Duru, 'titrek bir ışıkla' hayata tutunan 'Bay Hiç'i anlattı

Bir adam düşünün ki 2 yıl boyunca sadece odanızdan süzülen ışığa bakarak sizinle hayata tutunuyor... Paylaşıyor yalnızlığını, henüz sizi tanımadan... Hayaller besliyor sizinle ilgili ve bir 'siz' yaratıyor benliğinde. Peki ya siz onun yarattığı 'siz' misiniz?

cumhuriyet.com.tr

Sabahattin Kudret Aksal'ın metninden Fransızca'ya uyarlanan 'Bay Hiç' (Monsieur Rien), işte tam da bu noktada 'gerçek' ve 'yaratılan' arasında düşünmeye itiyor izleyiciyi. Oyun, kendi yarattığımız dünyadan kopmanın ne kadar zor olduğunu ve gerçeğin, bazen ne kadar acıtıcı olabileceğini gözler önüne seriyor... Bu dünyada hatta evrendeki; hiçbir aşığın, hiçbir bilim adamı veya filozofun çözemediği 'kadın-erkek' ilişkisinin karmaşıklığını gözler önüne seren oyun, kimi yerde derin ve hüzünlü yalnızlığınıza dönüp bakmanızı sağlarken, şaşırtıcı temposu ve dozunda mizah ile de yüzünüzü güldürüyor.

Sait Kerem Ayan'ın yönettiği oyunda sahneyi Fransız meslektaşı Regis Laroche ile paylaşan tiyatrocu Ülkü Duru, iniş çıkışlarla dolu bir tempoya sahip olan oyunda, kusursuz Fransızcası ve başarılı oyunuyla harikalar yaratıyor. Kendisiyle yaptığımız söyleşide; 18-19-20 Şubat tarihlerinde Paris'te, Fransız seyircisinin karşısına çıkmanın heyecanı yaşadığını belirten Duru'yla tiyatrodan kadın-erkek ilişkilerine kadar pek çok konuda konuştuk...

 

- Türk bir yazarın Türkçe yazılmış bir metni Fransızcaya çeviriyor ve başrolde Türk bir oyuncu Fransız seyircisinin karşısına çıkmaya hazırlanıyor… Bu proje nasıl gelişti? Teklif kimden geldi?


Ü.D: Yönetmenimiz Kerem Ayan’ın projesi. Aynı zamanda, kendisi oyunu Türkçeden Fransızcaya da çeviren kişidir. 2010 Mart ayının sonuna kadar sürecek olan Türk Mevsimi dolayısıyla bu proje ortaya çıktı. Kerem’in geçen sene çevirdiği oyunu, İKSV’ye sunduk. İKSV, projenin Türk Mevsimi kapsamında Fransa’da gösterimini kabul etti.

Bunun üzerine, Fransız oyucu arkadaşım Régis Laroche Fransa’dan getirildi. Birlikte çalışmalara başladık. Oyunu 18 -19 Şubat tarihlerinde Paris’te Theatre du Gymnase’da sergileyeceğiz. Fakat burada da bu kadar çalışmışken, Fransız Kültür’ün katkılarıyla Türk seyircilere de oyunu sunmak istedik. Sabahattin Kudret Aksal’ın benim için özel bir yeri var, kendisi çok sevdiğim bir oyun yazarıdır. 1986 yılında Aksal’ın “Önemli adam” isimli oyununda, Ahmet Uğurlu’yla beraber oynamıştım. Hatta o rolümle en iyi kadın oyuncu ödülü almıştım. Bu sebeple, benim için yıllar sonra tekrar Sabahattin Kudret oynamak, Fransızca oynamak ve Fransa’daki seyirciye onu tanıtacak olmak benim için çok heyecan verici.

 

- Peki daha önce, yabancı dilde tiyatro oyunu oynamış mıydınız?

Ü.D: Daha önce hiç yabancı dilde bir tiyatro oyunu oynamadım. Fakat Berkun Oyan’ın çektiği “İyi Seneler Londra” filminde, Fransızca konuşan bir kadın rolü oynamıştım. Denis Lavant ile birlikte oynamıştık.

 

- Bir karakteri kendi ana dilinizde bile yaratmak sancılı bir süreçken, başka bir dilde çalışmak sizi zorladı mı? Hazırlık sürecinde ne gibi zorluklarla karşılaştınız? “Rolün nasıl altından kalkarım” gibi bir düşünceye kapıldınız mı?

Ü.D: Seyirci zaten festivallerden başka dilde oyun seyretmeye alışkın. Tabi kolay değil. İnsanın kendi dilinde bile oyun çıkartması zor. Bir de o duyguları Fransızca olarak hissetmek, düşünmek ve aktarmak tabi ki çok kolay değil. Daha fazla çalışmam gerekiyordu. Fransız bir oyuncuyla çalışmam, Kerem Ayan’ın 20 yıl Fransa’da yaşamış olmasından dolayı dile hâkim olması, benim de Fransa’yla sürekli ilişkilerimin olması rahatlatıcıydı. Zor ama güzel bir çalışma oldu.

 

- Fransız oyuncu arkadaşınızın seçilmesi sürecinde ne gibi kıstaslar arandı? Sizin oyuncu seçimi konusunda bir etkiniz oldu mu? Tanıdığınız bir oyuncu muydu?

Ü.D:
Ben, Laroche’yi hiç tanımıyordum. Kerem’in Fransa’daki tiyatro çevresinden tanıdığı bir oyuncu.

 

- Fransa’daki izleyiciden nasıl bir tepki bekliyorsunuz? Sanırım sizin için en heyecan verici tarafta bu?

Ü.D: Benim için en önemli şey Fransa’ya gidip, Paris’te Fransız bir oyuncuyla bu oyunu oynayacak olmak. Bu oyunun Fransızların çok ilgisini çekeceğini düşünüyorum. Bu tarz oyuna çok alışkın bir seyirci var orada. Fransız seyircisi, bizim seyircimizden daha iyi tepki verecektir diye düşünüyorum. Çünkü onlara hiç uzak bir konu değil. Onların bizden çok çok önce yaşadığı konular. Avrupa’nın yalnızlığı, bireyciliği bizden çok önce başladı. Bir de Fransızlar absürd, soyut oyunları çok severler. Ayrıca, bu oyunun son derece uluslararası olduğunu düşünüyorum. Kadın-erkek ilişkisini hangi ülkeye koysanız olur. Bunu; İrlandalı da yaşar, İngiliz de, Hong Konglu da… Bu yüzden oyunun çok enternasyonal olduğunu düşünüyorum.

 

- Oyunda derin bir yalnızlık söz konusu. Gerçek hayatlarımızda da yalnızlığa, oyundaki gibi çok mu alıştık? Bu yüzden mi ördüğümüz duvarları yıkmak bu kadar zor?


Ü.D: Tabi ki... Sabahattin Bey bu oyunu çok önceden yazmış. Sanıyorum ki 1982 yılında. Ama bu oyun günümüze çok uyuyor. Çok çağdaş bir oyun. Günümüz insanı maalesef eskiye göre daha fazla yalnız. Bu yalnızlıktan dolayı kendini daha fazla korumaya alıyor. Aslında hep birini arıyor. Kadın da birini arıyor erkek de... Ama karşılaştığı kişi istediği kişi olmuyor. Bu yüzden tekrar dönüp dolaşıyor ve yalnızlığı seçiyor. Ama bu oyununu en güzel tarafı hayata karşı her zaman bir umut beslediğimizi gözler önüne seriyor. ‘Hiçbir zaman umutlarımızı kaybetmeyelim’ diyor. Zaten umutlarımızı kaybetmek ölüm gibi bir şeydir. Oyun, ‘Yine de beklemek bile güzel’ diyor.

 

- Oyununun dışına çıkıp, günümüz Türkiye’sinin gerçeklerine dönersek… Bolca sansüre uğradığımız, yazdıklarımız ve söylediklerimizden dolayı hep tetikte durduğumuz bir dönemde sanatçı olmak sizi zorluyor mu?

Ü.D: Sanatçı, ancak özgür olduğu ortamda bir şeyler yaratabilir. Sanatçı, her zaman olmasını istediği, hayal ettiği dünyayı seyirciye yansıtır. Yönetmen sinemasıyla, yazar yazdığıyla, şair şiiriyle, oyuncuysa oyunuyla... Sizin fikir ve düşüncelerinize herhangi bir kısıtlama geldiği takdirde, idealinizdeki dünyayı seyirciye sunmanıza imkân kalmaz. Bu bakımdan sanatın, sadece özgür ortamlarda yapılabileceğini düşünüyorum.

 

- Yeni bir nesil yetişiyor ve birileri onlardan çok şikâyetçi… Aileler çocuklarından şikâyetçi, eski müzisyenler yeni müzisyenleri beğenmiyor, eski ev kadınları yenilerini beğenmeyecek neredeyse… Herkeste bir dert yanama söz konusu. Siz de bu şekilde düşünenlerden misiniz? Yoksa hâlâ umut besleyenlerden misiniz? Yeni yetişen tiyatrocuları nasıl buluyorsunuz?

Ü.D: Ben umudumu kaybetmiyorum. Çünkü her şey değişiyor. Hayatta her zaman geçmişe bir nostalji duyulur. “Bizim öğrencilik zamanlarımız şöyleydi…” gibi laflar duyarız. Ama açıkçası ben, etrafında çok fazla yetenekli genç buluyorum. Zaten, son projelerimin hepsinde gençlerle çalışıyorum. Tamam, bizim bilgi birikimiz var ama gençlerinde pırıl pırıl bir yaratıcılığı, enerjisi ve beyni var. Yani bunları atlayamayız. ‘Birikim, kültür’ derseniz evet… Ama o genel olarak dünyanın bir sorunu zaten. Bizim gibi çok fazla kültüre, okumaya yönelmiyor gençler ama başka şeylerle dolular. Ben çok çok yetenekli genç arkadaşlarımla beraberim, ümitsiz değilim doğrusu. Fakat şu var; her şeyin çabucak yok olmasına ve maalesef internetten kirli bilgiye alışmışlar ki sabırları yok... Çok çabuk hemen yapıp bitirmek istiyorlar. Bu, her şeyde söz konusu… Eğer bizden bir şey örnek alacaklarsa, bizim gibi biraz daha disiplinli ve daha detaycı olmalarını öneririm. Çünkü bu hız başarıya ulaştırmıyor. Bir işin üzerinde uzun uzun durmak düşünmek sindirmek… Gününüzü iyi yaşamak, iyi değerlendirmek, o günden çok şey öğrenmek… Herkes bana “Provan bitti, ne güzel” der. Ama, hayır benim için prova dönemi en güzel zamandır. Çünkü ben o dönem sıkıntı çektim, karakter üzerine düşündüm, yeni şeyler öğrendim. Gençlerin sabırlı olmaları gerekiyor. Ben son derece umutluyum ve genç arkadaşlarım çok iyi şeyler yapıyorlar. Doğrusu ben genelleme yapıp “Şimdiki gençlerde hiç iş yok” diye düşünmüyorum.

 

- Yeni yetişen birçok genç oyuncu dizilere yöneliyor. Bu yöneliş tiyatroda herhangi bir sıkıntı yaratır mı?


Ü.D: Bu tiyatroda hiç sıkıntı yaratmaz. Çünkü, her zaman tiyatro yapmak isteyen çok oyuncu vardır. Artık, çok fazla oyuncu yetişiyor. Tiyatro her zaman oyuncusunu bulur. Mühim olan iyi oyuncu olmak üzer çalışmak, iyi oyuncuyu bulabilmektir. Bence ilerde dizilerde iyi oyuncu olmayan kalamayacak. Zaten öyle bir yere doğru gidiyoruz. Dizilerdeki oyuncuların hepsinin çok iyi eğitimli, bu işte çalışmış, kafa yoruş oyuncular olması gerektiğini düşünüyorum.

 

- Bay Hiç’ten başka devam eden projeleriniz var mı?

Ü.D: Benim başka bir oyunum daha var. Devlet Tiyatrosu’nda, Fransız yazar Yasmine Reza’nın Vahşet Tanrısı adlı oyununda oynuyorum. O da yine Paris’te seyrettiğim ve proje olarak Devler Tiyatrosu’na sunduğum bir oyun. Celal Kadri Kınoğlu yönetiyor. İşdar Gökseven, Zerrin Tekindor ve Zafer Algöz’le oynuyoruz. Çok güzel bir ekiple çalıştık. O da günümüze çok uygun bir oyun, çok çağdaş. 26 Ocak’tan sonra 15 gün Cevahir Sahnesi’nde oynadık. Zeytinburnu’nda olacağız. Ve Küçük Sahne’ye geçeceğiz. O sürekli oynayacak tarzda matrak bir oyun.

 

- Bu arada sinema deneyiminiz de var. Berkun Oyan’ın yönettiği "İyi Seneler Londra" isimli... Sanıyorum ki, film üçleme olarak düşünülmüş. Acaba devam filmlerini ne zaman izleyebileceğiz?


Ü.D: Evet o film üçleme olarak düşünüldü. İnşallah onun diğer ikisi de gelecek ama zamanı henüz net değil. Biliyorsunuz sinema zor iş...

 

- Televizyonda da sizi keyifle izlemiştik. Sanıyorum ki televizyona soğuk değilsiniz. Bu ara herhangi bir televizyon çalışmanız olacak mı?

Ü.D: Televizyona tabi ki soğuk değilim. Televizyon işleri yapıyorum hep. Ama tabiî ki daha çok tiyatro yapan bir oyuncuyum. Televizyonda da klasik laflar vardır; "İyi senaryo, iyi ekip, iyi yönetmen, iyi kanal" gibi. Bunlar olduğu zaman 'Hayır' demem. Şuan ise, birkaç dizi projesi var onlara da bakacağız. Henüz okuma aşamasındayım.

 

Bay Hiç (Monsieur Rien)

Yazan: Sabahattin Kudret Aksal

Yöneten: Sait Kerem Ayan

Oynayanlar: Ülkü Duru – Regis Laroche

Yönetmen Yardımcısı : Serkan Zihli

Kostüm : Nahide Büyükkaymakçı

Işık : Enver Başar