Dünya Edebiyatına yön vermiş eserlerin perde arkası!

Ebru Çaloğlu, Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan Arkabahçe’nin önsözünde; klasik okumanın yaşamımızda sıçrama yarattığını, bu sayede altın tepside sunulan onlarca yıllık deneyimin, zaman kazanmak olduğunu dile getiriyor. Kitapta 14 klasik yapıtın doğuş öyküsünü, esin kaynağı olan olayları, arkabahçesinde yaşananları kaleme alıyor.

İclâl Nur

Ebru Çaloğlu, bu değerli kitabın önsözünde; klasikleri okumanın hayatımızda sıçrama yarattığını, bu sayede altın tepside sunulan onlarca yıllık deneyimin, bizim için zaman kazanmak olduğunu dile getiriyor. Kitapta bazı önemli klasiklerin arkabahçesinde ne olup bittiği anlatılıyor.

Eserlerin ilginç hikâyesini okurken, insan hem içe sindirmek için ağırdan alıyor hem de sonunu merak ettiği için acele etmeden duramıyor. Aynı ruh hâli kitabın tümünde okuyana eşlik ediyor.

Biz şimdi neredeyse her gün yeni bir buluşun yapıldığı, insanların bilim konuştuğu 19.yüzyıl İngiltere’sine gidelim. İnsanlık tarihini değiştiren gelişmelerle, insanlık dışı hayat aynı yerde ve aynı zamanda soluklanıyor.

Gökteki ayı satışa çıkaran da var orada, demir-kömür madeninde ağır koşullarda çalıştırılan beş yaşında çocuklar da. Arkabahçesi anlatılan kitabın yazarı da çocuk işçilikten gelmiştir ve gördüklerine isyan eder. Büyüdüğünde yüreğe dokunan eserler verir, yanında bir kuzgundan başkası da yoktur. Kimdir acaba? Başka hangi yazarlara ilham kaynağıdır eseri?

Kimler yok ki kitabımızda. Örneğin, tek gözü bantlı, tahta bacağı ve elinde kancasıyla hayran olduğumuz korsanlar. Acaba onlar, gerçekte bu hayranlığımızı hak ederler mi?

Ama W.Dampier, alelâde bir korsan değildir. Yaşadıklarını not alan bir bilim insanıdır aynı zamanda. Yazdığı kitap denizcilikte çığır açan bir başvuru kitabı olunca, İngiliz kraliyetinin hizmetine girmeye hak kazanır. Peki, onun bir adadan Selkirk’i kurtarması kimlere ilham verdi, hangi klasik eser can buldu? Şaşırtıcı, çarpıcı!

19. YÜZYIL AMERİKASI’NIN EN ÇOK SATAN KİTABI!

Kuzey Yıldızı’nın arkabahçesi okuyanı eser, savurur. Yüzen mezarlık denen gemilerle okyanuslar aşılır. Hammurabi Kanunları’yla tescillenmiştir bir kere kölelik. Gemilere yüklenirken “son su” denilen su içirilirmiş kölelere. Geçmişlerini, koparıldıkları topraklarını unutturabilir mi, yeni hayatlarına kolayca alışabilirler mi, bilinmez?

Bir de köleliğin ruhuna işlediği Josiah var anlatılanlarda. Elinde fırsat varken köleleri serbest bırakmayan köle! Bunun için ömür boyu vicdan azabı çekse de ne fayda! Onun inanılmaz hayatı, hangi yazarı etkiler ve kitap, 19. yüzyıl Amerikasının İncil’den sonra en çok satan kitabı olur?

SARTRE’A ESİN OLAN İFTİRALAR!

Lincoln öldürülür ama kölelik karşıtlığı mücadelesi sürer gider. “Peki, bugün” diyor yazarımız “ 2020’lerde, insanlık olarak kölelik sınavından geçebildik mi?”

1900’lü yıllarda Amerika’da ailesine yük olduğunu düşünen, evsiz, işsiz göçmen işçi çocuklara “hobo” denirmiş. “Siyah erkeklerin, beyaz kadınlara…” diye başlayan mahkeme tutanakları, suçsuz gençlerin ölüm ilamıydı.

Scottsboro Davası, iftira ve linç isteklerinin ardı sıra yasal linci de getirir. Davanın vicdanları kanatan adaletsiz sonucu, unutulmaz bir klasik eserin yaratılmasının nedeni olur. Ayrıca gençlere iftira eden bu yosmalar, başka bir kıtada yaşayan Sartre’a da ilham kaynağı olur.

Kitabımızda, Orta Amerika’ya Azteklere, Mayalara kadar uzanır Ebru Çaloğlu. Yüz kakao çekirdeğiyle bir kölenin satın alınabildiği zamanlara. Ne var ki aynı zamanda kakaonun ekonomik değeri anlaşılır ve sömürgeciler kakaodan çikolataya giden yolu döşemeye başlar.

Yerlilere ne mi olur? Kitapta var elbette ama biz sömürgecilerin rekabet nedeniyle kamçılanan iştahlarından söz edelim… Ne zamana kadar? Çocukları ele geçirinceye kadar tabii. İşte o çocuklardan biri (?) yazdığı o güzel kitapla, dünyanın en iyi hikâyecileri arasına girer.

“Anne, artık hayatım sigortalı ve yakında onu kaybedeceğimi göreceksin.”

Bu mektubu yazan; tanıdığınızda, bilgisi ve kendine güvenli haliyle örnek bir insanla karşı karşıya olduğunuz izlenimi bırakan, o adamın karısıdır. Ve gerçekten usta bir planın kurbanı olarak hayata veda eder.

Soruşturma ve dava sürüp giderken, insan ruhundaki ikiliğin, iyinin ve kötünün çatışması bu vahşet, kime ilham verdi biliyor musunuz? Ya eserin adını? Arkabahçe, böylesi hikâyelerin hangi ustalara kendini yazdırdığını ve ortaya çıkan klasikleri incelikle anlatır.

Mary’nin kısa bir hikâyeye dönüştürmek istediği rüya, “tüm zamanların en çok satan romanı” (?) ya da Modern Prometheus olarak yayımlanır. Yeniden dirilme, kan emiciler… 17. yüzyıl Avrupa’sında vampir korkusu, Batial’in Masalları’yla bu kâbusu iyice besler.

Aydınlanmanın ünlü filozofu Voltaire dayanamaz ve bir açıklama yapar: “Gerçek kan emiciler mezarlarda değil, aramızda. Borsa vurguncuları, tüccarlar ve iş adamları, halkın kanını her gün emmekteler.” Sonuç olarak konuklarına iyi vakit geçirtmek isteyen bir ev sahibi, dünya edebiyatına iki büyük başyapıt kazandırmış olur. Ortaya çıkış öyküleri kitabımızda…

TOLSTOY’UN KADERİ DEĞİŞTİREN MEKTUBU!

Bir Hint masalında diye başlar, Yeşil Sopaya Kazılı Sır. Ne güzel bir başlangıçtır bu! İnsanı ta en başından sarıp sarmalar. Hayat anlamsızdır tamam da, ne anlamlandırır onu? Yoksa bir zerre bal mıdır, neden olmasın? Bir masalın gücü, anlatıcının yeteneğiyle birleşince kimlere ne ilhamlar verir, görelim.

Tolstoy, insanların içindeki kötülüğü yok edip, yerine iyiliği getirecek şeyin kazılı olduğu yeşil sopanın varlığına, sizce kaç yaşına kadar inandı? O masalı hiç unutmadı. Yıllar sonra başka bir Hintli gence, yazdığı mektupla verdiği ilham, bir ulusun kaderinin değişmesinde rol aldı. Ölümüne kadar mektuplaştığı o Hintli kimdir? Bakmalı kitaba!

Arkabahçe’de bu kez Mark Twain’in yakın arkadaşını tanırız. Bir bilim insanı. “Böylece yaratıcı zekâ, ölümsüz Anka’nın kanatlarından birini bilimle havalandırırken; diğerini de sanatla uçuracaktır.” der yazarımız. Okudukça, bilmediğimiz ne çok şey olduğunu görürüz sayfalarda. Önlerinde saygıyla eğileceğimiz bu büyük insanların mücadelesini okurken, gönlümüz orada kalır.

Arkeolojik kazılardan her zaman bronz heykel, tabak, iğne ya da Roma Sikkesi çıkmaz. Bazen Grek-Roma dünyasının muskaları sayılan, lanet getirmesi amaçlanan küçük plakalara da rastlanır. Bir lanetin okunması, bir kayıp yüzük! Hangi başyapıt için ilham kaynağı olmuştur sizce?

“Anlatılmaz bir keder bu!” Puşkin’in ölüm haberini alınca, yazmakta olduğu dünya klasiğini yarıda bırakan ünlü yazar kim ola? Onun tuttuğu yas ve Gözyaşı Çeşmesi’nin etkileyici hikâyesi, ustanın yazdığı o tarifsiz şiirle birlikte Arkabahçe’de. Şimdi o çeşmeye, bir kırmızı bir de sarı gül koymanın vaktidir!

WERTHER GİBİ SEVMEK, LOTTE GİBİ SEVİLMEK!

1700’lü yıllarda Almanya’da yayımlanan bir roman, daha çıkar çıkmaz Avrupa’yı da etkisi altına alan romantik bir salgın başlatır. Artık bütün genç erkekler “Werther gibi sevmek”, bütün genç kadınlar da “Lotte gibi sevilmek” istemektedir.

Ünlü yazarın kalemi öyle güçlüdür ki aynı kitaptaki gibi intiharlar başlar. Peki, yazar bunu önlemek için ne yapar? Napolyon’un bile yedi kez okuduğu bu kitabın yazarını bulmalı, ne yaptığına bir bakmalı!

“Denizciler, ölen arkadaşlarını yemekten başka bir seçeneklerinin olmadığı gerçeğiyle yüzleştiler. Adanın yamyam yerlilerinden kaçmışlardı, ama şimdi…”

Böyle bir olay, hayatını okyanuslarda geçirmiş tüm denizciler için de beklenmedikti. Ama yaşananlar; hepimizin iyi bildiği, roman tarihinin ilk denizcilik destanı sayılan o büyük eserin yazılmasına esin verdi. Ve hırslarıyla körleşen insanları anlatan daha nice yazara…

1800’lü yılların sonu. “Dünyanın en önemli gazeteleri, Train’in, dünyanın çevresini dolaştığını ve seyahatin ayrıntılarını sayfalarına taşıdı.” Haber; Paris’te kahvesini yudumlarken gazetesini okuyan bir başka gezgini çok heyecanlandırmıştı.

Yazdığı klasik eser, kısa zamanda ses getirdi. Peki, büyük ustanın; kitabındaki o muhteşem sonu yazabilmek için hangi büyük yazardan ilham aldığını biliyor muyuz?

İpuçlarını vermeye çalıştığım bu kitap, her yaştan okura hitap eden, ustalıkla yazılmış nitelikli bir çalışmadır. Ebru Çaloğlu’na Merhaba!