Ece Temelkuran yeni romanı: 'Devir'

Ece Temelkuran, 1980 yılının 12 Eylülü'ne değin askeri cuntanın dizgeli darbe hazırlığını ve devrimci öğrenci devinimini, Ankara’nın Kurtuluş Mahallesi’nde yaşayan romanın kahramanları Ayşe, Aydın ve Sevgi; Nejla Hanım ve Jale Hanım Teyze’nin tanıtımı eşliğinde ve beş-altı yaşlarındaki Ayşe’nin dünyasından anlatılaştırıyor romanında. Onur Bilge Kula'nın değerlendirmesi...

Cumhuriyet Kitap Eki

Ece Temelkuran'dan “Devir”

Devrimciler neyi devirecekti?

Ece Temelkuran, Devir'de Devrimci Yolcu bazı devrimcilerinin öykülerini yetkin bir estetik beğeniyle biçemselleştirmiştir. İçeriğine uygun olağanüstü yazınsal bir anlatı olan Devir, bir anımsama, anımsatma, direnme ve umutsuzluktan umut, yenilgiden yengi türetme romanıdır. Ankara Kuğulu Parktaki havuzda yüzen dilsiz kuğular, 1980'de bu çılgın ve hüzünlü kentte yaşanılan utkulu direnişin ve hüzünlü yenilişin tanıklarıdır.

“TEK YOL DEVRİM!”

Temelkuran, 1980 yılının 12 Eylülü'ne değin askeri cuntanın dizgeli darbe hazırlığını ve devrimci öğrenci devinimini, Ankara’nın Kurtuluş Mahallesi’nde yaşayan romanın kahramanları Ayşe, Aydın ve Sevgi; Nejla Hanım ve Jale Hanım Teyze’nin tanıtımı eşliğinde ve beş-altı yaşlarındaki Ayşe’nin dünyasından anlatılaştırmıştır. Nejla Hanım, düzgün, ahlaklı, insancıl batılı yaşam tarzını içselleştirmiş bir Cumhuriyet kadınıdır. Hem kızı Sevim'e sosyalizmde hiç mi milli bayram yok?" diye soracak denli saf hem de "bir tarafın Niğde Öğrenci Yurdu, ülkücü gençler, bir tarafın Mülkiye, solcu gençler ve tam karakolun karşısında oturuyorsun, bütün bunları çocuktan nasıl saklayabilirsin? diyecek denli olayların ayrımındadır. Komünistlikle suçlanan, 1945'te Konservatuar'dan Cebeci'ye dalgın yürüyen Sabahattin Ali'yi üzüntüyle anar. Nejla'nın karşıt kutbu olarak kurgulanan Jale Hanım Teyze'yse, Bülent Ersoy'a hangi gözlük yakışıyor? O neyi giyiyor? Ne zaman kadın oluyor? Askerler ne zaman yönetimi ele alıyor? gibi konularla oyalanan ve hep başkalarından yararlanan bir figürdür.
Romanın diğer kahramanları, Seyranbağları’nın gecekondu bölgesinde yaşayan ve evleri “Ülkücüler” tarafından yakılan “devrimci” aile Hasan, Aliye ve oğulları Ali’dir. Yakılan evleri ODTÜ'lü öğrencilerce yeniden yapılan bu ailenin üyeleri, polisçe ağır işkenceden geçirilir; ancak konuşmaz, direnir. Yazar, bu üç figürü devrimci direnişin simgesi olarak kurgulamış. Aliye kardeşi Said'in öldürülmesiyle görmüştür ki, ölmenin kıymeti yoktur; gazeteler ölenlerin adlarını bile yazmamaktadır. Öldürülen öğrenciler, öğretmenler, avukatlar, işçiler adsız bırakılmak istenmektedir. Sadece 1979-80 eğitim yılında 395 öğrenci ve öğretmen öldürülmüştür.

Ekmek, özgürlük ve eşitlik için kararlı bir savaşımcı olarak tasarımlanan Aliye'nin romandaki deyişiyle Faşistler Ankara'nın sadece üç mahallesinde kalmıştır. Bir yıla kalmaz biter bu iş. Aliye'yi onaylayan Birgül'ün “Tek yol devrim!” diye bağırmasına, gecekondulu Nuran devrimi bekleyecek hal mi kaldı diye karşılık verir. Aliye gecekondusunun önündeki kuyudan su içmekten çekinmektedir; çünkü komşular o kuyuda insan ölüsü vardır. Elaziz'den sürüp getirdikleri Ermenileri atmışlar oraya demektedir.
Aliye'nin kocası Hasan iş yeri temsilcisi olduğu için başına gelmeyen kalmamıştır. Evi yakıldıktan sonra Hüseyin'e çoluk çocuğu tarayacak bunlar, höst demezsek diyen Hasan silahlı direnişin gerekliliğine inanmaya başlamıştır. Hüseyin de ev yakma olayından sonra mahalleyi başka türlü korumak gerektiği kanısındadır.

Temelkuran, ODTÜ'lü Hüseyin'i bu üç figür kapsamında özellikle de küçük Ali'nin gözünden yazınsallaştırmıştır. Devrimci öğrencilerin mahalle halkıyla yaptıkları toplantıları izleyen, her şeyi yaşayarak öğrenen Ali, Hüseyin Abisinin sözlerini ve davranışlarını örnek almaktadır. Dayısı Said'in cezaevinde işkenceyle öldürüldüğünü, kendisine Kızılbaş piçi diyen polislerden ve faşistlerden neyi gizlemek gerektiğini, zafer, direnen halkın olacaktır sözünün ne anlama geldiğini, annesi-babası komünist Kızılbaşlar olduğu için evlerinin yakıldığını yaşayarak öğrenir. Dayısı Said'in kanlı parkasını, hep yanında taşır. Ali için en yakışıklı, en cesaretli en iyi insan ODTÜ'lü Hüseyin'dir. Kızların en güzeli de Hüseyin'in sevgilisi devrimci abla Birgül'dür.

Hüseyin kararlı, insancıl, özeleştirel ve uzak-görülü bir roman figürüdür. Hüseyin'in romandaki anlatımıyla, faşist diktatörlük geliyor, kesin artık. Böyle olmasına karşın, merkez komite partileşelim, bağımsız aday çıkaralım demektedir. Devrimciler, halka yetmemekte, direnişlere yetişememektedir. Gelmekte olan faşist darbeye karşı diğer devrimci örgütlerle dayanışma da sağlanamamaktadır. Çorum'da solcular ve Aleviler kıyımdan geçirilmesine karşın, MC Hükümeti'nin başı olan Süleyman Demirel Çorum'u bırak, Fatsa'ya bak! Diyerek, darbeyi özendirmektedir. Tercüman'ın, Hürriyet'in yazarları da kışkırtmaktadır.

Halksa yorulmuştur; devrimci devinime ilgi duymamaktadır. Romanın sonunda yaşlı bir adamın darbeden hemen sonra Şükür ya Rabbi! Devrimci deyip duruyorlar; neyi devirecekti bunlar? Allah ordumuzu başımızdan eksik etmesin! Sözleri, halkın tavrını açıklamaktadır. Temelkuran, halkın devrimci devinime bakışını ilk bölümde zulüm karşısında halkımın tepkisi, zalime direnmek değil, zulmü, kendinden güçsüz olana yöneltmek sözleriyle özetler. Tema politik olmasına karşın, sosyo-politik çözümlemeye boğulmaksızın yazınsallaştırır.

Romanda anlatılaştırılan devir, öğrenciler başta olmak üzere, düzenin baskı ve sömürüsüne karşı çıkanların tutuklanmalarının, işkence görmelerinin ve hatta öldürülmelerinin olağanlaştığı, sürekli silahlı çatışmaların yaşandığı bir zaman dilimidir. Her kapsamlı ve uzun erimli kavga gibi, devrimci devinim de doğal olarak simgelerini yaratır. Adalet, Milliyetçi Hareket ve Saadet Partisi’nden oluşan Milliyetçi Cephe Hükümeti ve MHP’nin o dönemdeki yayın organı gibi çalışan “Hergün” gazetesi simgesel niteliktedir.

DEVRİMCİ GELENEĞİN DİLİ VE YAŞAM TARZI

Temelkuran Devir'de betimlediği zaman diliminde CHP Genel Başkanı olan Bülent Ecevit'i ve CHP'yi anlatıya katarak, hem sol ve sosyal demokratlar arasındaki tartışmayı, hem de sağcıların CHP'ye bakışını öyküler. Dinci ve milliyetçi bakış, bugün iyice ortaya çıktığı gibi, toplumu cepheleştirme anlayışını kurumsallaştıran ve devlet terörünü olağanlaştıran Milliyetçi Cephe koalisyonunu eleştirmek yerine, solcular böyledir; işleri güçleri engellemektir, yıkmaktır sözleriyle, o dönemde cumhurbaşkanı seçilememesinin sorumluluğunu da sola yükler.

Öte yandan devrimciler, Türkiye adeta bir Nazi yönetimi altındadır diyen Ecevit'i Peki, sen ne yaptın? Bir şey yapmak istiyorsan, Al demokrasi güçlerini arkana, çık sokağa! diye eleştirmektedir. Eylemci sol diyerek demokrasi güçlerini dışlayan CHP Genel Başkanı'ndan, Hasan'ın romandaki deyişiyle, zaten biz Maraş kıyımında kesmişiz umudumuzu. Umudumuzdu, kâbusumuz oldu bu Karaoğlan. Ne iktidar olur, ne muhalefet. Ankara metrosu yapımı tartışması, seks filmleri furyası, müzeler, CSO ve Pol-Der ve Pol-Bir de devrin görünümünü tümleyen simgeler olarak romanda betimlenir.

Romanda yan figür olarak tasarımlanan Samim ve eşi Ayla ile Aydın ve Sevim arasında geçen söyleşilerle hem devrimci devinimin genel görünümü ve olaylara bakışı, hem de devrin özellikleri belirginleşir. TRT'de çalışan Aydın ve Ayla, bu kurumun olayları tek-yanlı yansıttığını, Maraş kıyımına ilişkin gerçekleri ters yüz ettiğini, görüntüleri yaktığını; örneğin, irdelemek ve olanak gibi sözcükleri yasakladığını anlatır. Evlerinde devrimcileri barındırdıkları için kilitli tuttukları odanın gizemini özenle korur.

1980’de öldürülen Gün Sazak, Nihat Erim ve DİSK başkanı Kemal Türkler de simgesel kişiliklerdir. Temelkuran, Sazak’ın öldürülmesiyle başlatılan intikam eylemlerini, romanda yine önemli bir simge olarak kullanılan Cumhuriyet gazetesi muhabirinin bakışıyla anlatılaştırır. Ülkücülerin saldırısından korunmak için, Cumhuriyet yazısının görünmemesine özen gösterilen bu gazete, solun ve sosyal demokrasinin simgesi olarak romanın birçok yerinde anlatıya katılır.

Devlet Planlama Teşkilatında çalışan ve yaygın merhametsizliğin ilk nedenini Osmanlı’nın Yeniçeri devşirmesine değin geri götüren Aydın ve Meclis Kütüphanesi’nde memur olan eşi Sevgi evlenmeden önce devrimci devinime katılmıştır. Dolayısıyla, her ikisi de devrimci geleneğin yaşam tarzını ve dilini içselleştirmiştir.

DEVRİMCİ DEVİNİMİ VE ÖZGEÇMİŞLER

Sevgi'nin Aydın'la evlenmeden önce 71'li yıllarda arkadaşı olan ve Sevgi'ye bu 'devir' geçene kadar Meclis Kütüphanesi'nde saklaması için bir zarf veren Önder'in ortaya çıkması, bu gelenekten gelen bazı okuyucuda hafif bir olumsuzlama tavrı yaratabilir. Yazar, Önder figürüyle öykülediği devrin özgünlüğünü biraz daha belirginleştirmek suretiyle, hem öykülenen özgeçmişlerin çok-katmanlılığını görülürleştirerek romanın kurgusal dünyasının gerçekliği izlenimini güçlendirir hem de anlatıyı devingenleştirir ve çekileştirir. Önder ve Sevgi figürleri aynı zamanda devrimciler arasında bir ayrımlaştırma yapma olanağı sunar. Bu iç ayrımlaştırma, romanda Önder'in deyişiyle, kendini koruyanlar ve kendini ateşe atanlar arasında yapılmalıdır. Önder kendini ateşe atanlardandır. Bu nedenle, kaydı bir yerlerde tutulan yaşanılanları değil, hatırlanmayacakları önemsemektedir. Roman silahlı savaşımının saltlaştırılması ve devrimcilik yarışına girilmesini de ince bir eleştiriyle öyküler.
Devir'de betimlenen en önemli simge kuğudur. Beyaz kuğu, zarifliği, kararlılığı, sürekliliği, dayanıklılığı, ahlaklılığı; kanadı kırık kuğuysa, umarsızlığı, dertliliği, boynu büküklüğü simgeler. Temelkuran önemli anlatıcı olarak Ali ve Ayşe'yi tasarımlar. Geleceğin ve umudun anlatımı olarak kurgulanan bu iki çocuk, kurtuluşun simgesi olarak gördükleri kelebekleri Meclis'e sokmayı ve bir kuğuyu kurtarmayı görev sayar. Kuğulu Park'tan kurtardıkları kuğuyu, Nejla Hanım, Aydın ve Sevim'in yardımıyla Fatsa yolunda özgürlüğe uçururlar. Romanda olağanüstü içten ve sürükleyici bir biçemle anlatılan bu olay, bana Anna Seghers'in Yedinci Darağacı romanını anımsattı. Seghers anılan romanında toplama kampından kaçan yedi kişiyi anlatılaştırır. Kaçaklardan altısı hemen yakalanır ve asılır. Yedincisi için darağacı kurulur; ancak bu yedinci kişi asla yakalanmaz; darağacı boşa bekletilir. Yakalanmayan yedinci kişi, özgürlüğü ve geleceği simgeler.

Devir, Lukacs'ın tümellik-tekillik-tikellik kavram üçlüsüyle açıkladığı sanat yapıtının oluşumu ilkesinin gerçekleştirimi gibidir. Temelkuran 1980'in sosyal, politik ve kültürel görünümünü, diyesi, bir tümelliği ve bu tümelliğin içerdiği tekilliklerden biri olan devrimci devinimi ve bu devinimi oluşturan bireysel özgeçmişleri Devir'de yazınsallaştırarak tikelleştirir. Elbette böyle bir yapıt, devrimci devinimin bütün öğelerini anlatılaştıramaz ve aynı ölçüde hoşnut edemez. Çok-katmanlı okumaya olanak veren bu yapıtta serimlenen 'devri' deneyimlemiş ve Devir'de öyküleri yeniden kurgulanmış olan kişilerden bazılarını da tanıyan bir okur olarak bu romanı derin bir hüzün, üzüntü ve bazen de kahkahayla okudum. Birçok okurun aynı duyguları paylaşacağını umuyorum.

Devir/ Ece Temelkuran/ Can Yayınları/ 494 s.