Dil Devriminin 77. Yılı
cumhuriyet.com.trTBMM’nin çatısı altında bile Dil Devrimine sataşılırken, Atatürk’ün vasiyetnamesi üstündeki hukuk ayıbı silinmemişken, kimi kurumlarda bugün bile yeni sözcükler yasaklıyken; ürünler, kentler, eğitim kurumları İngilizcenin işgali altındayken Türkçe dışındaki diller baskı altında da Türkçe özgür mü?
Dil Devriminin 77. yılına eriştik; ne ki TBMM’den tutun üniversitelere, öteki eğitim kurumlarına, kitle iletişim araçlarına dek birçok yerde hâlâ çürük sakıza dönmüş eski-yeni dil tartışmaları sürüyor. Atatürk’ün başlattığı Türk Devrimini içine sindiremeyenler, akıl ve bilim dışı savlarla dile saldırıyor, ortak (resmi) dil konusunu sulandırıyorlar.
Televizyonlarda abuk sabuk tartışmalar yapılıyor; her şeyi bilen birileri devrimle kazanılmış sözcükleri kullanarak devrime sövüyor. “Osmanlıca Türkçedir” diyenler, neden o Türkçeyi kullanamadıklarını açıklayamıyorlar. Üç dilden oluşan, Türkçenin kurallarını işlevsiz kılan, Türkçeyle hiç benzerliği olmayan Arapça ve Farsçanın kurallarını dayatan bir dili üç beş eski sözcük paralayarak, çokça da yeni sözcükleri kullanarak savunanlar, gülünç duruma düştüklerinin ayrımında bile değil, diyemeyiz. Bunu bilinçle yapıyorlar; çünkü Dil Devrimiyle yenileşen Türkçeye saldırmak, bir bütün olan Türk Devrimiyle hesaplaşmanın önemli bir boyutudur.
Her insan, kendini bir değil birçok alanda yetiştirebilir; bilgili, birikimli kişilere saygımız sonsuzdur. Ne ki “terbiye” sınırlarını aşarak yakışıksız bir biçemle, eline geçen beyazcamı, gazeteyi kirletenleri kınamak da devrimlere ve yaratıcısına karşı borcumuzdur.
Yasak sözcükler
Dil Devriminin kuşakları birbirinden kopardığı, uydurmalarla Türkçenin bozulduğu, Atatürk’ün dilde devrimden vazgeçtiği, gençlerin Cumhuriyet öncesinin yazarlarını anlayamadığı savlarını, dil kendisi çürüttü. Bu savların sahipleri “uydurukça” dedikleri dille konuşmuyorlar mı? Dünkü yasak sözcükleri “muhafazakâr” başbakanlar da kullanıyor, en tutucu yazarlar da... Bu çokbilmişler, yalnız Ömer Seyfettin’in düzyazılarını okumuş olsalar, eski metinleri yazıldıkları dönemde de bırakın genç kuşakları, halkı, aydınların bile anlamadığını bilirlerdi.
Üniversitelerin Türk dili ve edebiyatı bölümlerinin çoğunda Cumhuriyet dönemi Türkçesi, Osmanlıcayla yer değiştiriyor. Pek saygın “akademisyen”lerin çoğu, eskiye sarılarak, eskide kalan ayrıntılara tutunarak, “pek bilimsel” kitapçıklarla, öykünmeci yazılarla yükseliyorlar. Bir kültür bakanı, “hoca efendi”nin olimpiyatlarına övgü düzerken, “Türkçe için Karamanoğlu Mehmet Bey’den bu yana hiçbir şey yapılmadı” diyebiliyor. Yazık ki etkili yetkililerin çoğu, Karamanoğlu Mehmet’in ünlü “ferman”ının yaşama geçecek zaman bulamadığından, Selçukluların ardından Osmanlıların da zamanla Türkçeden uzaklaştığından haberli değiller.
Rahatsız olmuyorlar
Başbakanlıka bağlı TDK’nin yöneticileri de Türk Devrimiyle hesaplaşanların arasında yer almış durumdalar; “hoca efendi”nin olimpiyatlarından eksik kalmadıkları gibi, iktidar partisinin önde gelenlerinin kurduğu bir dil derneğinin kurucusu olmuşlar. Her insan istediği derneğe üye olabilir; ancak Dil Devrimini yadsıyanların arkasına takılmak, sonra da bugünkü TDK’nin Atatürk’ün kurumu olduğunu savunmak etik açıdan tartışılması gereken bir durumdur. MEB, TDK yöneticileri, başbakanlar, bakanlar, sanatçılar, “hoca efendi”nin Türkçe öğrettiği yabancılar şıkır şıkır Türkçe konuşurken bizim çocukların Türkçeyi öğrenememesinden, yabancı dille öğretim görmesinden hiç rahatsız görünmüyorlar.
Öte yandan ortak (resmi) dil, “olmayacak duaya amin demek” örneğine uygun biçimde sığ, örtülü tartışmaların odağına yerleştiriliyor. Kim tartışıyor? Gazetecilerle siyasetçiler... Konuya öyle bir yerden giriyorlar ki, tepki verirseniz insan hak ve özgürlüklerine karşı çıkmış duruma düşebilirsiniz. Sanki köken ayrılığı olan herkes “Cumhuriyet döneminde zulüm” görmüş gibi. İşin içine şarkıcılar, oyuncular filan da karıştı; doğaldır, herkes bildiğini söyleyecek; ama fildişi kulesinden başını çıkarınca gördüğünü değil, doğru bildiğini... Bu arkadaşlar, 1960’lardan bu yana Türkçe sözcükler yasaklanırken; 12 Eylülcüler Atatürk’ün kalıtını çiğner, kurumlarını kapatırken; “olanak, yanıt...” diyenler “komünist” diye suçlanırken, 1402’lik olup aç kalırken nerdeydi?
Resmi dille eğitim zorunludur
77. Dil Bayramı’nı nerden, niçin estirildiği belli olan boz bulanık bir havada kutlayacağız. Biz, her zaman ülke sorunlarına, sevinçlerine yurttaşlık bilinciyle baktık, ortak akıl yürüterek katılımcı olmaya çalıştık. Bu bilinci Türk Devrimiyle edindik. Ülkemizde konuşulan her dile saygılı olduk; aynı saygıyı Türkçe de hak ediyor. 80’li yıllarda Kürtçeyi “kart kurt” sesiyle özdeşleştirenlere tepki vermeyen ünlü yazarlar, gazeteciler suskunken bilimsel akılla doğru bildiğimizi söyledik.
Yine açıkça söylüyoruz; bu ülkede ortak (resmi) dille eğitim zorunludur. Ortak dil dışındakiler belli kuralları olan kurumlarca yaşatılır; yazarlar, bilimciler, değişik dallarda ürün veren sanatçılar yaratıcılığını sergiler. Ülke koşullarını göz ardı ederek iki dilli eğitimi savunmak, çokdilli eğitime çanak tutmaktır; köken ayrılığına yaslanan “milliyetçiliği” körüklemektir. Aklı başında olan, ülkenin koşullarını bugünün olanaklarıyla değerlendiren her yurtsever, köken ayrılığına yaslanan her türlü “milliyetçiliğe” tepki vermelidir. Türkçeyi, Türkçe konuşanları suçluymuş gibi gösterme çabaları, her şeyden önce Mustafa Kemal’in “Yurtta barış dünyada barış” ülküsüne ihanettir.
TBMM’nin çatısı altında bile Dil Devrimine sataşılırken, Atatürk’ün vasiyetnamesi üstündeki hukuk ayıbı silinmemişken, kimi kurumlarda bugün bile yeni sözcükler yasaklıyken; ürünler, kentler, eğitim kurumları İngilizcenin işgali altındayken Türkçe dışındaki diller baskı altında da Türkçe özgür mü?
Dil Devriminin 77. yılında yine de karamsar değiliz; 86 yıllık Cumhuriyetimiz, Türk Devrimi deneyimiyle akılcı ve bilimsel olandan yana ağırlığını koyacaktır; bu duygularla ulusumuzun Dil Bayramı’nı kutluyoruz!