Gül Yıldız'ın Tutsak Çağrışım'ı
Gazeteci Gül Yıldız'ın ilk kitabı "Tutsak Çağrışım" Marjinal Kitap dizisinden çıktı. "Aşk, ölüm, affetmek" gibi konulara dayanan kitap, Ulysses, Faust gibi önemli eserlere verilen atıflarla dikkat çekiyor. Gül Yıldız, kitabı ve yazınsal yaşamıyla ilgili sorularımızı yanıtladı.
cumhuriyet.com.trYazmak sizin için ne ifade ediyor?
Tek çare.
Bu kitabı yazmaya sizi ne itti?
Hayatta herkesin en iyi yaptığı bir şey vardır ve ben benimkisini keşfettiğime inanıyorum. Böylece kalemime sarılmıştım. Hissettiğimi yazdım. Geceleri düşündüklerimi yazdım. Bu kitabı üç yılda tamamladım. Büyük bir kısmını daha önce yazmıştım fakat yazarların bir kısmının, kitaplarını yayımlatmak konusunda yaşadıkları sıkıntılı süreci ben de yaşadım. Ancak kitabın bu son şekliyle basılmış olması çok daha iyi oldu. Yer altı edebiyatının usta kalemi Altay Öktem, kitabın basılması için büyük destek verdi. Kitabın, bir 'eşzamanlılık bilmecesi' olarak yaşamımda önemli bir yeri olan 'Bir Kara Kedi İçin Blues' adlı kitabı yayımlamlayan Marjinal Kitap'tan çıkması da benim için farklı bir mutluluk kaynağı oldu.
Kitapta örtük biçimde birçok edebi yapıta göndermeler bulunuyor. Özel seçimler mi?
Hiç şüphesiz. Ben ortak bir hakikatin vicdanlarımızda saklı olduğunu düşünüyorum. Büyük yazarlar da içimizdeki bu ortak gerçekliğe dokunabildikleri için 'klasikler' yaratmışlardır. Başyapıt olarak kabul ettiğim 'Ulysses'de de mesela Shakespeare'e göndermeler vardır. Bu, zaten edebiyatta sıkça rastlanan bir zincir. Metinler arası diyalog aslında bu. Ben de denedim. Kitapta, postmodern yaratılardakine benzer biçimde şarkıların ve filmlerin de adı geçiyor. Etkilendiğim düşünürlerden mutlaka yazdığım anlatı da etkilenmiştir. Sümer, Grek ve Dogon mitlerine örtülü biçimde atıflar var. Ve elbette tüm şiirlerde olduğu gibi aşka...
Kitapta öz Türkçe sözcüklerle beraber Arapça, Farsça ve Latince kökenli sözcükleri de tercih etmişsiniz. Bu bir çelişki mi yoksa dilde zenginlik mi size göre?
Bence “sözcüklerin büyüsü” ile “kelimelerin sihri” arasında bir fark yok.
Bir yazarın yazma sürecini neler besler?
Bütün sanatlar birbirinden beslenir. Ve kaçınılmaz olarak yaşamdan... Yazmak için de hem çok okumalı hem de çok gezmeli. Bu, yazara göre değişir tabii ki. Babamın Hobbes'a atfen bir lafı vardır: “İnsan insanın kurdudur; sen kitap kurdu ol.” Ben 'fildişi kule' eleştirisine de katılmıyorum. Eğer bir yazar bildiğimiz şeyleri yazıyorsa elbette bunu en az bizim kadar öğrenebilmesi için toplumun içinde tüm varlığıyla yer almalı; hatta etnometodolojik bir yöntem izlemeli. Buna karşın bir yazar, bilmediğimiz ya da unuttuğumuz şeyleri yazıyorsa esriklik halindeyken sessizliğe ihtiyacı olacaktır. Ve bu sessizlik aslında bir sonuçtur.
İleride başka kitap projeleri var mı? Gazeteciliğe devam etmeyi düşünüyor musunuz?
Sırada sanırım 'Soyut Öyküler' adlı bir hikaye kitabı olacak. İçinde, adı üstünde, görsel sanatlardaki gibi soyut, elle tutulmaz öyküler olacak. Yine ilginç kurgular deniyorum ve yine bolca dil oyunları, felsefe ve tabii ki aşk mevcut. Bu arada Matthew G. Lewis' in 'The Monk'unu çevirmek istiyorum. İlk göz ağrım Cumhuriyet gazetesinden ayrıldım. Bizim zamanımızda 5 yıl süren ilköğretim sürecini, ailem nedeniyle 6 farklı okulda tamamladım. Yani tam alışacakken gitmek zorunda kaldım. Bana aidiyet duygusunu yaşatan Cumhuriyet'e çok teşekkür ederim. Gazetecilik ve öğretmenlik gibi meslekler sınırsız bir buğday tarlası gibidir; yeter ki yazarın değirmeni nitelikli olsun. Ancak ben siyasetin temelini oluşturan çatışmadan bir süre uzak kalmayı tercih ettim. Yine de idealizmimden ve duyarlılığımdan ödün vermeyi düşünmüyorum. Şimdilik edebiyat kulvarında gidebildiğim yere kadar...