Dikkat! Referandum Gelebilir!..

cumhuriyet.com.tr

Türkiye Cumhuriyeti ahalisinin soru sorabilme yetisi felç oldu. Peş peşe inen beklenmedik toplumsal darbeler, geniş kitlelerin boğazına çökmüş geçim derdi, güvensizlik, korku, 21. yüzyılda hâlâ sözlü kültürün etkisini kıramamış, belgeler, deliller, kanıtlardansa, kulaktan dolma söylentilere itibar eden, masallara, efsanelere ihtiyaç duyan ve mucizeler bekleyen bir halkı -etnik köken ayrımı yapmaksızın- görünen köylere varabilmek için kılavuzluğu kendilerinden “menkul’’ yol göstericilerini izleme durumunda koydu.

Türkiye otuz yıldır yaralı. Güneydoğu’daki silahlı kalkışmaya asker müdahale etmeseydi denilemez; şu acı gerçeği kabul etmek zorundayız: Asker dağda öldüğü ve öldürdüğü için bizler şehirde (tüm etnik kökenden yurttaşlar) sağ kalabildik; yoksa şimdi herkesin unuttuğu “Mavi Çarşı” yangını, yolcu otobüslerindeki ölümcül patlamalarla çoktan telef olmuştuk. Ancak askeri müdahalenin meseleyi çözmediği açık. Çözemez de, çünkü askeri önlemler doğaları gereği insani boyutu, yani bireyin acısını göz ardı etmek zorundadır; ve giderek yeni bireysel acılar yaratır.

 

Silahlar sussun

Böyle durumlarda acılar elbette yaşanacaktır, kurunun yanında yaş da yanar diye düşünmek, ülkenin vicdan yükünü hafifletmez. Vefasız ülkemizin “gazilik” sanı dışında maddi manevi hiçbir teşekkür sunmadığı, organlarını yitirmiş, bir anlamda hayatları ellerinden alınmış genç adamlara karşı vicdan yükünü de unutmayalım. O halde, elbette silahlar sussun ve insanlar konuşsun. Buna Türkiye’de karşı çıkacak pek az yurttaş vardır.
Bilinen gerçektir ki, bugünkü yönetim işbaşına geldiğinde, yani on küsur yıl önce, silahlar susmuş, evlat acısına uğrayanların sayısı artmaz olmuştu. O zaman vasat zekâlı her kişinin zihninde şu üç soru belirmekte:

1) Maksat konuşarak anlaşmak idiyse bu on yıl neden heba edildi? Sebebi ve sorumlusu kim? On yılda kaybedilen canlara, sakatlanan gençlere yazık değil mi?

2) Bugün Kürt halkının önderi olduğu vurgulanan terör hükümlüsü Bay Öcalan’a yetkililer niçin yakın tarihe kadar ağır sözlerle hakaret ettiler?

3) Bu ağır sözlerde gerçeklik payı var idiyse, şimdi nasıl bu bayla müzakere zeminini paylaşabiliyorlar, Kürt halkının meşru temsilcileri TBMM’de dururken?

Ve dördüncü soru: Bu üç sorunun açıklıkla ve sıklıkla sorulduğunu işitiyor muyuz?
Peki, yanıtlandığını hiç işittik mi?

 

Gizli diplomasi

Denilebilir ki, hassas konularda gizli diplomasi diye bir şey vardır; üstelik taraflar, yani resmi makamlar ve -BDP kendi doğal ve hukuki konumunu gönüllü olarak terör örgütü hükümlüsü baya devrettiğine göre- örgütü hâlâ yönettiği varsayılan bay, ancak şimdi birbirleriyle konuşabilecek hale, yani siyasal, duygusal ve düşünsel iklime ulaştılar. O zaman gizlilik niye hâlâ sürmüyor, ortada kesin bir anlaşma yokken, düğün bayram havasına, “Yoksa sen barıştan yana değil misin, seni seni, seni kâfir seni!” mealinde tehditlere ne gerek var? Bu yarı şeffaflık nedir? Oyun mu oynuyoruz, bu kadar ciddi ve vahim bir meseleyle? Ortada açık seçik ne var, hükümet erbabı esrarengiz bir sükûtu tercih ederken hükümlü bayın Osmanlılığı yâd etmesinden başka! Pardon, Osmanlı’nın soncul çöküşünde rol oynayanlardan biri de Kürt Teali Cemiyeti değil miydi? Kürt kardeşlerimizin o zamanki ileri gelenleri Osmanlı’dan bu denli memnun idilerse, Kürt Teali Cemiyeti niye kurulmuştu? İşlevi neydi?

Aklıma 2010 yılı 12 Eylülü’ne rastlatılan referandum süreci geliyor. Anımsar mısınız, hani “12 Eylül” darbesi failleri yargılanacak diye bir düğün bayramdır gidiyordu ortalıkta. Bireyi iktidarlar karşısında korumasız koyan bir hukuk düzeninden kimseye hayır gelemeyeceği, varlığını “12 Eylül” altüst oluşuna borçlu siyasi oluşumların ise “12 Eylül”ü filan yargılamayacağı, bunun propagandadan ibaret olduğu sevinçli bayram çocuklarına anlatılamıyordu! Bilmem ki daha sonra vuku bulan müsamere benzeri acıklı gülünç bir iki duruşma, geçen referandumun bayram çocuklarını tatmin etti mi? Yeni bir muhtemel referandum süreci gündeme gelirken ortalığı saran “dereyi görmeden paçaları sıvama” havası ister istemez iki buçuk yıl önceyi düşündürüyor insana!

Elbette barıştan yanayız! Ancak barış, mucizeyle gerçekleşecek tılsımlı bir bilmece değildir; en başta dürüstlük talep eden, emek ve özveri isteyen, gereksiz heyecanlardan, böbürlenmelerden ve putlaştırmalardan ya da aşağılamalar veya dışlamalardan arınmış bir ortak akıl sürecidir; karşılıklı kurnazlık yarışı değil. Elbette barıştan yanayız. Ancak “barış sürecinin” muhtemel anayasa referandumu süreci, “anayasa sürecinin” ise “barış süreci” tarafından rehin alınmasından yana değiliz! “Barış”ın anlamını gerçekten bilen ve barışı içtenlikle isteyen kimse, rehine değiş tokuşuna eşdeğer pazarlıkları içine sindiremez ve sindirmemeli.