Devlet Yönetiminde Bir Hillary
cumhuriyet.com.trBüyük devletlerin değişmeyen dostları ve düşmanları yoktur; değişmeyen çıkarları vardır, sözü, çağımızın “süper güçleri” için de geçerlidir. ABD’nin değişmeyen çıkarları, Türkiye’nin İsrail ile barış içinde, nükleer İran’a karşı ve Kürt bağımsızlık hareketinin yanında olmasını gerektirebilir.
Ülkemizin yabancısı değildi. Türkiye’yi ilk ziyareti de değildi. Geldi, toplantılara katıldı, liderlerle görüştü. Bir basın, bir de TV’de yayımlanan bir sohbet toplantısı yaptı; manşetlere taşınmadan sessizce gitti. Ziyaret amacı Libya mı, Büyük Ortadoğu Projesi mi, füze kalkanı mı, yoksa ABD’nin Türkiye’deki imajının onarılması mı? Belki hepsi. Ziyaret ertesinde, medyadaki sessizliği yorumlamakta güçlük çekiyorum. ABD hükümetinin üyeleri “Başkan’ın sekreterleri” olarak anıldığı halde bizim konuğumuz, ABD’nin Başkan’dan sonra İç ve Dışişleri’yle ulusal güvenlikten sorumlu tek “devlet bakanı” (state secretary); açıkçası bir “baş bakan” idi.
‘Birinci Hanım’dan devlet yönetimine
“Birinci Hanım” yani başkan eşi olarak ülkemizi ilk ziyaretinde, “Hoş geldiniz Bayan Clinton, umarım memnun kalacaksınız!” dileğimi, “Şimdiden memnunun, umarım siz de memnun kalırsınız” diye yanıtlamıştı. Ne demek istediğini, birkaç gün sonra, Aspendos Tiyatrosu’nda verdiği konferansta anladım.
Kurduğu Cumhuriyetle bir millet yaratan Atatürk’ü överek başladığı konuşmasını Atatürk’ü saygıyla anarak bitirdi. Konuşma, özenle tasarlandığı kadar iyi çalışılmıştı. Elinde, önünde bir konuşma metni olmadan Türkiye’nin Anadolu kültür tarihindeki yerini ve önemini irticalen (doğaçlama) sunmuş; ayakta dakikalarca alkışlanmıştı. Sarı saçlı, mavi gözlü, adı gibi neşeli görünümünden değil, dünya sorunlarına duyarlı, insana saygılı “güzel bir Amerikalı” olduğu için.
Beyaz Saray’daki zor günlerinde, Bill Clinton’ı yalnız bırakmadı. ABD’nin, Beyaz Saray’ın ve kendi onurunu uygarca ve inançla savundu. New York senatörü seçildi, başkan adaylığına hazırlandı. Obama’ya karşı adaylık seçimini kaybetti ama ABD’nin “ikinci yöneticisi” olmayı kabul etti. “Birinci Hanım” unvanı ile başlayan siyasal kariyerini, üst düzeyde bir devlet yöneticisi olarak sürdürüyor. Bush - Condoleezza döneminde dibe vuran “Çirkin Amerikalı”yı ayağa kaldırmaya, hukukun üstünlüğü inancını onarmaya çalışıyor.
Büyüklerin değişmeyen çıkarları
Büyük devletlerin değişmeyen dostları ve düşmanları yoktur; değişmeyen çıkarları vardır, sözü, çağımızın “süper güçleri” için de geçerlidir. ABD’nin değişmeyen çıkarları, Türkiye’nin İsrail ile barış içinde, nükleer İran’a karşı ve Kürt bağımsızlık hareketinin yanında olmasını gerektirebilir. Ne var ki bu hedefler, Türkiye’nin “komşularla sıfır sorun” politikasıyla bağdaşmıyor. Ortadoğu’daki yeni komşumuz ABD’nin, soğuk savaş döneminde kurulan dengeleri koruması, “Arap Baharı”nı yönlendirmesi giderek zorlaşıyor. Ekonomik sorunlarla uğraşan Başkan Obama vaktin daraldığını hatırlatıyor. Özel temsilcilerin biri gidiyor çok yıldızlı bir yenisi geliyor. Görevin sorumluluğu, sanki, güveni sarsılmayan, tebessümü eksilmeyen bir hanımın omuzlarında görünüyor. Bugün sadık bir müttefikine moral verirken, yarın öteki komşuda keddisine sorulacak sorunları düşünüyor. Tıpkı Türkiye’de sorulduğu gibi: “Sayın Bakan, kaya gibi sağlam müttefikiniz Türkiye’deki ‘basın ve fikir özğürlüğü’ sorunları (tutuklu yazarlar ve gazeteciler) konusunda neler düşünüyorsunuz?”
‘Dost acı söyler’
Soruya vereceği yanıtı biraz dolaştırarak yumuşatmaya çalıştı. Gelişen Türkiye’nin demokrasiye açılımını Atlantik ötesinden izlediklerini, AB adaylığını kuvvetle desteklediklerini, Türk demokrasisinin Arap ülkelerine örnek olmasını dilediklerini ve Kıbrıs’ta iki devletli bir federasyon çözümünü umutla beklediklerini, saydıktan sonra, sözü soruya getirdi. Hukukçu olduğunu tahmim ettiği genç meslektaşına dönerek “Ben de sizler kadar kaygılıyım” demekten sakınmadı. ABD Büyükelçisi’nin tepkiyle karşılanan eleştirisini yineledi. Özetle “Dost acı söyler” kuralına sadık kaldı: “Demokrasilerde basın özgürlüğü kısıtlanamaz, araştırmacı gazetecilerin -yargılanamaz değil- tutuklanamaz olduğunu” söylerken, Nixon’ı istifaya mecbur eden ve Bill Clinton’ı istifanın eşiğine getiren Washington Post muhabirlerinin tarihi görevini düşünüyor olabilirdi. Acaba medyadaki suskunluğun nedeni acılı bazı gerçekleri Hillary’nin doğrudan dile getirmesi miydi?
Kendilerini “devlet adamı” gören bazı politkacıların huzurunda ve basın temsilcilerinin izlediği bir “devlet kadını” sınavından geçen, Türkiye dostu Hillary’yi kutluyor, yeniden kurulmakta olan dünya barışına yaptığı hizmetleri sürdürmesini diliyorum.