Düğme ve ilik!
Mustafa K. Erdemol’un Kitap Kokusu’nu okurken mutlu bir yanılsama yaşadım, sanki dünya kütüphaneler, kitapseverler, kitap meraklıları, kitap koleksiyoncuları, kitap hırsızları, kitap okurları, tuhaf tuhaf huylara sahip kitap yazarlarıyla doluydu, başka da bir şey yoktu. Elbette, bir de “kitap kokusu” vardı. Bankalar, mahkemeler, şirketler, alışveriş merkezleri falan filan hiç yoktu.
Ülker İnceAlberto Manguel’in Okumanın Tarihi adlı kitabını okurken hiç bitmesini istemeyerek okudum. Ama bitmesini neden istemediğimi sorsalar o sırada söyleyemezdim. Manguel’in araştırmacılığına, yakası açılmadık kaynaklara ulaşma becerisine, onca ender bilgiyi merak edip bir araya getirişine hayranlık duyuyordum elbette ama bunun ötesinde ne vardı bilmiyordum. Ben de meraksız bir insan değilim ama bu derece - neredeyse - delice merakları olan, başka bir şey için değil, yalnızca merak ettiği için öğrenen insanları kıskanırım.
İşte bu özenti duygusu içinde Okumanın Tarihi’ni bitirdiğim zaman elime Mustafa K. Erdemol’un Kitap Kokusu geçince hazine bulmuş gibi oldum. Merak ve araştırmacılık bakımından Erdemol, Manguel’i aratmadı ve Manguel’in kitabı gibi onunki de zaman zaman otobiyografik. Öyle olmak zorunda zaten çünkü merak gökten inmiyor, meraklı insanlar, o meraklarının gerisinde yatan ilk dürtüleri anlatmadan inandırıcı olamazlar. İkisi de ilk dürtülerin yakın aile çevresinden geldiğini anlatıyor.
‘NİÇİN OKUYORUZ?’
Kitap kokusu hiçbir koşulda kötü bir koku değildir, eskimiş, küflenmiş, kurtlanmış bile olsa kitap güzel kokar. Kitap kokusu adlı bir kitabı okumak için o özel kokunun anısı bile yeter.
Ama niçin okuyoruz, bu soru hep kafamı kurcalayan bir sorudur. Aslında dünyada öykü anlatmadan yaşayan tek bir insan bile yoktur diye düşünürüm. Bir komşu ötekine, “Sizin kız ne yapıyor?” diye sorunca ona bir öykü anlatılacak, o da bir öykü dinleyecek demektir.
Hayatında hiç öykü dinlememiş tek bir insan da yoktur. Yani insan sonuçta öykü anlatan ve öykü dinleyen bir varlıktır. Bu niçin böyledir? Öykü anlatmak ve dinlemek insan için niçin yaşamsal bir gereksinim olsun, insan öykü anlatmadan duramasın?
Critical Inquiry dergisinin 2011 Kış sayısından, evrimci ya da Darwinci edebiyat eleştirisi diye bir eleştiri türünün varlığını öğrendiğim zaman heyecanlandım çünkü onların bu soruya bir yanıtları vardı ve aklıma çok yatan bir yanıttı: İnsanlar, diyorlardı, hayatta kalma, varlığını sürdürme gibi en temel güdüleri dolayısıyla okurlar, edebiyat (ve genel olarak sanat) insanlara, uyarlanımla (adaptasyonla) ilgili sorunlarını çözmelerine yarayacak bilgi sağlar.
İnsan başka insanların, benzeri üretilmiş hayatlarına ortak olarak kendisinin ve başkalarının güdülenmeleri konusunda bilgi edinir. Tek başına bilgi edinmek de önemli değildir elbette, asıl önemlisi insanın bu bilgiyle ne yaptığıdır.
İYİ İNSAN OLMAK!
Bu sorular ve kaygılar açısından da Mustafa K. Erdemol’un kitapta anlattığı bir çocukluk anısı ilgimi çekti. Erdemol, Ferenc Molnâr’ın Pal Sokağı Çocukları’nı özellikle sonuna doğru ağlayarak okuduğunu söyledikten sonra benim için “onlar gibi olmak iyi insan olmak demekti” diyor. Kaç anne ya da baba iyi insan olmanın ne olduğunu çocuğuna nasıl anlatacağını bilebilir? Anlatsa bile, çocuğunu iyi insan olmaya özendirebilir?
Size bir şey söyleyeyim mi, aslında iyi ile kötüyü birbirinden ayırmakta çocuklarının üzerine yoktur. Sekiz, dokuz aylık bebeklerle yapılmış bilimsel bir araştırmanın videosunu seyretmiş ve çok şaşırmıştım. Sekiz aylık bebelerde ahlâk duygusunun var olup olmadığı araştırılıyordu, iyilik “düşüncesi”nin var olduğu görülüyordu.
Bilim adamları bunun “öğretilmiş” bir şey olamayacağını söylüyor, o zaman bu, diyorlardı, insanda evrimden kalma bir bilgidir. Demek ki sorun çocuğun bu bilgiye güvenini güçlendirmekte, ona iyiliğin iyi bir şey olduğunu göstermekte. Kitaplar bu işi ne de güzel başarır.
‘KİTAP KOKUSU’NUN İLİKLERİ...
Düğme ve ilik konusuna gelelim. Mustafa K. Erdemol, belli ki kitap merakının dalgasına binmiş, dalga kendisini nereye atarsa, gözü kara, oraya gidiyor. Kitaplar ve yazarlar için ne biliyorsa iştahla hepsini anlatmak istiyor. Onun bu coşkusu okura da bulaşmıyor diyemem ama okur dediğin kişi o kadar da hesapsızlığa gelir mi acaba?
Belki de evrimci eleştirmenler haklı. Okur denen adam gerçekten de onlarca hatta yüzlerce tekil örnek yerine belli bir şekilde ilişkilendirebileceği ve belli bir örüntüyü tamamlayan şeyler anlatılsın ister, kıssadan hisse çıkarmak ister, düğme varsa ilik arar. Düğme almaya giden bir kadın bile bu olayı bir komşusuna anlatacağı zaman öyküsüne - bilmeyerek de olsa - anlamlı olabileceğini düşündüğü - kendi duyguları, düşünceleri gibi - ayrıntılar eklemeye çalışır.
Ama haksızlık etmeyeyim, belki de Mustafa K. Erdemol’un kitabında ilik yok değil ancak onu biraz aramanız gerekiyor. Kitabı okurken mutlu bir yanılsama yaşadım, sanki dünya kütüphaneler, kitapseverler, kitap meraklıları, kitap koleksiyoncuları, kitap hırsızları, kitap okurları, tuhaf tuhaf huylara sahip kitap yazarlarıyla doluydu, başka da bir şey yoktu. Elbette, bir de “kitap kokusu” vardı. Bankalar, mahkemeler, şirketler, alışveriş merkezleri falan filan hiç yoktu.
Kitap Kokusu / Mustafa K. Erdemol / Can Yayınları / 320 s.