Dünyada Savaş Yurtta Savaş!
cumhuriyet.com.trSoru şu: Verdiniz mi ABD’ye? Sözünü mü verdiniz, kendisini mi? PKK’ye ya da etnik ayrılıkçı Kürtlere değil, ABD’ye verdiniz mi, vermediniz mi? İkinci soru şu: PKK, elinde kalırsa, Nesturi temel kilisesi Derareş’in (Karakilise’nin) bulunduğu Şemdinli’yi (Nehri dahil), Sevr Antlaşması’nda yazıldığı ve İstanbul Konferansı’nda İngiliz delegenin dile getirdiği gibi, Nesturi özerk bölgesi olarak, ABD’ye bırakacak mı?
1 Eylül Dünya Barış Günü. Bugünü ananlar Kemal Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış!” özlü sözüyle başlarlardı konuşmaya. Bugün ne yurtta barış diyebiliyoruz, ne de dünyada… 1947 Truman Doktrini’yle ulusal bütünlüğümüzü korumayı ve özgür ulus olarak varlığımızı sürdürmemizi üstlenen ABD’nin yönelttiği ve yönlendirdiği doğrultuda, her gün biraz daha ulusal bütünlüğümüzü yitiriyor ve her gün biraz daha özgür ulus olarak varlığımızı sürdürmenin kaygısını yaşıyoruz.
Çeyrek yüzyıldır “barış” sözcüğünü hemen her gün işitir olmuştuk. “Barış hemen şimdi!” çığırışlarının gölgesinde, hemen her gün, “üç-beş Memedi” toprağa verdik… Dün “savaş” için barış çığlığı atanlar, bugün “işgal”in şaşkınlığını yaşıyorlar. Evet “şaşkın” gibiler, bu işin bu kadar kolay olmasının şaşkınlığı bu!
“İşgal” ile doğrudan ya da dolaylı da olsa, Gaziantep vahşetinden değil, bombalı saldırıda öldürülenlerin tabutları önünde “kaygıyla” birbirine sokulmuş “devletin zirvesi”nden söz ediyorum. Her gün onlarca şehit cenazesi kaldırılıyor bu yurdun camilerinden. Bir imam, bir komutan, az ya da çok yöre halkı. Ama burada, verilen görüntü tekti, imam değil, komutan değil, halk değil, devletin zirvesi vardı.
“Gaziantep’in merkezinde birçok evin cephanelik haline getirilmiş olduğunu” söyleyen AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar ise, “İstihbarat zaafı olduğunu düşünmüyorum. Burada başka ve derin bir problem var” diye yazmıştı. “Derin”in anlamı, anlamından derindi.
Aynı gün Cumhuriyet’te gör-müştüm... İlker Başbuğ, lütfen bağışlasın, Kuzey Irak’ın temizlenmesini, yani sınır ötesi operasyon önermişti. Ardılı Genelkurmay Başkanı’nın, birkaç gün önce, Kandil’e operasyonun ABD’nin iznine bağlı olduğunu söylemiş olmasına, negatif bir yanıtı mıydı Başbuğ’un cezaevinden yaptığı açıklama, çıkaramadım. Ama notlarımı karıştırırken, Başbuğ’un (kuvvet komutanıyken) “ABD, Irak’ta Türkiye’yi oyalıyor. Kürdistan projesini yürütüyor!” sözlerini buraya almak istedim. Bu proje o günden bugüne de yürüyor. Engel olanların, Cengiz Çandar’ın, aynı yıllarda, Brzezinski’den aktardığı biçimiyle, “bertaraf edildikleri” biliniyor. Ama bu, “bertaraf edilecekleri” açıklamaya yetmiyor.
“Sınır ötesi operasyon” dendiğinde, ilk akla gelen, 20 Mart 1995’te, Irak’ın kuzeyine düzenlenen “Çelik 1” harekâtı olmak gerekir.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın finanse ettiği bir dergide, “Kuzey Irak’ta özerk bir Kürt devletinin kurulmasına razı olmadığı, üstelik Kürtlere karşı sınırdaki önlemleri sıklaştırdığı” için, “Türkiye’nin haddini aştığı, ABD’nin sabrının taştığı” “Türkiye’nin istikrarsızlık durumunun daha da ağırlaştırılacağı” yazılıyordu. 20 Mart 1995’te başlayacak sınır ötesi operasyonunu durdurmak ve aynı birliği İran’daki PKK kamplarına yöneltmek amacıyla, Alevilerin giderek yoğunlaştığı Gazi’de bir iç savaş başlatılmak istenmiş, çoğu özel timin kurşunlarıyla 21 kişi yaşamını yitirmişti. Gazi ve Ümraniye olaylarını, CNN World ve ABD basını “Türkiye’de Sünni-Alevi savaşı başladı”, “Ilımlı Müslüman Alevilere aşırı dinci Sünnilerin saldırısı” biçiminde duyurmuştu. Ne var ki, tertip ve provokasyon yayılamamış, 12 Eylül 1980 öncesi, Malatya, Sivas ve yoğun olarak K. Maraş ve Çorum katliamlarında olduğu gibi, bir Sünni-Alevi iç savaşına dönüş-türülememişti. 20 Mart’ta (1995), 35 bin değil, 50 bin kara askeriyle, Çelik 1 harekâtı gerçekleştirilmiş, sınırdan 219 kilometre derinliğe inilmiş, 40 kilometrelik alan işgal altına alınmıştı.
ABD, “çekil” diyecek, Türkiye’ye silah sevkini durduran Almanya Başbakanı Kohl’a, Cumhurbaşkanı Demirel, “Çekiçgüç’ün altından yılanlar çıktı!”, PKK’yi imleyerek, “Biz ellerinden alıyoruz daha modern silahlarla çıkıyorlar karşımıza” diye yazacaktı.
Sınırdışı operasyonları, 14 Nisan 1997’de Çekiç harekâtı, onu 25 Eylül 1997’de Şafak harekâtı izleyecekti.
Dağlıca’da (eski adıyla Oramar’da), köprüden geçen askeri birlik tuzağa düşürülüp 17 şehit ve kayıp verildiği zaman, Başbakan Erdoğan, uluslararası hukukun tanıdığı meşru hakkı olan sınır ötesi takip yerine, kameralarda izlediğimiz kadarıyla, boş dağlara doğru, terörü ergeç bitireceğini haykırmıştı.
Katar’da, ABD Dışişleri Bakanı Bayan Clinton’la Başbakan Erdoğan’ın “çok detaylı ve ayrıntılı bir görüşme” yapmasının ardından “sınır ötesi harekât” yerine, Radikal’in “Bu da savcının Balyoz’u” manşetiyle verdiği ve 17 general ve amiralin gözaltına alındığı sınır içi harekâtını ABD Dışişleri sözcüsü Crowley, “Türkiye’deki siyaset ve toplumun evrimi” sözleriyle açıklamıştı.
Bu siyaset ve toplumun evriminin somutlaşmış ruhunu, BDP lideri Selahattin Demirtaş’ın 1995 Çevik 1 operasyonuna misilleme olabilecek açıklamasıyla noktalayalım:
“Şemdinli-Çukurca arasındaki 300-400 kilometrelik alan örgütün denetiminde. Asker bu bölgede karadan operasyon yapamıyor. Ordu sadece havadan karakollara lojistik destek yapıyor. Karadaki denetim PKK tarafından ele geçirilmiş durumda. Bunu saklamak için manipülatif açıklamalar yapılıyor.” (Sözcü, 29 Ağustos 2012.)
Yunanlı gazetecinin yazdığı gibi, Silahlı Kuvvetlerin profili, ulusal bağımsızlıkçı komutanların tutuklanarak tasfiyesiyle düşmüş olsa da, bu, Başbakan Erdoğan’ın deyişiyle “tek taşını bile vermeyeceği” ülke topraklarının ulusun elinden alınarak etnik bir gruba bırakılmasının inandırıcı nedeni olamazdı.
Soru şu: Verdiniz mi ABD’ye? Sözünü mü verdiniz, kendisini mi? PKK’ye ya da etnik ayrılıkçı Kürtlere değil, ABD’ye verdiniz mi, vermediniz mi?
İkinci soru şu: PKK, elinde kalırsa, Nesturi temel kilisesi Derareş’in (Karakilise’nin) bulunduğu Şemdinli’yi (Nehri dahil), Sevr Antlaşması’nda yazıldığı ve İstanbul Konferansı’nda İngiliz delegenin dile getirdiği gibi, Nesturi özerk bölgesi olarak, ABD’ye bırakacak mı?
Muzaffer İlhan Erdost TİHAK / Türkiye İnsan Hakları Kurumu Başkanı