'Filmekimi' başlıyor

Dardenne Kardeşler’in vahşi kapitalizmin aşağıladığı işçi Sandra’nın savaşımını anlattıkları “İki Gün Bir Gece“den, Godard’ın 3D teknolojisinin yardımıyla birçok deneysel sahneye imza attığı ‘Dile Veda’sına kadar birçok film seyirciyle buluşacak.

Aslı Selçuk/Cumhuriyet

11-17 Ekim’de gerçekleştirilecek olan 13. Filmekimi’nde 43 film izleyicilerle çok yakında buluşacak. İstanbul’la birlikte Ankara, İzmir, Bursa, Diyarbakır, Şanlıurfa ve Trabzon’u da ziyaret edecek olan etkinlikte Jean-Luc Godard, David Cronenberg, Andrey Zviagintsev, Jean-Pierre ve Luc Dardenne, Ken Loach, Mike Leigh, Zhang Yimou, Abel Ferrara, Abderrahmane Sissako gibi ustaların yanı sıra Xavier Dolan, Gia Coppola, Lauren Cantet gibi genç yeteneklerin yapıtları da var.

 

Timbuktu’nun kaderi

“Timbuktu”da Sissako, bir zamanlar çölün incisi olarak tanımlanan, değişik halkların uyum içinde yaşadıkları Timbuktu’da haklarından fazlasını isteyen cihatçıların, köktendincilerin dolup taşmasıyla kentin radikal İslamcı bir kimliğe bürünmesini düşündürücü bir anlatımla vurguluyor.

Dört yıllık aradan sonra Mike Leigh, üçüncü tarihi filmi “Mr. Turner”da ressamın son yıllarını, sanatçının benzersiz özgünlüğünü, babasını yitirince girdiği ağır depresyonu başarıyla işliyor. En önemli İngiliz ressamlarından biri olan, yenilikçi araştırmalarıyla tanınan, izlenimcilerin öncüsü, ışığın ustası Joseph Turner öyle bir yaratıcıydı ki fırtınayı resmetmek için geminin direğine tırmanabilirdi.

Sinemayı bıraktığını açıklayan Ken Loach son filmi “Jimmy’s Hall”de 1909’da Amerikan vatandaşı olan İrlandalı komünist Jimmy Gralton’un 10 yıllık sürgünün ardından 1921’de sıra dışı bir dans salonu açmak için anavatanına dönüşünü irdeliyor.

Jimmy’nin mekânında kasabalılar dans ederler, tartışırlar, okurlar, politik toplantılar yaparlar. Katolik kilisesi tarafından aforoz edilen, istenmeyen adam ilan edilen Gralton 1933’te İrlanda’dan sürülür.

 

Rusya’nın çıkmazı

August Strindberg’in ünlü “Miss Julie”sini 15. kez sinemaya uyarlayan Ingmar Bergman’ın gözde aktrisi yönetmen Liv Ullmann, efendiyle uşağın, kadınla erkeğin yüzleşmesini betimler. 1890’da İrlanda’daki bir şatoda baronun kızı Julie uşağı John’la çatışır. Bu çatışmada soğukkanlılığını tek koruyabilense John’un nişanlısı aşçı Kathleen’dir. Ullmann 7. uzun metrajında iletişimsizlik, kendini ispatlamak temalarını sorgular.

Filmlerinde varoluşun mitolojik boyutunu irdeleyen Andrey Zviagintsev, Leviathan’da günümüz Rusyası’nın çıkmazını Nikolai adlı vatandaşın üstünden aktarıyor. Rusya’nın kuzeyinde küçük bir kentte yeni karısı, ilk evliliğinden olma oğluyla dingin bir yaşam süren Nikolai’nin huzuru belediye başkanının önerisiyle bozulur. Başkan, Nikolai’nin evini, toprağını kamulaştırmak ister.

Yönetmenin bir aşk öyküsü, evrensel bir trajedi olarak tanımladığı kara film, Rusya’nın temel desteklerine saldırarak demokrasi yanılsamasını, yozlaşmayı, dini, alkol bağımlılığını, adaletsizliği eleştiriyor.

“İki Gün, Bir Gece”de Dardenne Kardeşler vahşi kapitalizmin aşağıladığı işçi Sandra’nın onuru için savaşımını yetkin bir dille anlatırlar. Cuma günü Sandra işten atıldığını öğrenir. O hastayken patronları işçilere bir seçim sunmuştur: Ya Sandra işinden olacaktır ya da herkes priminden vazgeçecektir. Sandra hafta sonunda mesai arkadaşlarını tek tek ziyaret eder. Sosyal gerilimlerinde her şey çıkışsız, umutsuzken Dardenne’ler umut ve aydınlıktan söz ederler.

 

Arada kalan köpek

Hollywood’un yozlaşmış yüzünü yansıttığı kara komedisi “Yıldız Haritası”nda David Cronenberg, Stafford ailesinin dinamiklerini irdeler. Nevrotik yıldızları iyileştirerek zenginleşen psikanalist bir baba; yıldız oğlunun menajeri hırslı bir anne; alaycı, bağımlı 13 yaşında yıldız bir oğlan; ailesini ateşe vermekten ötürü dışlanan bir kız. Cronenberg gerçekle düşsellik arasında gidip gelerek Hollywood’un acımasız yüzünü sınır tanımadan eleştirir.

Usta Godard’ın “Dile Veda”sında evli bir kadınla bekâr bir erkek karşılaşırlar, âşık olurlar, kavga ederler, ayrılırlar. Bir köpek kent ve köy arasında gidip gelir. Kadınla adam birleşirler, köpek kendisini kadınla adamın arasında kalmış olarak bulur. Öykü yalındır ama bu basit düşünce Godard tarafından anlatılınca her zamanki gibi bambaşkadır.