Grangéden, masumiyetin gölgesinde kan ve kül!
2001’de Kızıl Nehirler ile yaşamımıza giren, gerilim romanlarının ünlü yazarı, kitapları uzun süre çok satanlar listesinde yer alan ve beyazperdeye de uyarlanan Jean-Christophe Grangé, cinayet romanı Küllerin Günü (Doğan Kitap) ile bu kez yönünü gizemli bir tarikata çeviriyor. Tarikatları, ritüelleri, sıkı kuralları ve inançların insan yaşamı üzerindeki manipülatif yönüne bir ışık tutuyor. Saf ırk, kan bağı, inançları insan hayatı üzerindeki yönlendirici etkisi gibi kavramları düşünmeye ve sorgulamaya itiyor. Dine, sanata ve tarihe referanslar veren Grangé; tıpkı Ölüler Diyarı’nda ressam Goya’ya verdiği referanslar gibi bu yeni romanında da, Jean Béraud, Jean-François Millet gibi ressamlarla sıklıkla atıfta bulunuyor.
Efsun Çakırİyi bir polisiye yazarı olmanın sırrı her neyse Jean-Christophe Grangé’nin bunu çok iyi bildiğini söyleyebiliriz. Öyle ki Tankut Gökçe’nin dilimize çevirdiği ve Doğan Kitap etiketiyle yayımlanan, gizemli bir tarikatı merkeze aldığı yeni romanı Küllerin Günü’nü okurken olayların gidişatını, cinayetin sırlarını hatta katili bile çözseniz de kitabı elinizden bırakamıyorsunuz.
İyi bir polisiye yazarı olmasının yanı sıra gazetecilik geçmişinin de katkılarıyla toplumsal konulara da sıklıkla yer veriyor Grangé. On yıllık gazetecilik deneyimi; siyasetten, sanata, toplumsal konulardan, tarihe kadar pek çok başlığın detaylarla sayfalarında yer bulmasını sağlıyor.
Verdiği bir röportajda da belirttiği gibi; kurguladığı dünyayı gerçek yaşamdan unsurlarla beslemesi hem metnin güvenirliğine hem de sürükleyiciliğine katkı sunuyor. Yazarın bir televizyon dizisinden esinle kaleme aldığı Küllerin Günü’nde de benzer bir etki görüyoruz. Bu kez geçmişten, dinlerden, tarikatlardan ve elbette resim sanatından referanslarla okurlarını buluşturuyor Grangé.
TEBLİĞCİLER TARİKATI!
“Masumiyetin topraklarında ne olur da kan dökülür?”
Sadık Grangé okurlarının aşina olduğu Komiser Niémans ve İvana Bogdanovic bir kere daha karşımıza çıkıyor Küllerin Günü’nde. Kahramanlarımız bu kez kilisede işlenen bir cinayetin izini sürüyor ve gizemli bir tarikatın peşine düşüyor.
Hikâyenin odağında Tebliğciler isimli kapalı bir tarikat var. Tebliğciler çok uzun yıllardır Alsace’da yaşayan, şaraplarıyla bölgenin ününü artıran bir tarikat. Hatta “garip” bir dokunulmazlıkları var. Kendi doktorları, kendi kayıtları, kendi bölgeleri…
Parayla pulla, kendi deyimleriyle “dünyevi dertlerle” hiçbir ilgileri yok. Kavga, şiddet olmadan barış içinde yaşıyorlar. Ancak her şeyin bu kadar steril olduğu bir ortamda bu kadar kusursuzluk elbette dikkat çekiyor.
Bu kadar sorunsuz ve “barışçıl” bir toplulukta bir şekilde kan akması, şiddetin, şüpheli ölümlerin ve cinayetlerin yaşanması işleri değiştiriyor. Hâl böyle olunca okurun aklına “İnsanın içinde engel olamadığı hırsları, kötülük yapma dürtüleri var mı?” sorusu düşüyor. Ya da kitabın tanıtım yazısında da yer aldığı gibi; “Masumiyetin hüküm sürdüğü bir dünyada, katili öldürmeye sevk eden ne olabilir?”.
MEVSİMLİK İŞÇİLER
Tarikatın önemli isimlerinden Samuel’in ağzındaki taş parçalarıyla şüpheleri artıran ölümü tarikat tarafından bir kaza olarak kabul edilse de Niémans ve İvana içgüdülerini dinleyerek gerçeklerin peşine düşüyor.
İvana bu gizli tarikatın içine mevsimlik bir tarım işçisi olarak sızarak kendisini büyük bir tehlikeye atıyor ve cinayet mi yoksa kaza mı olduğu tartışmalı olan ölümün izini sürüyor. Kendini işçilere kabul ettiriyor, hatta konuşmasının dahi yasak olduğu bir tarikat üyesiyle arkadaş bile oluyor.
Elbette bu yakınlık İvana’nın başına dert açıyor ancak cinayetin ardındaki gizemin çözülmesi için gerekli tüm verileri de sağlıyor. O sırada ortağı Komiser Niémans ise biraz kibirli tavırlarıyla içgüdülerini dinleyerek ipuçlarını birleştirmeye, cinayetin izlerini “dışarıda” sürmeye devam ediyor.
İvana’nın “içeride” olduğu her an çok tehlikeli olduğu için okur, sayfalar arasında mekik dokurken bu kez bir geri sayımı hissediyor, o adrenalinle hikâyeyi takip ediyor.
KÜLLER İÇİNDE BİR BAĞ BOZUMU!
Tebliğciler’in dokunulmazlığı ve masum görünümleri karşısında attığı her adımın hesabını veren Niémans ve İvana zor da olsa cinayeti aydınlatmak için ellerinden geleni yapıyor. Dokunulmazlığı, toplum içinde kutsallığı olan bir gruba karşı savaşmayı göze alan ikili, gerçeklerin izini sürerek cinayeti çözüyor.
Tüm gerçekler nihayet Tebliğciler için hayati önem taşıyan bağ bozumu gününde yani Küllerin Günü’nde ortaya çıkıyor. “Eksiklerin”, “bozukların”, “çürümüşlerin” yakılarak Tanrı’dan af dilenildiği o gün, aslında Tebliğciler’in neyin peşinde olduğu da anladığımız gün oluyor.
Bu kitapla, Jean-Christophe Grangé’nin tarikatları, ritüelleri, sıkı kuralları ve inançların insan yaşamı üzerindeki manipülatif yönüne bir ışık tuttuğunu söylemek olanaklı. Yazar, saf ırk, kan bağı, inançları insan hayatı üzerindeki yönlendirici etkisi gibi kavramları düşünmeye ve sorgulamaya itiyor.
TANIDIK REFERANSLAR
Ayrıca gerçeklikten ve belgelerden beslenmeyi çok seven Grangé’nin, Küllerin Günü’nde de aynı yola başvurduğunu görüyoruz. Yazar dine, sanata ve tarihe referanslar veriyor, tıpkı Ölüler Diyarı’nda ressam Goya’ya verdiği referanslar gibi bu kitapta da Jean Béraud, Jean-François Millet gibi ressamlarla sıklıkla atıfta bulunuyor.
Kitap dozunu hiç azaltmayan bir macerayla okuru son sayfaya kadar elinde tutmayı başarıyor. Bir okur yorumunda karşımıza çıkan, hem Grangé okumanın keyfini hem de Küllerin Günü’nü açıklayan şu sözlerle bitirelim: “Soluk soluğa kalıyorsunuz sayfalar arasında, biraz nefesleneyim deseniz Grangé’nin elini ensenizde hissedip hemen diğer sayfaları çevirmeye başlıyorsunuz.”
Küllerin Günü / Jean-Christophe Grangé / Doğan Kitap / 280 s. / 2021.