‘Deli Tarla’... Adnan Binyazar'ın yazısı...

Şiir, roman, öykü, deneme türlerinde konu-biçim-üslup bileşkesi birbirinin içinde gelişir. Yazıyı beğeni düzeyine erdiren, yazarın dil becerisidir. Jean-Paul Sartre, yazılanı değil, onun nasıl yazıldığını önemser. Yazar, dilinin anlam alanını genişleten kendi buluşu sözcüklerle sağlar nasıllığı.

Adnan Binyazar / Cumhuriyet Kitap Eki

 

KURGU

Şermin Yaşar, 1982’de Berlin’de doğmuş, sonra Türkiye’ye dönmüş. Üniversite’de Türk Dili ve Edebiyatı öğrenimi görmüş, bu alanda lisanslı. Reklam sektöründe çalışmış, yazmaya çocuk kitaplarıyla başlamış. Onu Deli Tarla¹ adlı öykü kitabıyla tanıdım.

Son iki yıldır, Koronavirüs yayılımından dolayı yurt dışında bulunduğumdan, Yaşar’ın Tarihi Hoşça Kal Lokantası, Göçüp Gidenler Koleksiyoncusu, Gelirken Ekmek Al kitaplarını okuyamadımsa da adlarından, onların da yaşadıklarından izlenimlerle beslendiğini az çok kestirebiliyorum. Yaşar’ın öykü dünyasına yönelmem şimdilik Deli Tarla’yla sınırlı kalacak.

Bu veriler Deli Tarla’yı özünden kavramaya yetmezse de yazarı yaratıcı duyumsama, derin algılama, kullandığı her sözcüğü üslubunun bir parçası kılan anlatımıyla tanımamda ipucu olacağını sanıyorum.

DUYUMSAMALAR

Aşağıdaki şu iki alıntı, bir köşeye çekilip çevresini gözlemlerle algılayan, gördüklerinin ayrıntılarını anlık duyumsamalarla anlatıma dönüştüren Şermin Yaşar’ın yazınsal dünyasını yansıtıyor:

“Bir röportajda okumuştum. Kanser hastası bir anne, ölümünü beklerken, kendi eşarp, şal ve kıyafetlerini kesip birleştirerek bir battaniye dikmişti çocuklarına. Böyleydi sanırım. Ya aklımda bu kadarı kalmış ya okuduklarım kalbimi böyle dağlamış. Daha fazlasını anımsamıyorum.

Battaniyeyi görmedim, ama zihnimde böyle rengârenk, küçük küçük karelerden oluşan yamalı, çok da muntazam olmayan, her dikişi ağlayan bir battaniye canlandı.

Düşününce gözümün önüne hep o görüntü geliyor. Lise yıllarımda ezberlediğim bir Abbas Sayar şiiri okuyorum o görüntünün üzerine:

‘İç acılarıyla ördüğüm hırkanın söküldü kolları ve üç satırlık hikâyem kaldı.’ (...)

Çocukların sözlerinden hayali bir battaniye hazırlayın kendinize. İster küçük küçük karelerden ister çiçekli motiflerden. Her bir anının, her küçük güzelliğin, her tatlı sözün en güzel yerlerini birbirine tutturun.

Benimki uzun olsun istiyorum, kocaman olsun, gün gelip sarınmak istediğimde bütün özlemlerimi örtsün istiyorum.” (30 Eylül 2017)

“Çocuklar yatmaya hazırlanırken ‘Yer yatağı yapayım mı salona, beraber uyuyun,’ dedim. O nasıl bir zıplamak, nasıl sevinmektir... Taşıdık yatağı, serdik... (...) Dışarıda yağmur yağıyor. Çok yağıyor. Çay koydum. Oturdum, izliyorum. Bunun dünyanın en güzel, en eşsiz, en değerli tablosu olduğuna yemin edebilirim. Ve eminim ki bütün çocuklu evlerde bu tablonun röprodüksiyonu var. Ne şanslıyız, şu anları al; duvara as, ömrünce aynı hazla bak...” (28 Kasım 2018)

Şermin Yaşar’ı kendi dünyasında dolaşıma yönelttiği bu iç izlenimler, Albert Camus’nün şu değerlendirmesini çağrıştırıyor: “Bir insanın yapıtları, çoğu kez, onun özlediği, heveslendiği şeylerin öyküsüdür. Oysa hiçbir insan, hiçbir zaman, kendini olduğu gibi anlatamaz."

Camus birbiriyle çelişir gibi görünen bir gerçeğe parmak basıyor. Şermin Yaşar’ın öyküleri gerek kurgusu gerek devingen anlatımıyla Camus’yü doğruluyor.

ÖYKÜSEL OLUŞUM

Şermin Yaşar’ın öykülerinde kurguya gerçek birbiriyle iç içe gelişiyor. Onun anlatı dünyasında üslup sürekli, akışkan, canlıdır. Yalnızca dışsal değil, içsel oluşumuyla da gerçeklere dayanan “Deli Tarla” öyküsünün ana konusu insan ilişkilerini irdeleme yolunda gelişiyor.

Öyküleme, hemen her evin sorunu olan ölüm sonrası mal mülk bölüşümü çevresinde döneniyor. Bölüşenler birbirlerine çok saygılı görünmeyi de biliyorlar, iç hesaplarını gizlemeyi de. Görünüşte, büyüğünden küçüğüne en adil bir paylaşımı gerçekleştiriyorlar.

Öykünün temeline oturan deli tarlayı üstlenmeyi kimse canı gönülden istemiyor. İsteme bir yana, dışa vurmadıkları tutumlarıyla, belli etmeden yan bile çiziyorlar. Sonunda öykü anlatıcısına kalan deli tarlanın sır gibi görünen gerçeğinde düğümleniyor konu.

Şiir, roman, öykü, deneme türlerinde konu-biçim-üslup bileşkesi, birbirinin içinde gelişir. Yazıyı beğeni düzeyine erdiren, yazarın dil becerisidir. Jean-Paul Sartre, yazılanı değil, onun nasıl yazıldığını önemser. Yazar, dilinin anlam alanını genişleten kendi buluşu sözcükler sağlar nasıllığı.

Şiir, roman, öykü, yazınsal türlerde anlatı yoğunluğunu dilin anlam alanlarını sınırın dışına taşıranlar başarmıştır. Bu bağlamda, okuyanı birden iç dünyasıyla yüzleştiriveren yalın bir dil düzeyini tutturan yazar azdır.

Deli Tarla’nın yazınsal değeri, kitabın kapağına yerleştirilen bestseller türü kitaplarda yuvarlak içine alınan İlk baskı 50.000 adet reklamından değil; Şermin Yaşar’ın, cümlelerindeki yalın betimlemelerine yansıyan yaratım ürünü dilsel beğenisinden geliyor:

“Ben mahsulünden, bereketinden değil, güzelliğinden ötürü istedim dere boyundaki tarlayı. Çocukken tepsi gibi ayçiçekleri olurdu tarlada. Sapsarı... O çekirdekleri çiçeklerin üzerindeyken yemeyi çok severdim. Hâlâ da severim. Her gece papağan gibi bir poşet çekirdek yiyorum, göbek aldı başını gitti. “

“O, hayvanların peşinde genç kız gibi koşan kadın gitti, yerine bir nine geldi. Sonra bir gece uyudu, uyanamayıverdi.”

Deli Tarla öyküleri, yazacağı iyi romanların yolunu açıyor Şermin Yaşar’a.

¹ Deli Tarla / Şermin Yaşar / Doğan Egmont Yayınları / 190 s. / 2020.