Figen Alkaç'tan 'Israrı Kanadında'
Figen Alkaç, “Israrı Kanadında” isimli yeni öykü kitabında durmaksızın anlatan, anlattıkça kendini arayan ve bulan karakterlerle tanıştırıyor okuru. Onlar, hem kendi kimliğini sahipleniyor hem de öykü kişisi olarak kendinden uzaklaşıyor; bazen korkularıyla yüzleşiyor bazen de korkularının üstüne kararlılıkla gidiyor.
Harun SaruhanlıHepimizin dışarı atmak istediği safralar ve içimizde tutmakta zorlandığımız isyanlar var. Bir an o ölçülü halimizi kaybetme aşamasına geldiğimizde ya dilimizi tutamıyoruz ya da elimizi. Bu, bazen gündelik yaşamda ortalığa saçılıyor bazen de yazıyla çiziyle.
Uykusuz gecelerin veya derin bir uykunun ardından ulaşılan sabah, zihnimizdeki sözcüklerin ete kemiğe bürünmesine yardım edebiliyor.
Figen Alkaç’ın yeni kitabı “Israrı Kanadında”da, yazarın karakter hâline geldiği ve karakterlerin yazarlaştığı; içimizde birikenlere gönderme yapan ve sabahlara işaret eden öyküler yer alıyor. Her bir öykünün anlatıcısı ve kahramanı, olup bitene ve hayata kendi penceresinden bakarken aslında hiç de yabancılık çekmediğimiz sorunlara dokunuyor.
KENDİSİ OLARAK BAŞKASI…
Bazı sabahların insanda yarattığı tuhaflığın, bungunluğun ve karamsarlığın tasvirini yapan Alkaç, okuru satır aralarında kahramanlarını dinlemeye çağırıyor. Hayatın hikâyeleştirilmesi de diyebiliriz buna, hikâyenin hayata bağlanması da. Acının yaşanması, aktarılması ve başkaları tarafından özümsenmesi, okuru günümüzün popüler “empati” kavramına yönlendirebilir fakat Alkaç’ın derdi başka: Konuşturduğu kahramanlarını, yaşadıkları onca badireye rağmen güçlendiriyor.
Onlar, her sabah pek çok şeyin farkına varıp kendini dinliyor. Böylece “öteki” diye nitelendirilebilecek kişiliklerle yüzleşiyoruz ama bu durum için sanki biraz daha derin bir tanımlama gerekiyor. Alkaç’ın kahramanları, kendisi olarak başkası ve başkası olarak kendisi gibi. Buradan baktığımızda, kahramanların tanıdık mekânlar ve yüzler ile bunların yabancı hâline gelişi arasındaki ilişkiyi anlamlandırmaya çabaladığını görüyoruz.
Anlatıcılar ve karakterler, kendini yadsımıyor ya da duygu yoğunluğunu kullanarak durumunu acıklı bir hikâyeye dönüştürmüyor. Bunun yerine olayların, insanların, ilişkilerin ve en önemlisi kendisinin farkına varıp bulunduğu koşulların çerçevesini çiziyor.
KİRİ PASI SÜPÜREN SABAHLAR
Konuşup anlatarak varolan kahramanlarıyla Alkaç, coğrafyamızda geziniyor. Yaşadığı yerde yabancı gibi görülenlerin hikâyelerinde, çemberin dışına itilenlerin karakterleştiği ve mevcut durumun ruhunun yansıtıldığını söyleyebiliriz.
Dehşetli olan ve öyküleştirilen durumların bileşimi ya da kaynaştırılması üzerinden yürüyor Alkaç. Karakterler ve kahramanlar, hem kendi kimliğini sahipleniyor hem de öykü kişisi olarak kendinden uzaklaşıyor; bazen korkularıyla yüzleşiyor bazen de korkularının üstüne kararlılıkla gidiyor. Çekimser ve sessiz kalmanın ya da gözü karartıp katliamlara girişmenin altında yatan duygular olarak karşımızda bunlar. Fakat gün doğumu, Alkaç’ın kullandığı bir metafor olarak veya düz anlamıyla kiri pası süpürüyor her şeyin ardından.
Alkaç’ın, “Israrı Kanadında”da yer verdiği öykülerinde öne çıkan şey ise anlatmanın gücü. Anlatan kahramanlar böylece yeni ve eski yurtları arasındaki çelişkiyi, sürgünün yarattığı travmaları, artık yanı başında bulunmayanların ve kişinin kendi olmadığını hissetmesiyle açılan yaraları tedavi etmeye girişiyor.
Alkaç’ın kahramanlarının ortak özelliği, kızgınlığını ve kederini ironik bir biçimde ifade etmesi. Bunun sonucunda, öyle bir çırpıda dile getirilemeyen ve cümlelere döküldüğünde ise ruhun frenini patlatan hikâyeler ortaya çıkıyor.
Kısacası Alkaç’ın okurla buluşturduğu ve tanıştırdığı kahramanlar hem yabancı hem de çok tanıdık; öyküler de bu anayoldan ilerliyor.
Israrı Kanadında / Figen Alkaç / Doğan Kitap / 110 s.