Geleceğiniz için gezi-nin
Edebiyatımızda '50 Kuşağı yazarları, Gezi Parkı Direnişi'ni Cumhuriyet için yorumladı.
cumhuriyet.com.trTaksim Gezi Parkı Direnişi, getirdiği taptaze soluğun, akıllarımıza taşıdığı yepyeni düşünceler, anlayışlar ve tutumların yanı sıra kuşak tartışmalarını da gündeme getirdi. Gerçekten de bu eylem, farklı kuşaklardan insanların da katıldığı, destek verdiği bir direniş olmasına karşın, tüm özellikleri, nitelikleri ve ruhuyla gençlerin damgasını taşıyor. Alışılmış davranış kalıplarını kıran özellikleriyle de yalnızca iktidarın değil, pek çok kuşağın da ezberini bozuyor.
Direnişin başlangıcından bugüne, sayısız politikacı, gazeteci, yazar ya da sanatçı görüşünü açıkladı, dile getirdi. Ben de çok daha farklı bir “kuşağa”, edebiyatımızda ’50 Kuşağı’na Taksim Gezi Parkı eylemleriyle ilgili düşüncelerini sorayım dedim.
İlk kitaplar
Edebiyatımızda ’50 Kuşağı denince, öncelikle, ilk kitapları 1950’li yıllarda yayımlanan yazarlarımız, şairlerimiz gelir aklımıza. Demir Özlü’nün ilk yapıtı “Bunaltı” 1958’de çıkar. Onat Kutlar’ın, bugün edebiyatımızın kült kitapları arasında yerini alan “İshak”ı 1959’da yayımlanır. Kemal Özer’in “Gül Yordamı”nın yayımlanış tarihi de 1959’dur. Tıpkı, Ferit Edgü’nün “Kaçkınlar”ı gibi. 1950’lerde yazmaya başlayan Erdal Öz’ün ilk öykü kitabı “Yorgunlar” ve ilk romanı “Odalarda” 1960’ta basılır. Adnan Özyalçıner de ilk öyküleri 1950’li yıllarda dergilere yansıyan yazarlarımızdandır, 1960’ta yayımlanan ilk kitabı “Panayır”ı, 1963’te “Sur” izler.
Başkaldırıda birleşen
’50 Kuşağı yazarlarının bu yapıtlarından bir edebiyat akımının çıktığı söylenemez belki, ama onları birleştiren daha önemli “bir şey” vardı. Bu “birleştiren”i de, sanırım, en özlü biçimde Ferit Edgü dile getirmişti:
“1950’lerin biz genç yazarlarını, şairlerini birleştiren neydi? Tek bir sözcükle: Başkaldırı. Politik, etik, estetik her alanda başkaldırı. Eskimiş dile, pörsümüş imgeye, her alanda, her tür tutuculuğa karşı başkaldırı.”
Peki, 1950’lerin “başkaldırıda birleşen” yazarları, Gezi Parkı’ndaki başkaldırıya nasıl bakıyorlardı? Bugün aramızda olmayan Kutlar’ın, Öz’ün, Özer’in hayatta olsalar ne düşüneceklerini kestirmek için çok derin bir düşgücü gerekmiyor. Ama Edgü’ye, Özlü’ye, Özyalçıner’e sorma olanağım var ve soruyorum.
Sivil itaatsizlik
Demir Özlü, Türkiye toplumunun 1950’lerden günümüze bir çözümlemesini yapıyor ve 12 Mart ile 12 Eylül’ün iki kuşağı heba ettiğini vurguluyor:
“Bu çökertilen toplum 2002’ye kadar güçlü hükümetler yaratamadı. 2002’de ise bu zayıflık içinde beklenmedik bir Nurcu topluluk iktidarı alabildi. Program, modern, laik, bağımsızlıkçı, devrimci, uygarlık yolunda olan Cumhuriyet’ten arta kalanları temizlemek arzusudur. Bunun bugünkü dünya koşulları içinde yapılamayacağını bilmiyorlar. Sosyolojik-tarihsel görüşleri yok. Eski kültürel birikimler bir yana, yeni kapitalizm atağının getirdiği kültürün etkileri dahi buna imkân vermez. Bunun ciddi bir yanı da var: Günümüzün kimi Batılı düşünürlerinden yapılan bazı iyi çeviriler. Örnekse: Habermas... Sivil itaatsizlik, bireyin ortaya çıkışı ve özgürlük alanı...”
Şiddetle bastırılırsa...
Gezi Parkı’ndaki eylemle başlayıp tüm yurda yayılan direnişe gelince, Özlü, “Bu başkaldırı şiddetle bastırılırsa, Türkiye’nin sonu olan kanlı bir diktatörlük başlar ki, onun günümüz dünyasında yeri yoktur” diyor.
Özlü, Gezi Parkı’ndaki direnişi duyunca, ayrıntılarını öğrenince geniş bir ferahlıkla mutluluk duyduğunu söylüyor:
“Bir İzmir seyahatinden yeni dönmüştüm. Aklımda ilk oluşan düşünce ‘Ne mutlu, bugünleri gördüm’ oldu. Çünkü yıllardır, ağır bir baskı altında yaşıyorum. Bütün kimliğimizi silmek isteyen, bu kimliği oluşturmuş olan çevreyi de ortadan kaldıran -bu aslında İstanbul’un ruhunun bütünüyle öldürülmesidir de- bir anlayışla karşı karşıyaydık. Bir açıdan yıllardır savunduğumuz ‘birey’in ortaya çıkışıdır da bu.”
Kaypak entellektüeller
Ardından, karakterlerini yitirmiş tipleri, kaypak “entellektüeller”i de düşündüğünü belirtmeden edemiyor Özlü:
“Yıllardır ne tiksinti verici kişilik aşınmaları görmüştük. Onların herkesten önce çark edeceklerini düşündüm. Sonraki günlerde de bunun örnekleri gerçekten ortaya çıkmaya başları. Sivil cesaretle ortaya çıkan bu sivil, doğal, bağımsız itaatsizliği elbette destekliyorum. Bütünüyle umutsuz değildim. Ama benim düşündüğümden daha önce başladı.”
Soluğumuzu kesemezler
Adnan Özyalçıner ise, “Soluğumuzu kesemeyecekler” diye başlıyor söze. “Parka dokunan bana da dokunmuş demektir. Benim yaşam alanımı da elimden almaya kalkıyor demektir. Gezi Parkı’nı, ardından Taksim Alanı’nı ortadan kaldırmaya çalışmak ister, eski Topçu Kışlası’nı yeniden yaşatmak adına olsun, ister kilisenin karşısına dikmek istedikleri cami vesilesiyle olsun, kentin en önemli, en tarihi - Cumhuriyet tarihi bakımından elbet- alanını ortadan kaldırmak demektir. Ağacı, yeşili yok ederek, dolayısıyla insanlarla kuşları oradan kovalayarak, çevreyi betonlaştırarak kentin soluğunu kesmek benim de soluk almamı engellemektir. Taksim, dikilmek istenen yeni yapılarla, masmavi parıldayıp ışıyan gökyüzünü de yitirecektir. Buna hiç kimse izin vermez/vermeyecektir.”
Özlü yanıtlar
Ferit Edgü’ye gelince, o, tüm anlatılarındaki, dahası tüm sanat yazılarındaki “tutumluluk”tan şaşmıyor sorumu yanıtlarken de... Gezi Parkı Direnişi’ni izlerken kaleme aldığı “Gezi-Yorum” başlıklı özlü sözlerle yanıt vermeyi yeğliyor: “Oturmayın / Geleceğiniz için gezi-nin.” Bu kısacık “yorumlar”ı ayrı bir kutuya alıyorum, belki gazeteden kesilip bir yerlere yapıştırılır diye…
GEZİ-YORUM
Herşey bir ilkle başlar:
Şiir bir sözcükle
Aşk bir dokunuşla
Gelecek bir adımla.
***
Unutma
Hiçbir güç senden daha
Güçlü değil.
***
Onlar geçmişi inşa etmek istiyor
Gençlik ise yepyeni bir geleceği.
***
Dün dündür bugünse yarın
***
Her gecenin bir sabahı vardır
Bu ülkede bile.
***
Oturmayın
Geleceğiniz için gezi-nin.
***
… Ve bir anı: De Gaulle 1968 gençliğine
“Maskaralar” dedi.
Ama sonunda evinin yolunu tutan
O oldu
Ferit Edgü