Deniz Gezmiş'lerden Günümüze Değişen Ne?
cumhuriyet.com.trNe acıdır ki geçmişte birlikte savaşım verdiği eski solcu yeni sağcılar tarafından Deniz’lere bile dil uzatılmaktadır. Hem de solculuğun yerine satılmışlığı koyarak kirlenmiş dünyalarına ortak aramaktadırlar.
Her şeyi kirletebilirsiniz efendiler, ama tarihi kirletemezsiniz. Sizleri utancınızla tarihin hakemliğine bırakıyoruz.
İnsanlar çoğu kez olması gerekeni değil, istediklerini görmeyi yeğlerler nedense. Belki de böylesi daha kolay ve romantik olduğu içindir… 6 Mayıs 1972’de gece saat 03.00’te Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde asılarak idam edilen üç devrimci gençlik önderi Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ın efsaneleşmiş kişilikleri için de bugün böylesi bir yaklaşımdır söz konusu olan. Onlara ilişkin gündeme gelen her konuda birlikte adı anılan bu üç bilinçli ve yürekli insanın kimliğine damgasını vuran asıl özellikleri, kendilerini işçi ve emekçilerin kurtuluşuna adamış olmalarıdır.
Kısa yaşamlarına sığmayacak denli büyük işler yapmaları ve yaptıklarıyla anıtlaşmalarının altında yatan gerçeği, her üçünün de bilinçli, kararlı ve tutarlı birer sosyalist olmalarıyla ancak açıklayabiliriz. Ve her üçü de, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nu (THKO) kurmadan önce, 60’lı yıllar Türkiyesi’nin sınıf savaşımına politik damgasını vurmuş Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) birer üyesidir. Deniz Gezmiş anılan partinin İstanbul Üsküdar ilçesi, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan ise Ankara Çankaya ilçesinde üyesidirler.
Nitekim, onların bilimsel sosyalist kimliklerini vurgulayan asıl betimlemeyi yine onların idam sehpalarında dile getirdikleri son sözlerinde buluyoruz.
Tutanaktan çıkarıldı
Deniz 6 Mayıs gecesi 01.25’te idam sehpasına çıkan ilk devrim şehidimizdi ve son nefesinde haykırarak şunları söylemişti: “Yaşasın tam bağımsız Türkiye. Yaşasın Marksizm-Leninizm. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği. Yaşasın işçiler, köylüler. Kahrolsun emperyalizm.”
Sesi öylesine gür çıkmıştı ki, sıralarını bekleyen iki idam mahkûmu Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hücrelerinde bu sesi duymuştu. Ancak gerek Deniz’in, gerekse Yusuf’un idam sehpasındaki son sözleri tam olarak infaz tutanaklarına geçirilmedi. Sözlerinin içinde suç unsuru bulunduğu gerekçesiyle Deniz’in son sözlerinden 16 sözcük, Yusuf’tan ise 26 sözcük mahkeme başkanı Ali Elverdi tarafından tutanaktan çıkarıldı. Daha sonra avukatlarından Halit Çelenk anılarında bu gerçeği yazacaktı.
Deniz’den sonra idam sehpasına gece 02.25’te Yusuf Aslan getirilmişti. Onun da son sözleri oldukça anlamlıydı: “Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm.”
Son olarak gece 03.00’te Hüseyin İnan idam sehpasına çıkarılmış, adeta bir vasiyet niteliğindeki şu sözleriyle yaşamını noktalamıştı: “Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm.”
Bu üç iletide de açıkça görüleceği gibi ortak vurgu bağımsızlıktır. Üçü de sosyalist olmalarına karşın önlerine koydukları ana hedef, bağımsızlık ve demokrasiydi. Çünkü, bugün birçok aydın ve düşünürümüzün çarpıttığı gibi bağımsızlık ve demokrasi istemleri sosyalizmle çelişen konular değil, tersine birbirini tamamlayan zincirin birer halkalarıdır. Ve Türkiye gibi emperyalizmin dolaylı ve doğrudan sömürüsü altında olan her ülkede bağımsızlığı izlencesine alan her sosyalist kişi, grup ya da parti, aynı zamanda bir yurtseverdir. Savaşım, bu niteliğinden dolayı tek bir sınıfa dayanmak yerine daha geniş bir cephede verilmek zorundadır.
Bu nedenle yaşamlarında olduğu gibi son nefeslerinde de yaşasın işçiler, köylüler ve hatta daha geniş bir anlatımla “halkımız” betimlemesini bilinçli olarak seçmişlerdi. İnfaz sorumluları halkımız sözcüğüne tepki göstererek bunun yerine millet sözcüğünü tutanaklara geçirmek isteseler de avukatların müdahalesi üzerine bu istemlerinden vazgeçmişlerdir.
Bugün içinde yaşadığımız Türkiye ve dünya konjonktüründe 68’in değerleri, savaşım gelenek ve istemleri acaba halen geçerliliğini koruyor mu, sorusuna yanıt arayarak yazımızı noktalamaya çalışalım.
60’lı yılların gençlik devinmeleri ve sol siyasal savaşımı, ağırlıklı olarak “Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” ekseninde yürüyordu. Bu istemlerle yola çıkanlara çeşitli baskılar uygulanıyor, işkenceler yapılıyor, dağ başlarında, sokak ortalarında, idam sehpalarında gençlerimiz öldürülüyordu.
Tarihi kirletemezsiniz
Bugün Türkiye geçmişe değin daha bağımlı, uluslararası finans kuruluşlarının ve karanlık odakların fink attığı bir ülke konumunda.
Ülke çıkarlarını savunmak, bağımsızlıktan söz açmak işbirlikçi çıkar gruplarının ve onların paralı sözcülerinin alay konusu olmakta. Dahası, bu düşünce ve görüşte olanlara karşı bir zulüm makinesi çalıştırılmaktadır. Emperyalizmin gizli servisleriyle iç içe girmiş kimi odaklarca ve medya kuruluşlarınca namuslu, yurtsever, devrimci insan avına çıkılmaktadır. Ne acıdır ki geçmişte birlikte savaşım verdiği eski solcu yeni sağcılar tarafından Deniz’lere bile dil uzatılmaktadır. Hem de solculuğun yerine satılmışlığı koyarak kirlenmiş dünyalarına ortak aramaktadırlar.
Her şeyi kirletebilirsiniz efendiler, ama tarihi kirletemezsiniz. Sizleri utancınızla tarihin hakemliğine bırakıyoruz.