Gelişmişlik düzeyi ve tiyatro

Bir toplumun gelişmişlik düzeyini anlayabilmek için, o toplumun bireylerinin sahip oldukları eşyalara, nesnelerle aralarında kurdukları bağları eşik olarak almayız.

cumhuriyet.com.tr

Çünkü, yeni dünya düzeninde paranın el değiştirme serüveninde bambaşka kriterler var. Bu anlamda tüketim alışkanlıklarının insanı götürdüğü yerde sorgulanması gereken önemli ayrıntılar olduğunu düşünüyorum.

Bir arabasının veya fazladan bir evinin olması için ciddi hırslar yapan insanlar aynı şiddetle bu hırsı, kendi toplumlarına katkısı olabilecek çabalarla göstermeye başladıklarında, bir bilinç düzeyinden söz edilmeye başlanabilir.  Hatta daha daha da ileri götürmek istiyorum durumu; sahip olabileceklerinin sınırını dahi hayal edemeyecek denli nesnelere ihtirasla bağlanmış varsıl insanların, bireyi oldukları topluma veya kendilerini kültürel olarak yükseltmeye dair heyecanları olmadığında, o toplumun popüler kültürle çok rahat teslim alınabileceği gün gibi ortadadır. Örnekleri aşikardır. Bu bir toplumun aristokrası sorunudur. Paranın nereye harcandığı sorunudur ve varsıl kabul ettiğimiz insanların oran olarak yüzde kaçının, artı değerlerini sanata ve kültürel yapılanmaya ayırdığı sorunudur.

Kavramların içinin neyle doldurulmaya çalışıldığı, değerler sisteminin içinde biricik kabul edilenlerin arasında sanatın neye benzediğinin algılanmasına dair çelişik, dumanlı bir varsayım olduğu, kültürel gelişmişlik düzeyi düşük toplumlarda tartışmalı bir konudur. Paranın nasıl harcandığı toplumu belirler. Parasını nasıl harcadığı insanı belirler. Yüksek binaların içine sıkıştırılmış ultra modern evlerin duvarlarında resimler, evlerinde heykeller, kütüphanelerinde felsefe kitapları da varsa sorun yoktur. Hele bir de bu insanlar, kendileri dışındaki insanların gelişimiyle ilgili, kendilerinden başka şeylerle alakalı da kaygı içinde iseler… Sanat, bir ülkenin değişim ve gelişim dinamiklerinin en güçlülerinden kabul ediliyorsa yine sorun yoktur. Ancak herkesin birkaç dakikalığına ne pahasına olursa olsun tanınmış olmayı yeğ tuttuğu, bir az gelişmişlik krizi yaşıyorsa toplum, ya da sanat sıradan söylemin belgeseli haline dönüşüyorsa orada durup binlerce kez düşünmek gerekiyor.

Tuhaf ve kötü bir kokunun, sınırları içinde bulunan insanlar tarafından duyulmamaya başlaması gibi, sığ örneklere alışmış ve bize sanat olarak empoze edilmiş bazı şeylerin ne olmadıklarının farkında olmayışımız da, çıtanın gün geçtikçe düşüyor olmasındandır. Bizim toplumumuzda da sınıfsal karmaşa, sosyo-ekonomik dengelerdeki erozyon ve bunun gibi nedenlerle sanatın gelişimi ve teşviki anlamında zorluklar yaşanması olağandır.  Tiyatro sanatı da, bu tür bir zeminde, yaşamayı zorluklarla sürdüren, televizyonun kimliksiz bazı işlerine karşı direnmeye çalışan bir duruş sergilemektedir.

Tabi burada gerçek tiyatro sanatçılarını, tiyatro sanmamız için uğraşılan sığ gösterilere karşı desteklemek, oyunlarına sahip çıkmak gerekmektedir. Tiyatro sanatı, Batı toplumlarında olmadığı kadar ülkemizde zorlu bir mücadele ve aşk gerektirmektedir. Hele ki, her türlü sıfatın birbirinin içinde ergimesinin olanaklı hale dönüştüğü bir teknolojik-cehalet tabanında, bu sanatı ödünsüz ve ilkeli sürdürebilmek, seyirciye ulaşabilmek ciddi bir iştir.


Ferhan Şensoy ve 34. İsmet Küntay Ödülleri

Bu yıl 34’üncüsü düzenlenen İsmet Küntay tiyatro ödüllerinde "Yılın En İyi Yapım", "En İyi Yönetmen" ve "En İyi Erkek Oyuncu" ödüllerini Ortaoyuncular tiyatrosunun "2019" oyunuyla Ferhan Şensoy kucakladı. Ortaoyuncular, seksenli yıllardan beri, ülkemiz seyircisine perdesini düşünsel boyutu ve derinliği olan oyunlarla açan önemli bir tiyatrodur. Özellikle “sulu zırtlak” komedinin tiyatro olarak tanınmaya çok müsait olduğu bir dönemde, Ortaoyuncular ve benzeri önemli tiyatrolarımız yukarıda sözünü ettiğim kaygılarla Türk Tiyatrosu için daha fazla ne yapabiliriz’in   nitelikli arayışına düşmüşlerdir. Tiyatro tarihine baktığımızda farklı dönemlerde bir çok türde komedi örneği görebilirsiniz ancak görebileceğiniz başka bir ayrıntı daha vardır.

Siyasal ve düşünsel olarak halkın güçsüzleştiği dönemlerde, kaba güldürü fazlaca pirim yapmıştır. En kolay güldürü malzemesi olarak kabul edilmiş hareket komiğine dayalı, hiciv ve incelikli düşünce gerektirmeyen salt bel altı esprilerle komiğin yakalanmaya çalışıldığı sahne şovları –ki buna tiyatro sanatı demek can acıcıdır- halkı sadece eğlendiren ve yaşamında küçük bir değişim dahi yaratmayan durum tespitlerinden ibaret gösteriler, izleyici toplamıştır. Ama şu anda bu şovları gerçekleştirenlerin isimlerini tarih hatırlamamaktadır. Tiyatronun bir para kazanma aracı olmadığının ve onurlu bir biçimde sürüdürülebilirliğinin bence en önemli örneklerinden biri Ferhan Şensoy’dur. Ses Tiyatrosu’nu bize kazandırmış olan Şensoy, geleneksel tiyatro mirasımızdan da yararlanarak, yıllardır ulusal tiyatromuzun gelişmesi adına buruk güldürü, toplumsal taşlama, uyarlama ve benzeri türlerde oyunlar sahnelemektedir. 

Türk tiyatro, sinema ve televizyon oyuncusu, roman, deneme, günlük, tiyatro oyunu, televizyon dizisi ve sinema filmi senaryo yazarı olan Ferhan Şensoy’un yaşam öyküsüne baktığımız zaman da, donanımı karşısındaki şaşkınlığımızın; tiyatro sanatının öyle pek de, “ben yaparsam olur” gibi bir iddiayla olamayacağının kanıtı olduğunu ortaya çıkarıyor. Tiyatro seçkin bir sanattır ama seçkinci değildir! Bireyler olarak, neyin ne olduğundan çok, ne olmadığının farkına varabilecek bir düzeye gelebilmenin umuduyla bir yazıyı daha sonlandırıyor ve Ferhan Şensoy’u aldığı ödülden dolayı tekrar kutluyor, bol oyunlu günler diliyorum.