Doğumunun 95’inci yıl dönümünde Memet Fuat...
Memet Fuat’ın (16.2.1926-19.12.2002) son yapıtı, Ölünceye Kadar başlıklı güncesiydi. Titiz eleştirmeci 1999 Haziranı’nda başlayıp 2002’de ölümüne dek uzanan güncesinin adını kendisi koymuş, ilk cildini yayına özenle hazırlayarak düzeltmelerini de kendisi yapmıştı. Toplumsalcı bir aydın olarak elbette dünyada ve kendi ülkesinde toplumsal, siyasal alanlarda yaşananlar üzerine söyleyecekleri vardır. Eleştiriyi sanat dalı olarak algılayan eleştirmen, yaşadıklarını ve düşündüklerini günlüğünde anlatırken kişilik çizgilerini apaçık yansıtmıştır.
Konur ErtopÖLÜNCEYE KADAR YAZDI!
Usta eleştirmen Memet Fuat (16.2.1926-19.12.2002), bin sayfaya yaklaşan Ölünceye Kadar (Adam Yayınları) başlıklı güncesine, rahatsızlık döneminde ikinci kez yoğun bakımdan çıktıktan sonra başlamıştı. Artık sağaltıcı araçlara bağımlı olarak yaşadığı evinden hiç ayrılamıyor, her sabah bir gün öncesinin olaylarıyla ilgili gözlemlerini, düşüncelerini kaleme alıyordu. Daha sonra bilgisayar başında yeni yapıtlar yaratma yolunda yoğun çalışmaları başlıyordu. Çalışma arkadaşları gelip gidiyor, yakınları onu yalnız bırakmıyordu.
Bununla birlikte uzayıp giden telefon konuşmalarından, saatler süren ziyaretlerden pek de hoşlanmıyordu. Çalışma saatlerini kısıtlayan bu tür yakınlıklardan söz ederken, “Çok az zamanım kaldığını, onu da kendime ayırmaya kararlı olduğumu anlatana kadar akla karayı seçtim,” diyecekti.
Güncesini yazmaya böyle bir ortamda dört elle sarılmıştır: “Bu günceyi sabahları yataktan kalkar kalkmaz, kahvaltı bile etmeden, sürekli küçülen kurşunkalemlerle, Adam Kitabevi’nin defterlerine yazıyorum.”
Ancak zamanla kitap çalışmalarının günceye verdiği önemi gölgelediği de görülür: “Çok baştan savma yapıyorum bu işi. Özellikle son aylarda. Çünkü bilgisayar bekliyor içerde. Nâzım’ın yaşam öyküsü bekliyor. Bir an önce bitirip içeri gitme isteğime karşı koyamıyorum.”
CAĞDAŞ TÜRK ŞİİRİ ANTOLOJİSİ SÜRECİ
Güncenin yazılması başlarken, hazırlığı bitmiş, baskıdaki kitapları birer birer eline ulaşmaktadır. Bunlardan biri, “çok güzel olduğu, çok yararlı olduğu kanısındayım. Ortaya çıkan sonucu başarılı buluyorum,” dediği Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi’nin 2 ciltlik yeni biçimi, başına işler de açacaktır:
Fazıl Hüsnü Dağlarca antolojiye şiirlerinin alınması nedeniyle yargıya başvurmuştur. Sonuçta yazar, 15 milyar ödemeye mahkûm edilir. Günlükteki açıklamaya göre ise İcra’dan gelen hesapta faizler, giderler de eklenince ödenecek para 45 milyara çıkmıştır. Ölümünün eşiğindeki eleştirmen, yaşlı ozanın bu olaydaki davranışını, “Sanırım onun çekişmesi Nâzım, Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet’le. Onlarla yarışında kendisini geride gösterdiğimi düşünüyor,” diye açıklayacaktır.
YAPITLAR, YAPITLAR!
Önceki kitaplarının yeni basımlarını hazırlarken art arda özgün yapıtlar da kaleme alır. Çalışmalarından söz ederken durumunu, örneğin, “Hep bilgisayarın başındayım. Gün tükeniveriyor. Bu kitabı (Nâzım Hikmet-Yaşamı, Ruhsal Yapısı, Davaları, Tartışmaları, Dünya görüşü, Şiirinin Gelişmeleri adlı kitap) yazmaya böylesine hazır, böylesine istekli olduğumu bilmiyordum,” diye açıklayacaktır.
Deneme kitaplarındaki yazılarını, konularına göre düzenleyerek yeni yapıtlar oluşturur:
Demokrasi Kültürü, Din ile Felsefe, İkinci Yeni Tartışması, Kültür Alışverişi, Eleştiri Üstüne, Eğitim Üstüne, Dil Üstüne, Toplum ile İnsan, Tartışmalar, İncelemeler, Kitap Eleştirileri, Konuşmalar…
Güncede sık sık dile getirilen bir konu, sağlık sorunlarıdır:
“Hastanede çok acı çektim, çok aşağılandım.”
“Elim kolum bağlı, burnumda oksijen hortumuyla evin içinde bile istediğim yere gidemiyorum, ama çalışmadan da duramıyorum.”
“Kimseden bir şey istemeden yaşamış bir insan, bir ampul değiştirmeyi bile başkasından bekliyor. Yaşlılığı sevmiyorum.”
Günlük yaşamının, geçim sorunlarının, sağlık durumunun yanı sıra günlükte yazarın sürdürdüğü çok yoğun çalışmayı, yayın etkinliğini gözleriz. Bu çok güç döneminde, çalışmanın ona ne kadar iyi geldiğini sık sık yinelemiştir.
KİMSEYİ TUTMADI, DEĞERLENDİRDİ!
Yapıtlarını gözden geçirirken keyif duyar. İçtenlikle, “Ne güzel kitaplar yapmışım!” derken meslektaşlarının kendisine karşı tutumundan da yakınmaktadır:
“Yazım dünyasının bana ne kadar uzak durduğunun kimse farkında değil.”
“Yetmiş yıldır insanlar beni anlayabilselerdi, bu kadar çok düşmanım olur muydu? (…) Herkes sosyalist, ama ben nedense sosyalist olamıyorum. Düşünceye saygı, özgürlükler, hoşgörü dediğim için mi?!”
“Cemal Süreya’nın, “Bu adam bizi tutmuyor,” yargısını; “Bu adam eleştirmen, kimseyi tutmuyor, sadece ‘değerlendirmeye’ çalışıyor,” diye yanıtlayacaktır.
TOPLUM, DİN VE KAPİTALİZM!
Bir yandan da yazın dünyasını dikkatle izlemektedir. “Toplumsal olayların bütünüyle uzağında bir yazım dünyası yarattılar. (…) Yalnız toplum değil, toplumsal ilişkiler içinde bir birey de yok gündemde. Her şey soyut,” diye yakınır.
Güncede, deneyimli bir spor adamı kimliği de taşıyan yazarın TV’deki futbol, voleybol izlencelerine yönelik değerlendirmeleri de az yer tutmaz. İzlediği karşılaşmalardaki sporcuları, “iyi yetiştirilmemiş, yetersiz oyuncular” diye niteler.
“Ayaklarında gereksiz top tutuyor, çok yavaş oynuyorlar. (…) Topu bomboşken ayağına geçiren orta alan oyuncuları birileri gelsin üstüme diye bekliyor adeta.(…) Çok kasılarak, hiç zorlanmadan, sorumluluk almadan oynuyor. Kaptırdığı topları izlemiyor bile… Yaptığı olumlu hareketlerin ona bu hakkı verdiğini düşünüyor, ” diyerek eleştirir.
Toplumsalcı bir aydın olarak elbette dünyada ve kendi ülkesinde toplumsal, siyasal alanlarda yaşananlar üzerine söyleyecekleri vardır:
“Yirminci yüzyıl geride kaldı. İnsanlık mutluluk getirecek bir düzen kuramadı dünyanın hiçbir yerinde.”
“Kapitalizm korkunç bir şey. Bütün dünyayı eline aldı. Her şeyi denetliyor. Barış, savaş, açlık, tokluk, her şey ondan soruluyor. Çöküşü korkunç olacak.”
“Benim sıkıntım, inananların başkalarını baskı altına almak istemelerinden kaynaklanıyor. (…) Gerçekten demokrat olabileceklerine inanmak çok güç. Kadınları ezişleri ise korkunç.”
“İleri düzeyde, ikiyüzlü bir din istismarı Türkiye’yi nerelere götürür kestirmek çok güç. Önü karanlık günler bekliyoruz.”
Günlüğü, yazarın oğlu voleybolcu Kenan Bengü’nün eklediği, ateş gibi yakan satırlar noktalayacaktır:
“Bu kitap burada bitti, çünkü hayat bitti. Gece sabaha karşı 2:30-3:00 civarında kalktım. Bir tuhaflık vardı. Baktım. Babam nefes almıyordu. Huzura kavuştu. O şimdi çok sevdiği Piraye ve annemle beraber.”
Eleştiriyi sanat dalı olarak algılayan eleştirmen, yaşadıklarını ve düşündüklerini günlüğünde anlatırken kişilik çizgilerini apaçık yansıtmıştır.