Gâvurun gölü

Fikret Otyam’ın 23 Ekim 1962’de yayımlanan ilk yazı dizisi...

Fikret Otyam

“Göç vakti gelir de elem
uyanır
Çuğul çuğul eder yollar
sabahtan
Kul Mustafa”

1962 yılının Mart ayı yağmurla geldi. Malatya ve Adıyaman illerine bağlı bazı köylerde topraksız insanlar, geceleri odalarda toplanıp Gavur gölü yöresinden gelen habercilerin anlattıklarını heyecan ve özlemle dinliyorlardı.. Aynı anda Maraş’ın Elbistan içlesine bağlı Tapkıran köyünde de insanlar hane hane toplanıp Maraş’ın Gavur gölü habercilerini suskunluk içinde izliyorlardı.

“Su dökmane” (su dökmeye) çıkan birisi işini bitirdikten sonra göğe baktı. Kapkaraydı gök.. Derken bulutlar yırtıldı, sulu bir kar başladı. Ardından muhalif bir “ürüzgar”.

 

Dönmek yok

“İkrardan dönmek yok!” dedi birisi.. “İkrardan dönmek yok.. Burada da açız.. Varsın orda da aç kalalım.. Temam mı?” “Temam” dediler.

Bir sabah yorganlar dürüldü. Kaplar kacaklar, bulgurlar, torba torba unlar, oklavalar, tahtalar bağlandı ve bir insan seli, Mart ayının sulu sepken karı altında, muhalif yeli altında gün patlamadan çoluk, çocuk, genç, ihtiyar, kadın erkek yollara düştüler, yalın yapıldak.. Atlar kişnemiyor, eşekler bile anırmıyordu.

“Hokümatın, hazinenin Gavur gölünde boş toprağı var imiş.. Hokümat topraksızlara bu bereketli topraklardan dağıtıyormuş” haberi yağmurla karla, kara kara bulutlarla tüm güney ve güneydoğu göklerinden köylere iniyor, hane hane dolaşıyor, bunları duyan hane hane başkalarına duyuruyordu. İnsan sürüsü, dağlar bayırlar aşıp Maraş’ın Gavur gölüne doğru yola çıkıyordu hane hane... Hane hane...

 

Derken

Derken sulu sepken altında Gavur gölüne oradan buradan kopup gelmiş tam sekiz bin insan toplandı. Tam sekiz bin insan toplandı.. Tam sekiz bin insan..

Çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkek tam sekiz bin insan. Atlar, eşekler, inekler, ördekler, kazlar ve sadık köpekler. Sekiz bin can. Allahsız yağmur günlerden beri bereketli toprakları, bereketsiz toprakları, dereleri, dağları, tepeleri kuru ağaçları dövüp duruyordu. Dinmek bilmiyordu. Allah’ın göğü delinmiş denizler, dereler, nehirler göğe çıkmış boşalıyordu aşağıya. Aşağılarda binlerce insan oradan, buradan bir sel gibi akın akın, takım takım Maraş’ın Gavur gölüne doğru ilerliyordu.

Bu yazılar, o anda bu insan selinin içinde olan kendi deyimleriyle “Bir takım” insanın göçünü anlatır.

“İkrardan dönmek yok temam mı?” Cümle alem “Temam” dediler.. “İkrardan dönmek yok can... İkrardan dönmek yok dost... İkrardan dönmek yok... Nasıl olsa burada da topraksızız. Burada da zor doyuruyoruz nefsimizi.. Zor körletiyoruz.. İkrardan dönmek yok can. İkrardan dönmek yok dost!.. Hiç yok!..”

Para dekleştirenler çullarını çaputlarını trenlerin üçüncü mevki aralıklarına attılar. Kimisi kamyonların tepesine tünedi.. Kimisi atla, kimisi eşekle, inekle, çoğu da “boydak” (tek başına) yollara düştü..

 

İbrahim Yeşil

İbrahim Yeşil 4 çocuklu. Durumu görmek için “boydak” geldi Maraş’ın Gavur gölüne.. Binlerce insanı gördü ve inandı ki Hokümat topraksız köylüye toprak verecek. Böyle olmasa bu insan mahşeri neden burada olsun? Yine “boydak” yollara düştü. Haberi verdi. Zaten yola çıkan çıkmıştı. Hanesini yüklenip ters döndü.

Yıllardır toprağım yok.. Babamın da yoktu.. Dedemin de yoktu. Baharın Çukurovaya inip pamuk devşirir üç beş kuruş dekleştirip dönerdim köye.. Dağlarda ona buna uşaklık edip kömür yakardım. Pamuk çapalardım, aldığım paradan arta kalırsa yetiştirirdim çoluk çocuğa. Yetti bu canıma. Yetti ki yetti. Duyunca bu toprak işini yollara düştük can. Yollara düştük. Konalım dedik oraya Hazinenin toprağına. Hokümat topraksızlara toprak dağıtırmış. Varalım oraya. bizim de kendi toprağımız olsun. Öz malımız. Agasız, zalimsiz, zulümsüz kendi öz toprağımız.. Bizim de çiftimiz çubuğumuz olsun. Bir takım halinde birleşip düştük yollara. Ama yağmur, sulu kar.. Aman vermez, bir canavar.

Yollardaydık efendi.. Bir takım halinde.. Dabanlarımız vıcık vıcık.. Barnaklarımız buz kesmiş. Yağmur, sulu kar zalım.. Durmak bilmez mübarek.. Haydi dedik, haydi Cenabı Hak acımıyor bize bari sen dur. Sen dur. Ne gezer can? Ne gezer dost?.. İnadına üstümüze üstümüze gelir..

Varabildik İtma gediğine.. Zalim gediğe.. Bu İtma dağlarında efendi bir tek ipliğimiz kuru kalmadı, bir tek ipliğimiz. Bedenimize yapıştı çulumuz, çaputumuz.. Bedenimize yapıştı.. Sallanır oldu.. Ağaçların dibine varsan olmaz. Bir dam yok sığanak.

Biliyorduk, yürümek mümkünsüz.. Adım atacak derman kalmadı dizlerde. Bebeler ağlaşır analarının kucaklarında, sırtlarında... Yerdekilerin ellerinden sürürüz.. Yürün ha.. Dayanın ha.. Ha babam.. Az kaldı... Dayanın canlar.. Dayanın gardaşlar. Dayanın ha.. Yürüyün.. Ha babam, ha can.. Dayanın az kaldı ha.. Üç güne varmaz Gavur’un gölüne konarız. Kurarız evlerimizi.. Kendi öz malımız olacak.. Dayanın yavrular. Dayanın ha...

İtma gediğine gelebildik. Bir de baktık ki...

YARIN: FERİDE'M SİZLERE ÖMÜR!