike ile karşı karşıyadır. Birinci tehlike, devletin basın özgürlüğü üzerindeki kısıtlayıcı ve yasaklayıcı tavrıdır. İkinci tehlike, basın organlarını ele geçirecek ve basında tekelleşme yaratacak olan holdingleşmedir. Bu durumda da basın özgürlüğü, sermayenin baskısı altında tutulacak ve belli iş çevrelerinin güdümü, basın özgürlüğünü iyice yok edecektir” (Cumhuriyet, 30 Haziran 1983) diyen Uğur Mumcu’nun bir işaret fişeği gibi yıllar önceden günümüze gönderdiği bu uyarıların çoğu bugün gerçektir, vardır, olmuştur, olmaya da devam etmektedir. Uğur Mumcu’nun dediği gibi, iktidar günümüzde erkini kullanarak basın kurumları üzerinde hukuk dışı, mali uygulamalarla basın özgürlüğünü dolaylı olarak kısıtlayıcı ve yasaklayıcı bir tavrın içine girmiştir. Bunun yanı sıra iktidar, basının el değiştirmesi için tüm erkini kullanmış ve kullanmaya da devam etmektedir.