Gazeteci Ne Zaman Özür Diler?
cumhuriyet.com.trBüyük Ortadoğu Projesi’nin son halkasının Suriye olarak görüldüğü bir dünya konjonktüründe, yazılı ve görsel medyanın, dezenformasyon ve manipülasyon çabalarını sürdürmesi, sonra ya suskunluk sarmalına girmesi ya da daha çok özürler dilemeye mahkûm olması kaçınılmaz görünüyor.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin “Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi”nin e bendi 3. fıkrasında, gazetecinin başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çoksesliliği, farklılıklara saygıyı savunması gerektiği ayrıca, insanlar, topluluklar ve uluslar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınması gerektiği belirtilmiştir.
Son süreçte medyamızın Suriye’yle ilişkiler çerçevesinde barış gazeteciliği adına iyi bir sınav verdiğini söylemek zor. Başta ABD ve içinde Türkiye’nin de yer aldığı birçok Batılı ülke, Suriye’ye BM öncülüğünde askeri müdahale için uluslararası rıza ve meşruiyetin sağlanmasında medyayı etkin kullanıyor.
Savaş çığırtkanlığı
Uluslararası ajansların yerel medyalara aktardığı tüm haberlerin tek yanlı oluşu, Suriye hükümetinin açıklamalarının taraflı bir tutumla verilmesi, sürekli muhalif güçlerin açıklamalarına yer verilmesi, muhaliflerce ortaya atılan iddiaların tek gerçekmiş gibi sunulması, medyaya yansıyan birçok haberin Esad iktidarının halk nezdinde saygınlığını ve etkisini yitirme amaçlı oluşturulması, medyanın kamuoyuna nasıl evet dedirttiğini anlamada bize yardımcı olacaktır.
Suriye’de geçen haftalarda meydana gelen ve üst düzey hükümet yetkililerin de dahil olduğu, onlarca kişinin yaşamını yitirdiği saldırı sonrası, ana akım medyada yer alan başlık ve haber içeriklerinde savaş çığırtkanlığının izlerini görürken, saldırının muhalif güçlerce yapılmasına rağmen mevcut Suriye hükümetinin suçlandığını gördük. Kullanılan dil ve söylem biçimleri, saldırıdan memnun olunduğunu açıkça gösteriyordu.
Kaynak belirtilmeden ve konuyla ilgili net bilgiler olmamasına rağmen Esad ve eşiyle ilgili manipüle edilmiş birçok haber medyada yer aldı. Anaakım medyada, saldırı sonrası haber manşetlerinde “Savunma Bakanı ve Esad’ın eniştesi havaya uçtu”, “Esad Rejiminin Katliam Yapmasından Korkuluyor” (18 Temmuz, Miliyet), “Suriye devriminin ‘büyük patlaması” (21 Temmuz, Sabah), “Esed’i beyninden vurdular” (18 Temmuz, Taraf), “Ve Esad da sona yaklaşıyor” (20 Temmuz, Bloomberg), “Esma Moskova’da Esad Yaralı Kaçtı” (20 Temmuz, Milliyet) başlıklarında kullanılan dilin, siyasal iktidarın politikalarıyla paralel olduğu ve tarafsızlık ilkesinin göz ardı edildiği görüldü.
Suriye’yle savaşın eşiğine gelinen uçak düşürme krizinde de medyada şiddet içerikli ifadeler sık kullanıldı. 27 Haziran tarihli Hürriyet gazetesi Başbakan Erdoğan’ın eliyle hedef gösterdiği bir fotoğrafının yanına “Vururum” manşetini koyarken; Habertürk, Başbakan’ın “Gazabımız kahredicidir” sözlerini manşete taşıdı. Sabah gazetesi ise “Yaklaşanı Vur Emri” manşetini kullanırken Erdoğan’ın yine parmağıyla hedef gösteren fotoğrafını kullanmayı ihmal etmedi.
Tarafsızlığı yitirmek
Suriye savaşa adım adım yaklaşırken, medyanın bir gerçeği gizlemekten çok, belli bir gerçeğe gösterdiği ilginin yani, gerçeğin nereye yerleştirildiği, tonu, tekrarlanıp tekrarlanmadığı, hangi çözümleme çerçevesi içinde sunulduğu ve onunla birlikte verilerek ona anlam kazandıran (veya onu anlaşılmaz hale getiren) ilişkili olguların neler olduğuna dair açıklamaları çok daha önemli hale gelmektedir. Noam Chomsky’nin “Progapaganda Modeli”ne göre; medya belli bir amaca yönelik hareket ederken, konuları ve üzerinde durulması gereken olayları saptama, bu olayların hangi sınırlar içinde analiz edilip sunulacağını belirleme, bilgileri çeşitli süzgeçlerde geçirme, vurgu ve üsluba karar verme gibi çok çeşitli yöntemlerle hizmet eder.
Medyanın, Suriye’de yaşanan gerginlik süresince Suriye hükümetine yönelik saldırıları meşrulaştırması, ulusal ve uluslararası medyadaki savaş hevesi, medyada şiddet öğesinin yer alış biçimleri, haberlerin tek yönlü bir akış halinde belli başlı ajanslar aracılığıyla dünyaya iletildiği, dolayısıyla haber içeriklerinin oluşturulmasında ve sunumunda tarafsızlığın yitirildiği açık olarak görülmektedir.
Şiddet dilinin ve savaş çığırtkanlığının hangi boyutlara ulaşabildiğini ABD’nin Irak’ı işgal sürecinde görmüştük. 13 Eylül 2001 tarihli New York Times’ın başyazısında, “Kanlarının dökülmesi lazım. Gelecek ay değil, gelecek hafta değil, şimdi. Kim bunlar? Kimin umurundu... Yerlerini bulun. Bombalayın. Geriye kalan yıkıntılarını, enkazlarını bir kez daha bombalayın!” denilmişti. Yine bunun yanında Thomas Woodrow 14 Eylül 2001 tarihli Washington Post’ta, “Afganistan çöllerinde Bin Ladin’e karşı nükleer güç kullanılmalıdır. Bunun aşağısında bir iş yapmak ABD’nin ve şu anki yönetimin korkaklığı olacaktır” derken, Ann Coulter 12 Eylül 2001 tarihli New York Daily News’ta, “Terörist saldırıyı düzenleyenlerin yerini tespit edebilecek kadar zamanımız yok... Ülkelerini işgal etmeli, liderlerini öldürmeli ve onları Hıristiyanlığa geçirmeliyiz. Hitler’i bulmak için yeterli zamanımız yoktu. Alman şehirlerine bombadan halılar döşedik; sivillerini öldürdük. O bir savaştı. Bu da savaş!” diyordu.
Irak’ta kitle imha silahlarının olmadığı ortaya çıkınca, The New York Times yazılı bir özür mesajı yayımladı. Gazete editöryal olarak hata yaptıklarını, Irak’ın işgal süresince yaptığı haberlerin yanlış olduğunun ortaya çıktığını, savaşla ilgili haberleri verirken gerekli özeni göstermediğini, muhabirleri tek yönlü haber akışının içinde gelen bilgilere karşı daha kuşkucu yaklaşmaları konusunda uyarmadıkları noktasında bir itiraf yazısı yayımladılar. Washington Post ise, işgal süresince izledikleri yayın politikasının tek yanlı olduğuna dair bir sonuca varmıştı.
Sonuç:
Irak işgalinde çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 1 milyon Iraklı sivil hayatını kaybetti. Özür ve itiraf ne ölenleri geri getirdi, ne de medyanın yeni savaş çığırtkanlıklarının önüne geçti.
Büyük Ortadoğu Projesi’nin son halkasının Suriye olarak görüldüğü bir dünya konjonktüründe, yazılı ve görsel medyanın, dezenformasyon ve manipülasyon çabalarını sürdürmesi, sonra ya suskunluk sarmalına girmesi ya da daha çok özürler dilemeye mahkûm olması kaçınılmaz görünüyor.
Makalemizin başında da belirttiğimiz gibi gazetecinin tüm egemen güçlerden bağımsız, başta “barış”, demokrasi ve insan haklarını savunan, nefret ve şiddet söylemini dışlayan ve savaşa karşı onurlu ve omurgalı bir duruş sergileyen kimliğinin olması gerekiyor.
Hakan ALP İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Doktora Öğrencisi