Dünya'ya usulca kafa tutan adam: Ortaçgil

Bazı melodiler vardır, kulaklarınızdan hiç silinmez. Hayatınıza ne zaman girdiğini bile bilmezsiniz, o melodiler hep vardır ve hep de var olmuşlardır sanki. Annelerimizin babalarımızın gençlik şarkılarıdır onlar, bizim ise vazgeçemediklerimiz. İşte o vazgeçemediğimiz sözleri yazan Bülent Ortaçgil'le yaptığımız söyleşide; naif ama bir o kadar protest şarkılarından, Türkiye gerçeklerine kadar birçok konuyu konuştuk.

cumhuriyet.com.tr

O güzel sesiyle yıllarca hem aşklarımızın hem de isyanlarımızın sesi olan ustalardan Bülent Ortaçgil'le Studio Live'da Ezginin Günlüğü'yle ortak yürüttüğü konser öncesi bir söyleşi yaptık... En sert tepkilerini en naif şarkıların ardına gizleyen Ortaçgil'le şarkılarından projelerine ve günümüz Türkiye'sine kadar bir çok konu hakkında konuştuk...

 

-Ezgininin Günlüğü’yle olan birlikteliğiniz nasıl başladı. Nasıl böyle bir proje yapmaya karar verdiniz?

B.O:
Ezgininin Günlüğü’nün çeyrek asır albümü vardı. 25. yıl albümünde ben onların şarkısını söyledim. Ortaklığımız bundan sonra başladı. Bu çalışmadan sonra onlarda benim bir şarkımı söylemek istediler. Dolayısıyla ortak bir geçiş yaparak 2 konseri birbirine bağladık. Bunun dışında onlar kendi repartuvarlarını çalıyorlar ben kendiminkini çalıyorum.

 

-Bu ortaklığın daha eskiye dayandığı, “Çekirdek Müzikevi”ne kadar gittiği doğru mu?

B.O:
O zamanlardan kalma bir ahbaplığımız var. O zamanki kadro daha değişik tabi ama o zamandan tanıyorum.


-Bu projeye daha ne kadar devam etmeyi düşünüyorsunuz?

B.O:
Bu çok organik bir proje değil. Daha ziyade zor mekânlar için ya da tek başımıza çaldığımızda ne olacağından pek emin olmadığımız mekânlar için sanki bir güç birlikteliği yapıyormuşuz gibi bir durum var. Onları dinleyen insan profiliyle beni dinleyen insan profili tamamen zıt değil. Benden hoşlananlar onları sevebiliyor. Onları sevenler de benden hoşlanabiliyor. Dolayısıyla oldukça ortak, tam ortak değil. Bu da bizim için bir avantaj. Çünkü daha geniş bir kitleye seslenebiliyoruz.


-Siz sanatçı olmanızın yanı sıra mühendissiniz de... Yani hem analitik zekaya hem de duygusal zekaya sahipsiniz. Acaba her ikisine de sahip olmanız müziğinizle sözleriniz arasındaki uyumu sağlamada size avantaj sağlamış olablir mi?

B.O:
Olabilir tabi. Benim aslında hangi mesleği yapacağım hayatımın çelişkilerinden biriydi. Yani mühendis olmak istemiyordum, müzisyen olmak istiyordum fakat müzikle yaşama şansım yoktu. Bu nedenle mühendislik yapmak zorunda kaldım.

 

-Aslında bu 2 meslek birbirinden çok zıt dallarmış gibi gözüküyor fakat…

B.O:
Öyle sanılsa bile aslında değil. Olayları sebep-sonuç ilişkisine bağlama, daha mantıklı davranma, kendi egonu silebilme gibi bir takım özelliklerim bilim okumuş olmaktan kaynaklanıyor. Ama tabi yazma ile şarkı sözü oluşturmaya yatkınlığım da vardı. Zaten o nedenle bu ikisinin zıtlığını biraz kullandım sanki her ikisinden de yararlanıyorum. Zararını da gördüm ama…


"Sanatçı egosunu törpülemeyi bilmeli"

-Bilimin egonuzu silmenizi sağladığını söylediniz. Ortak çalışmalarda birçok ustayla bir araya geldiniz. Fikret Kızılok, Erkan Oğur gibi… Daha sonra bu birliktelikler olmadı yürümedi. Acaba genel olarak bu tarz çalışmaların yürümemesinin nedeni sanatçılar arasındaki ego çatışması olabilir mi? Yoksa sanatçılar kendilerini tekrar etmekten mi kaçınıyorlar?

B.O:
İnsanlar sanıyorlar ki bir proje bazında bir araya gelmiş insanlar hayatlarının sonuna kadar bunu sürdürecekler. Böyle bir şey yok! Müzisyen deniyor. Onunla deniyor öbürüyle deniyor. Başka sesler arıyor, ondan sıkılıyor farklı bir şey yapmak istiyor. Mutlaka böyle magazin kökenli çatışmalar söz konusu değil. Biz proje bazında bir araya geliyoruz. Fikret’le bir araya gelmenin ötesinde birlikte şarkı yazdık. Yıllarca Erkan’la 10-15 yıl birlikte çaldık. Bunları yapabiliyor olmak için insanın egosunu törpülemiş olması törpülemeyi biliyor olması gerekiyor. Ortaklıkta kimse kendisi gibi değil. İnsanlar bir yerde uzlaşmak zorunda.


-Belki de dinleyicileriniz uzun yıllar sizi birlikte görmesi.  Ve bir anda böyle bir ayrılık yaşanması dinleyenlerin aklına farklı sorular getirebiliyor...

B.O:
Bilmiyorum neden ileri geliyor. Mesela Teoman’la da beraber çalıştık. Başlangıçta 20 konser olacağı belliydi zaten. Fikret’le “Çekirdek Sanatevi”nden sonra gelen şeyler var. Yani bunu hiç çatışma olmadı anlamında söylemiyorum. Fakat kavga ettik, kızdık birbirimize, ondan sonra bitti. Böyle bir şey değil bu.

 

" Şimdi 'rock' müzik yapanlar muhalefet alt yapısı taşımıyor"

-Siyasi söylemlerden hoşnut olmasız bile size şöyle bir soru yöneltmek istiyorum. Sizin döneminizdeki sanatçılarda bir başkaldırı vardı. Sizin de naif şarkılarınız altında böyle bir isyan var. Yeni müzisyenlerde böyle bir durum söz konusu mu? Yoksa çok mu fazla apolitizeleşti günümüz gençliği?

B.O:
İnsanlar şunu yaşayarak hissediyor. Zaman geçtikçe insanların eğilimleri, değer verdiği şeyler değişiyor. Benim gençliğimde kıymetli düşündüğümüz, değer verdiğimiz ne varsa bugünkü insanlara göre o değerler çok az şey ifade ediyor. Bunu kabullenmek gerek… Hani babalar derler ya “Bizim zamanımız da neydi, ne oldu…” En kaba değiş bu. Zaman değişiyor, ilişkiler değişiyor, değerler değişiyor. Ve büyüklerimizi değer addettiği şeyler benim için bir şey ifade etmiyor. Benim çocuğuma benimkiler hiçbir şey ifade etmiyor. Bunu biraz doğal karşılamak lazım ama yine de şunu tespit edelim ki; 70 yıllardaki Türkiye'nin entelektüel yapısıyla şimdi ki Türkiye'nin entelektüel yapısı arasında dağlar kadar fark var. Bu bir tespit. Bu doğru. Ama değerli midir, değerli değimlidir onun yorumunu başkaları yapsın. Bırakalım politikayı, şimdi rock müzik yapan gençlere bakalım. Benim zamanımın rockçıları zaten muhalif zaten her şeyin antisi olan bütün geçerli olan moral değerleri reddetmiş… Öyle bir başkaldırının politik yapısı çok kuvvetli değildi ama bir altyapısı vardı. Şimdi ki rock müzik yapanlara bakalım bütün bu isyan bütün bu muhalefet alt yapısı taşımıyor.

 

-Siz yaşadığınız dönemi eleştiren bir müzisyensiniz ve bu ülkenin sancılı dönemlerinde de müzikle uğraşıyordunuz. Dönemin şartlarıyla ilgili eleştirel bir çok şarkınız var. Şimdi o şarkıları dinleyince olayların çok fazla değişmemiş olduğunu görüyoruz. Bu Türkiye'nin acı bir gerçeği midir?

B.O:
Evet bu çok üzücü bir şey ama şöyle düşünmek gerek ben bunu kabullenmiş biriyim. İnsanlar çok zor değişiyorlar. İnsanların genel yapısı zor değişiyor. Değişse bile o değişim eğer layıkıyla olmazsa, sindire sindire olmazsa o tür değişimler aslında tehlikelide olur. Aynen bugün cumhuriyetimiz üzerine yapılan tartışmalar gibi. Aradan 80 yıl geçmiş hala en başa dönüp “O mu? Bu mu?” diye tartışabiliyor insanlar. Değişimler devrim şeklinde olursa eğer daha kalıcı daha tabana yayılmış olur. Ama vurma yoluyla olan değişimin kaderinde bu var tutuyor da tutmayabiliyor da…

 

"Kimi zaman ülkeme 'Hay Allah cezanı versin' diyorum"

-Hayatınızın bir dönemini yurtdışında geçirdiğinizi biliyoruz. Hem de Norveç gibi dünyadaki en rahat yaşam standartlarına sahip bir ülkelerden birinde. Fakat bu ülke çok kalmadan Türkiye'ye dönüş yaptınız. Acaba bu dönüşü 'Bütün Sokaklarım" isimli şarkınızda söylediğiniz 'Seninle yaşamak hiç kolay değil, yaşayamamak gibi' sözlerinizle bağdaştırabilir miyiz?

B.O:
Olay şu bana sorarsan bizim aldığımız eğitim, bütün verilen, öğretilen şeylerde şu öğretildi: “Ya siyah ya beyaz.” Ama ben buna inanmıyorum. Renkler karışık ve insan her rengi aynı anda taşıyor zaten. Ve onları olaylara göre duruma göre onları gösteriyoruz. Yani bu siyah beyazın ötesinde iyi ve kötü de aynı şey. Değerli ve değersiz de aynı şey. Mesela iyi yürekli bir insanın karısını dövmesine şaşırıyor insan ama bu ikilemi içerisinde taşıyor herkes. Öyle bir olay oluyor ki adam dövüyor. Sorsan karısına diyecek ki “benim kocam melektir.” Ya da çocuk öyledir iyi yüreklidir ama gider hırsızlık yapar. Şunu demek istiyorum dünya siyah ya da beyaz, artı ya da eksi diye ikiye ayrılmıyor. Bu çok eski bir mantık. Aristo mantığı... Yani dünyada hepsinden var belli bir dengede. Ve belli bir zaman içerisindeki dengeler değişmesine rağmen her şeyden var. Şuna benziyor ben Türk olmaktan övündüğüm kadar nefret de ediyorum. Aynı şey ülkem içinde geçerli. Ülkemi sevdiğim kadar zaman zaman ülkemden nefret de ediyorum. Bu son derece doğal. Olaylar karşısında verdiğim tepki. Zaman zaman ‘canım cicim’, ‘aman benim ülkem’ diyorsun, kimi zaman ‘hay Allah cezanı versin’ diyorsun. Bu ona benziyor. Yurtdışında yaşamakta aynı şey... Kimi zaman güzel oluyor kimi zaman dayanılmaz... Bir yerde yabancı ülkeli olmak için çok genç yaşta gitmek gerek. İnsan 30’undan sonra Amerikalı gibi olamıyor.

 

-Bir de alıştığımız değerlerden vazgeçmek de zor galiba…

B.O:
Tabii ki zaten bilimsel olarak 6 yaşına gelmiş, kişiliği oluşmuş bir bireyin gidip 30 yaşında gidip başka bir ülke vatandaşı olması olmuyor. Ülkenden atılırsın, kaçarsın ona bir şey demem, mecburiyettendir. Fakat kolay kolay başka bir ülkenin vatandaşı olamıyorsun.

 

-Yani acısıyla tatlısıyla bu ülke benim gibi mi düşünüyorsunuz?

B.O:
Tabi. Ülke değişecek, ülke senin istediğin doğrultuda istediğin zaman değişmeyebilir.


"Türk halkı bilgi bombardımanı altında"

-Son dönemde Türkiye’de yaşanan olaylar hakkında ne düşünüyorsunuz. Bu olayları Türkiye’nin geçmişte yaşadığı olaylara benzetiyor musunuz?  Taraflar farklı olsa bile…

B.O:
Şuanda insanların bilgi bombardımanıyla, yalan yanlış propagandalarla bir sürü şeye inandırıldıklarını düşünüyorum. Ve bunu ne yazık ki direk insanlar yapıyor. Herkes buna aracı oluyor. Bir sürü bilgi akıyor kulağınıza. Ne kadarı doğrudur ne kadarı değildir? Kim bunu yönlendirir? Bunun hiç bir tanesinden emin değilim. Zaten insan kuşku duymaya başlayınca yapacağı tek şey kulaklarını tıkamak. Türkiye’de bence tuhaf bir dönem var. Yalan yanlış bir sürü bilgi akıyor, taraflar birbirine karışmış… Bu durumda kimin ne olduğu belli değil. Özel amaçla biri tarafından mı yapılıyor? Onu da anlamıyoruz. Yani bu dönemde biraz sesiz kalıp, bu bilgi bombardımanından sakınmak gerekiyor. Mesela, artık neredeyse halk haber dinleyemez duruma geldi. Ben televizyon haberi dinlerdim ama artık dinlemiyorum çünkü taraflı olduğuna eminim. Gazete okuyordum ama okuma zevkim de gitti.

 

-Biraz siyasetten uzaklaşıp, şarkılarınıza dönersek… Şarkılarınızda masal diyarlar yaratıyorsunuz. Sanki bir masalcı gibisiniz; prensler, prensesler ve bulut diyarlardan bahsediyorsunuz. Bu kadar büyülü bir anlatımla sözlerinizdeki isyanı nasıl dinleyiciye yansıtabiliyorusunuz? Hem bu kadar naif hem de bu kadar isyankar dili nasıl yakalayabiliyorsunuz?

B.O:
Bu bir dil işte… Yani o ne bileyim, bu bir roman yazarının o dili nasıl bulduğuyla eş değer. O insanın sevdiği, arayıp bulduğu, beğendiği, ayıkladığı ve sonunda kabullendiği bir form. Ben bunu herzaman seviyorum. Gerçek bir olayı anlatacağıma masal şeklinde anlatmayı severim. Sanki yaşanmamış gibi ama en gerçekçi yaşanan şeyi anlatarak. Ya da başka tarafı tutuyormuş gibi başka şeyi anlatmaktan da hoşlarım. O birazcık insanları şaşırtmak, onları kurcalamak, onlara küçük iğnecikler batırmak ve onları “ya bu adamda bunu mu diyor acaba?” diye kulak kabartmasını sağlayan etkili bir form.

 

-Son olarak yeni bir albüm çalışmanız var mı? Buradan hayranlarınızı sevindirecek bir haber verebilir miyiz? Ayrıca, müzik sektöründe desteklediğiniz birileri var mı?

B.O:
Yani tabi bir albüm yapmak istiyorum ama eskisi kadar sık şarkı yapamıyorum. Ayrıca çok büyük bir iştahım da yok. Çünkü Türkiye’de her konuda olduğu gibi müzik sektöründe de büyük bir sıkıntı var. Dolayısıyla yeni bir albüm yapıp çöpe atmaktansa biraz beklemeyi tercih ediyor gibiyim ama bir yandan da bir şeyler yapmak istiyorum. Her yıl “bu yıl yapayım” diye başlıyorum ama sonradan iştahım kaçıyor.

Desteklediğim biri var mı ya gelirsek... Etrafta tanıdıklar arasında ya da konserlerden sonra yanıma gelip demolarını veren insanlar var. Hepsini cevaplamam fakat bazılarına iyi olmuş diye cevap veririm. Özel olarak birilerinin elinden tutmadım.