Dostoyevski'nin hayaleti

Atiq Rahimi, tıpkı Sabır Taşı'nda olduğu gibi Kahrolsun Dostoyevski'de de topraklarında; Afganistan'da geziniyor. İyilik ve kötülük, suç ve ceza gibi kavramları sorgulayan Rahimi, aklın yitip gittiği coğrafyadan insan hikâyeleri sunuyor.

cumhuriyet.com.tr

'Sen olmasan dünya boşalmayacak, sadece senden boşalacak. Hepsi bu.'

'Adalet! Ama hangi adalet? Ben kimim de birinin yaşamasına veya ölmesine karar verebiliyorum? Öldürmek suçtur, insanoğlunun işleyebileceği en ağır suç.'

(Kitaptan)

Günümüzde Afganistan'ı bir suç üretim ve şiddet merkezi haline getiren mekanizma yüzünden ülkenin artık unutulmaya yüz tutmuş kültürünü, geçmişini ve arada kalmış coğrafyanın verimliliklerini anlatmak da uzun zaman önce orayı terk edenlere düşüyor. Atiq Rahimi bu anlamda ülkesine sadık kalan bir yazar. Doğduğu topraklardan beslenip epey zamandır yaşadığı kültür ortamıyla bunu harmanlayıp okura seslenenlerden.

Kendisi savaşı, çatışmayı, kötülüğü, yoksunluğu ve göçü bilenlerden, çünkü 1984'te Afganistan-SSCB savaşı sırasında Fransa'ya yollanmış. Ama ülkesinden hiç kopmamış. Bu bağlılığın en son ürünü Kahrolsun Dostoyevski.

RASKOLNİKOV VE RESUL

Rahimi'nin romanı, cinayet ve suç çözümlemeleriyle ilerlerken iç sorgulamalar ve hesaplaşmalarla derinleşiyor. Bir tür bulantı yaratan, hem çekici hem de çekilmez acılar veren cinayetin deyim yerindeyse önü ve arkasıyla anatomisini yapıyor. Romanın kahramanı Resul'e 'İhanet suçtan beterdir' diye düşündüren akıllara zarar bir ruh hali.

Suç ve Ceza'daki Raskolnikov'un yolundan gitmekle gitmemek arasındaki derin çelişki, Resul'ün sürekli kaçma dürtüsünü harekete geçirirken bitmek tükenmek bilmez sorgulamalar da zihnini meşgul ediyor: Kafasındaki adaleti sağlamak için öldürmek mi yoksa durmadan kaçmak mı? Savaş ve çatışmaların ortasında hangi adaletten bahsedilebilir?

Rahimi, Resul'ün çevresindekilerle (özellikle ailesi ve kuzeni Razmodin'le) ilişkisini çözümlerken hayli başarılı. Hareketin bir an bile sonlanmadığı bu satırlarda, savaşın hüküm sürdüğü bir coğrafyada ne kadar yakın olursa olsun, insanlar arasındaki gerilimin ilişkilere nasıl kolayca sızabildiğini göstermiş yazar.

Yeri gelmişken Resul'le Razmodin arasında geçen kısa ve derin tartışmaya kulak kabartalım: 'Herkes bilsin, kibri gurura yeğliyorum. Gururlanmak 'bir şeyle' gururlanmak, o şeye bağlı olmak demektir. Halbuki kibir derindir, içeridedir, kişiseldir, bağımsızdır, toplumsal bir referansı yoktur. Gurur onur bahşeder, kibir ise bilgelik (Resul). Yine kulağa hoş gelen hoş gelen bir sürü laf. Tüm yaşadıklarına ve yaşamakta olduklarına rağmen, hâlâ ona, o paraya ihtiyacın olduğuna kendini ikna edemiyorsun. Elli bin Afganinin yanı başında. Bununla anneni, kardeşini, nişanlını kurtarabilirsin. Aileni açlıktan ölmeye terk etmek senin kibrini, bilgeliğini lekelemiyor mu? (Razmodin).'

Resul'ün ruh hali, etrafında olup bitenleri yorumlayışını da etkiliyor. Cinayetin 'haklılığı' veya 'haksızlığı', suç ve cezanın birbirine karışması, yaşadığı gerilimlerden ikisi sadece. Birini uykusunda öldürme, hedefi şaşmış bir kurşunla ya da baltayla yere serme, mahkûm veya infaz edilecek kimsenin bulunmayacağı düşüncesi, suç ve cezayı da anlamsızlaştırıyor. Peki, ya intihar? O da değersiz bu ortamda: 'İntihar edebilmek için öncelikle yaşama, onun değerine inanmak lazım. Bugün, burada, bu ülkede yaşamın hiçbir değeri yok, dolayısıyla intiharın da.'

KÜÇÜK BİR SİNEK

Öldürmenin en kolay ve önemsiz eyleme dönüştüğü bir yerde vicdandan söz etmek mümkün mü? Resul bunun farkında, öldürdüğü ve nişanlısının intikamını aldığını sandığı o pezevenge gün be gün daha da büyüyen bir öfkesi var. Öte taraftan da kendi cürümünün kurbanı olma durumu. Bu ikisi Resul'ü yiyip bitiren bir duyguya dönüşüyor. Kabullendiği hatta itiraf ettiği suçunun kimseyi şaşırtmaması onu enikonu çileden çıkarıyor. Dostoyevski'nin hayaleti de cabası: 'Dostoyevski eylemimi tamamlamama engel oldu. Tam baltayı yaşlı kadının kafasına indirmek için kaldırmıştım ki aklıma Suç ve Ceza'nın hikâyesi düştü. Beni yıldırım gibi çarptı. Dostoyevski, evet, o! Bana Raskolnikov'un kaderini izlemeyi, pişmanlıklarıma meze olmayı, suçluluk duygumun çukurunda kararmayı ve sonunda zindanlara düşmeyi savundu.'

Cinayetin cinayet, davanın dava ve hapisliğin hapislik olamadığı bir yerde değerli ne bulunabilir ki? İnsanın, ortalıkta vızıldayıp kulakları çınlatan ve bilinçsizce uçan bir sinekten ne farkı kalır? Resul'ün aklını kurcalayan çıldırtıcı düşünceler bunlar. Elinde suçlayabileceği bir tek şey var, o da Dostoyevski; doğru ya da yanlış, önemli mi?..

alibulunmazcumhuriyet.com.tr http://bulunmazali81.blogspot.com

Kahrolsun Dostoyevski/ Atiq Rahimi/ Çeviren: Ebru Erbaş/Can Yayınları/ 222 s.