En Çok Canımızı Acıtan...
cumhuriyet.com.trCumhuriyet yazarı Sayın Işıl Özgentürk, daha önce de Türkiye’deki siyanür liçiyle çalışan altın madenlerini savunan yazılar yazmıştı. Siyanür liçi yönteminin yanında olmanın, yaşamın karşısında olmak anlamına geldiği, hem Uşak Eşme’den Romanya Baia Mare’ye, Kıbrıs Lefke’den ABD Colorado’ya örneklerle, hem de bilimsel raporlarla sabittir. Öte yandan zehre bulanmış bu altın sevdasının, onlarca mahkeme kararına karşın sürdürülmesi Türkiye’nin hukukuna, yurttaşlarının adalet duygusuna da onarılmaz zararlar veriyor. Jandarmadan dayak yemeyi, protesto eylemine gitmek için tarlasında ekinini bırakmayı göze alan köylüler, avukatlarının açtığı ve kazandığı onlarca kararın uygulanmaması nedeniyle kırgın ve öfkeliler. Mahkeme kararlarının çiğnenmesi nedeniyle, valisinden başbakanına yöneticiler tazminat ödemek zorunda kaldılar, Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde de mahkûm oldu. Yine de değil kapanmak her gün yeni ruhsatların verildiğine, yeni siyanürlü işletmelerin açıldığına tanık oluyoruz.
Ama olabilir, yine de elbette Işıl Hanım ya da bir başkası düşünce özgürlüğü çerçevesinde siyanür liçiyle çalışan işletmeleri savunabilir. Zaten bu yazının konusu da doğrudan siyanürlü altın işletmeciliği ya da bunun savunulması / eleştirilmesi değil. Bu yazının konusu, Işıl Hanım’ın ileri sürdüğü, altıncıların bile bugüne dek propaganda malzemesi yapmaya kalkışmadığı korkunç bir iddia. Işıl Hanım pazar günkü (21 Şubat) yazısında öyle bir iddiada bulundu ki eminim bu yazıyı okuyan ve 1994 senesinden beri Türkiye’nin hem yaşam ve çevre mücadelesine hem de tüm dünyaya örnek hak arama kavgasına tanık olan herkes can evinden vurulmuşa döndü. Aynen şöyle deniliyor yazıda:
“Bu ülkenin en güzel insanlarından, en yurtsever insanlarından biri Necip Hablemitoğlu sadece ve sadece altın alanında Alman vakıflarının rolünü yazdığı için öldürüldü.”
Prof. Necip Hablemitoğlu iğrenç ve karanlık bir cinayete kurban gitti. Katiller ve bu cinayetten medet umanlar bulunana ve cezalandırılana dek şu ülkede huzurla nefes alamayacağımız ortada. Ancak bu durum ne yazık ki Prof. Hablemitoğlu’nun yazdığı kitap sonucunda Bergama’da muazzam bir çevre ve hukuk mücadelesi veren azimli ve inatçı yurttaş hareketinin Alman casusluğu iddiasıyla Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandığı gerçeğini değiştirmiyor. Dönemin DGM başsavcısının tek taraflı soruşturması sonucu açılan davada yargılananlar beraat kararıyla aklandılar. Ama neye yarar; hâlâ daha siyanürlü altınla hayat bulan yayın organlarında aynı gerçekdışı iddialarla suçlanmaya devam ediyorlar.
Ve şimdi de Işıl Hanım’dan öğreniyoruz ki Necip Hablemitoğlu meğer bu kitaptaki görüşleri nedeniyle öldürülmüş. Hangi kanıta dayanarak, hangi bilgiyle, hangi yazar sorumluluğuyla söyleniyor bu? Işıl Hanım açıklamak zorunda elindeki kanıtları. Açıklayamazsa, sözlerini geri almak ve bu iddiasının ucunun dokunduğu herkesten tek tek özür dilemek zorundadır. O kadar kolay mı “kul hakkı yemek?”
Bu iddia Prof. Hablemitoğlu’na ve cinayetinin aydınlatılmasını bekleyen kamuoyuna da haksızlıktır. Siyasal cinayetlerle ilgili söz alanlar, sözlerini tartıp öyle söylemelidir. Aksi şekilde Işıl Hanım gibi sadece akıllarına eseni ya da gönüllerinden geçeni söyleyenler, gerçeklerden uzaklaşılmasına da sebep olurlar.
Sayın Özgentürk yazısını şu sözlerle bitirmiş: “En kötüsü ne biliyor musun, bu ülkenin neşesini çalıyorlar. Üstelik ‘kul hakkını’ çiğneyerek.”
Işıl Hanım, en kötüsü ne biliyor musunuz? Zaten pek yerinde olmayan neşemizi çaldınız, üstelik de kul hakkı çiğneyerek…