Fikret Başkaya: Kapitalizm bir uygarlık krizdir sürdürülemez
Daha önce paradigmanın ifası çerçevesinde resmi ideolojinin köklü eleştirisini geliştiren , Başka bir Uygarlık İçin Manifesto yazarak” neyi , nerede, nasıl üretmeli, nasıl tüketmeli, nasıl yaşamalı?” soruları ekseninde müştereklere dayanan , yeni bir demokrasiyi tartışan Fikret Başkaya şimdide “ çöküşü” anlatıyor.
cumhuriyet.com.trAhmet Külsoy
'Çöküşü” “Kapitalizmin Nihai krizini' hangi düşüncelerle yazdınız?
İnsanlık ve uygarlık kritik bir eşiğe gelip dayandı. Artık hiç bir şey eskisi değil ve bildik rotada yol almak da mümkün değil. Başka türlü söylersek, bir sürdürülemezlik durumu ortaya çıkmış bulunuyor... Gerçek durum böyle ama insanlar hala "eskisi gibi" yaşamaya devam edebileceklerini sanıyorlar. Başka türlü söylersek, şeylerin gerçek seyriyle, şeylere dair algı/anlayış/kavrayış arasında rahatsız edici uyumsuzluk var. Bu uyumsuzluğa dikkat çekmek istedim... Esasen düşünce tarzımızı, yaşam tarzımızı, üretim ve tüketim tarzımızı değiştirmek zorunda olduğumuz bir zamandayız... Artık kapitalist sistem çözdüğünden daha çok sorun yaratmadan, her seferinde sorunları azdırmadan yol alamıyor, patinaj yapıyor...
Hocam, Emperyalist – Kapitalist sistem tarihinin en bunalımlı, saldırgan dönemini yaşıyor. İç ve bölgesel savaşla büyük toplumsal yıkımlara felaketlere neden oluyor. ABD ve onun batılı müttefikleri yüksek sesle savaş çığlıkları ile işçi sınıfına ve dünya haklarına meydan okuyorlar. Kapitalist sistemin sürdürülemez olduğunu çok defa açıkladınız. Kapitalist sistem “ kurtuluşunu” bir üçüncü veya bölgesel savaşta mı arıyor?
Eğer sistem sıkışmışsa, elbette her zaman olduğu gibi bir çıkış yolu arayacaktır. Yalnız bir şey var bundan önce iki dünya savaşıyla 'yakayı' kurtardı demek doğru değil... 1873 krizi yapısal bir krizdi. Kriz kolonyalizmle [sömürgecilik] aşıldı... 1910'lu yıllardaki yapısal kriz ise iki emperyalistler arası savaşla aşılamadı... Sadece ertelendi. Şimdilerde yeni bir yapısal kriz daha yaşanıyor ama artık denkleme yeni unsurlar eklenmiş durumda... 1873 ve 1910'lu yallarda işte ünlü 1929-33 Büyük Buhranı döneminde sadece ekonomik kriz vardı... Şimdilerde kriz sadece ekonomik alanı angaje etmiyor. Ekolojik kriz var, sosyal kriz var, gıda krizi var, politik ve jeopolitik kriz var, enerji krizi var, iklim krizi var, etik krizi var, vb... Başka türlü söylersek, sistem bir dizi krizler sarmalına hapsolmuş durumda... Ve bunların her biri de diğerlerini azdırıyor...
Kitapta, "kapitalizm iç sınırına dayandı", diyorsunuz. Bunu biraz açmanız mümkün mü?
Kapitalizm çılgın rekabete, vahşi rekabete dayalı bir işleyişe sahip. Her bir kapitalistin, her bir kapitalist işletmenin toplam artı değerden daha büyük pay kapabilmesi için, rakiplerden daha düşük maliyetle üretmesi ve satması gerekiyor... Bunun da yolu daha ileri, daha gelişmiş makinaları kullanabilmekten ve sermayeyi büyütmekten geçiyor... Yeni ve en gelişmiş makinaları, teknolojileri öncelikle üretim sürecine sokmayı başaran firmalar rakipleri karşısında avantajlı duruma geliyorlar..
Fakat bir şey var: makina yeni değer, fazla değer yaratmaz. Sadece daha önce yaratılmış değeri yeni ürüne transfer eder, aktarır... Manikada 'dondurulmuş' olan değerin bir kısmı yeni ürüne aktarılır... Zira, değeri sadece eti-kemiği, kası, bilinci olan insan, yani "canlı emek" üretir... Bu da her teknolojik yeniliğin, 'ilerlemenin' her seferinde daha az canlı emek kullanma sonucunu doğurması demektir... Esasen ve bir bakıma kapitalizmin tarihi, makinaların (tekolojinin) insanın (canlı emeğin) yerini almasının da tarihidir... Velhasıl her teknolojik ilerleme daha az canlı emek kullanmak, daha az 'değer' üretmek/yaratmak demek... Şimdilerde sistemin 'kapsadığından' daha çok insanı 'dışlamasının' nedeni bu... Aslında bu durumu görmek için etrafa eleştirel bir gözle bakmak yeterlidir... Sonuç: Sistemin her ileri aşamada daha aç değer üretmesi demek... Tabii bu da sürdürülemezlik demek...
Bununla teknoloji çözüm değil sorunun kaynağı mı demek istiyorsunuz?
Evet aynen öyle... Kaldı ki, kapitalizm dahilinde 'teknolojik gelişme' daha az çalışarak daha çok ve daha kolay üretmek, daha rahat yaşamak için üretilmez... Sermaye daha çok kâr etsin diye üretilir... Durum böyledir ama iflah olmaz bir teknoloji hayranlığı, güzellemesi var... Eğer öyle olsaydı, insanların günde bir iki saat çalışması yeterli olurdu... Bir fikir vermek için, mesela sanayi devriminden önce haftanın üç gününden biri tatildi... Buhar makinalarının devreye girdiği dönemde, çalışma süreleri 14-16-18 saate çıktı... Bu gün 8 saat çalışan küçük bir azınlıktır... Çalışanların ezici çoğunluğu 8 saatin üstünde çalıyor... Teknoloji geniş kitleleri işsiz bırakıyor, açlığa mahkûm ediyor... Çalışanlar da uzun saatler çalışıyor ve her seferinde de çalışma yoğunluğu (sömürü) artıyor...
Kapitalist sistemin krizinin sadece finansal – ekonomik kriz olmadığını söylüyorsunuz. Bu mevcut durumunun krizin ötesinde “ çöküş” olduğunu kitabınızda dile getiriyorsunuz. “ Çöküş” kapitalist sistem için “geriye dönüş ayağa kalkma” ihtimali yok mu demek istiyorsunuz? Yani “ Çöküş ”ten kastettiğiniz ne?
Mevcut durumu 'kriz' karşılamıyor. Malûm 'kriz', normal durumdan bir sapmadır ama 'normale dönüşü' de ima eder... Çöküş, geri dönüşün mümkün olmadığı durum ima eder... Artık sistem çözdüğünde daha çok sorun yaratmadan yol alamıyor. Bu da verili zemin üzerinde yol almanın artık mümkün olmaması demektir...
“Çöküşü” Kapitalizm büyük projelerle atlatamaz mı?
Büyük projeler sistem patinaj yaptığı için gündeme geliyor. Aslında büyük projeler demek, büyük yıkımlar, büyük yağma ve talan, büyük kâr demek. Büyük projelerin dayatılmasının nedeni, sistemin değer üretmekte zorlanması... Sermaye değerlenme sorunuyla yüz yüze geldiğinde bu tür projelere baş vuruyor... Sermaye bu işten yüksek kârlar elde ediyor diye bu projeleri matah bir şey saymak saçmadır. Bunlar daha önce yaratılmış değeri kullanıyor. Yeni değer üretme kabiliyetleri yok. Tam tersine ekolojik yıkım derinleşiyor... Bunlar büyük finansal bir porte gerektiren projeler ve krediyle mümkün oluyor ama kredi sonuçta halk tarafından ödeniyor... İnsanlar farkında olmadan bir yıkım projesini finanse ediyor, ödedikleri vergilerle... Eğer son zamanda Yavuz Sultan Selim Köprüsünden geçtiysen, ne demek isteğimi anlarsın... Doğa tahribatının elbette bir karşılığı var... Onun için bu lânet olası projelere kategorik olarak, inatla ve kararlılıkla karşı çıkmak gerekiyor... Bunlar tam birer baş belası...
İyi de büyük projeler bir ilerleme ve kalkınma, büyük başarı olarak sunuluyor... Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Başarı ne, kimin için başarı... Güzelim doğayı yok eden bir proje hangi durumda savunulabilir ve matah bir şey sayılabilir? Bu tam da 'egemen ideoloji' kategorisi dahilinde anlaşılabilir... Bu durum okullarda 'bilim' diye okutulan ama bilimle de bu dünyanın gerçekliğiyle de uzaktan-yakından ilgisi olmayan burjuva iktisadının marifeti... Büyüme saplantısıyla ilgili ama neyin, ne pahasına, nasıl büyüdüğü, ve büyümenin kimin için ne anlama geldiğini sorun etmemek kaydıyla... Son olarak, eleştirel düşünce hiç bu günkü kadar elzem olmadı diyebiliriz... İçine sürüklendiğimiz sefil durum eleştirel düşünce zaafının, radikal düşünce zaafının bir sonucu... Oysa bizi kurtaracak, düzlüğe çıkaracak yegane şey radikal eleştirel düşündedir...