Cumhuriyet meslek örgütlerinin sesi oluyor-17
Yargının kalan tüm nitelikleri parça parça öğütülürken sıra barolara geldi.
cumhuriyet.com.trAv. EKREM DEMİRÖZ
ESKİ BURSA BAROSU BAŞKANI
Yazının başlığı, barolar ile yargıç ve savcı örgütleri tarafından başlatılan eylemli bir çalışmanın adıdır. Söz konusu girişim, hukukçuların öncülüğünde bir halk hareketini öngörüyordu. Amaçlanan ise tarafsız ve bağımsız yargının yeniden inşasıydı.
2014 yılında Bursa Barosu Yönetimi olarak bir tartışmanın içindeydik. 2010 yılında yapılan referandum sonrasında yargı, bağımsızlığını büyük ölçüde yitirmiş ve Fethullah Gülen cemaati ile iktidarın hâkimiyetine girmişti. Bu durumu sadece eleştirmek ya da tepki göstermek bize göre yeterli değildi. Bir şeyler yapmalıydık. Yapacağımız şey farkındalık yaratmalı ve halkın dikkatini çekmeliydi.
Sonuçta tüm hukukçular ile birlikte eylemli bir çalışma yapılmasına karar verdik. Ancak baro yönetimi olarak, yapacağımız çalışmanın çok zaman alacağının ve yoğun emek gerektirdiğinin farkındaydık.
Büyük çalışma öncesinde bir ön çalışma yapmak düşüncesi ağırlık kazanınca ilk adımı HSYK (Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu) ile atmak fikri öne çıktı. Kuşkusuz ki HSYK, yargı bağımsızlığı açısından en önemli kurumlardan biriydi.
ÇATIŞMALI SONA ERDİ...
Sonunda HSYK’yi halk önünde tartışmaya açmayı başardık. Bu ilk kez yapılıyordu. 2014 Eylül ayında düzenlediğimiz panel, Yargıçlar Sendikası Başkanı Yargıç Ömer Faruk Eminağaoğlu, YARSAV (Yargıçlar ve Savcılar Birliği) Başkanı yargıç Murat Arslan ve Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı yargıç Muzaffer Şakar’ın açılış konuşmaları ile başladı. Panelimiz iki oturumdan oluşuyordu. İlk oturumun yöneticisi TBB (Türkiye Barolar Birliği)’nin Genel Sekreteri Av. Güneş Gürseler’di. Konuşmacılar, HSYK Başkan Vekili ve 1. Daire Başkanı İbrahim Okur, YARSAV’ı temsilen Cumhuriyet Savcısı Bülent Yücetürk, Yargıçlar Sendikası Genel Sekreteri yargıç Mustafa Karadağ ve Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı yargıç Orhan Gazi Ertekin’di. İkinci oturumun yöneticiliğini ise Ankara Barosu Başkanı Av. Sema Aksoy yaptı.
Konuşmacılar, eski İstanbul Barosu Başkanı Av. Turgut Kazan, gazeteciyazar Ahmet Şık, gazeteci Kemal Göktaş ve gazeteci-yazar Faruk Mercan’dı. Gün boyu süren panel, altı yüzü aşkın kişi tarafından izlendi. Etkinliğin heyecan düzeyi oldukça yüksekti ve panelimiz, biraz tartışmalı biraz da çatışmalı bir biçimde sona erdi.
EYLEMLİ ÇALIŞMA
Bu arada panel çalışmaları sırasında yargıç ve savcı örgütleri ile öngörüşmeler yapmıştık ve eylemli çalışma konusunda mutabakata varmıştık. Panel sonrası TBB ve barolarla bağlantı kurduk. Süreci konuşmaya ve tartışmaya başladık. Görüşmeler sonucunda 2015 Ocak ayında, atölye çalışması niteliğinde bir çalıştay düzenledik.
Çalıştaya Bursa Barosu Yönetim Kurulu’nun ev sahipliğinde, uluslararası yargıç Prof. Dr. Rona Aybay, eski Anayasa Mahkemesi üyesi Prof. Dr. Fazıl Sağlam, CHP milletvekili İlhan Cihaner, TBB Genel Sekreteri Av. Güneş Gürseler, TBB Yönetim Kurulu üyesi Av. Kürşat Karacabey, Yargıtay üyesi Mustafa Ateş, Yargıçlar Sendikası üyesi yargıç Nuh Hüseyin Köse ve YARSAV Genel Sekreteri Yargıç Leyla Köksal katıldılar.
Değerli fikir ve önerileri ile girişime can verdiler ve birlikte bir yol haritası belirlendi. Çalıştayın sonucunda, hukukçuların öncülüğünde bir halk hareketinin başlatılması ve yapılacak çalışmaların tüm ülkeye yaygınlaştırılması konusunda fikir birliğine varıldı. Çalışmanın bileşenleri TBB, Barolar, YARSAV, Demokrat Yargı Derneği ve Yargıçlar Sendikası idi.
ARAYAN OLMADI
Hemen hemen tüm yargı örgütleri bir araya gelmiştik. Bağlantılı olmadığımız tek grup, Yargıda Birlik Platformu idi. Yargıç ve savcıların oluşturduğu platform, iktidara yakın bir gruptu. Ancak çalışmanın tüm ortakları, Yargıda Birlik Platformu’nun çalışmalarımıza katılmasından yanaydılar. O döneme özgü dengelerin ve çelişik ilişkilerin yarattığı durum nedeniyle, platformun bizim ile birlikte davranmak isteyebileceği düşünülüyordu.
Talebimize olumlu yanıt alamayacak dahi olsak, en azından ayrımcılık yapmadığımızı herkese göstermiş olacaktık. Yargıda Birlik Platformu ile görüşmek üzere dönemin Bursa Barosu Başkanı olmam nedeniyle tarafıma görev verildi. Kısa bir süre sonra platformun önde gelenlerinden olan iki yargıç ile görüştüm. Neyi amaçladığımızı ayrıntılarıyla anlattım. Girişime olumlu baktılar. Platformun, çalışmalarımıza katılabilmesinin önündeki siyasi engelleri kaldırabilmek için dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’i aradım. Yargının içinde bulunduğu durumdan yalnızca ülkemizin değil, iktidarın da zarar göreceğine ilişkin düşüncelerimi anlatıp kendisinden yardım istedim. Faruk Bey, söylediklerime hak vererek dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ile görüşeceğine söz verdi.
Birkaç gün sonra aradı ve Bekir Bey’le görüştüğünü, önümüzdeki hafta bir araya geleceğimizi, gün ve saatini bildireceğini söyledi. Önümüzdeki hafta geldi çattı. Günler geçmeye başladı, ancak beni arayan olmadı. Bunun üzerine Faruk Bey’i yeniden aradım. Ancak kendisine ulaşmayı başaramadığım gibi bir daha beni arayan da olmadı. İlk görüşmenin üzerinden geçen üç beş günde neler olduğunu, olaya hangi ellerin karıştığını ne yazık ki hiçbir zaman öğrenemedik.
Görüşmelerin ilk zamanlarında, 5 Nisan’da yapılacak Bursa mitinginin hemen arkasından Ankara’ya yürüyüş başlatılması en çok kabul gören düşünceydi. Ancak bir süre sonra farklı öneriler gündeme geldi. Yürüyüş eyleminin zorlukları ve güvenlik sorunları daha çok dile getirilmeye başlandı. Elbette yürüyüşün yapılması konusunda ısrar edenler de vardı.
İLK MİTİNG 5 NİSAN’DA
Tartışmalar sürerken farklı illerde yapılacak mitinglerle mücadeleyi sürdürme fikri ağır basmaya başladı. Görüşmeler sonucunda ilk mitingin 5 Nisan’da Bursa’da yapılmasına, ikinci mitingin ise 11 Nisan’da İzmir’de gerçekleştirilmesine karar verildi. Biz 3. mitingin Diyarbakır’da yapılmasını istiyorduk.
Diyarbakır Barosu Başkanımız Tahir Elçi, öneriye sıcak bakıyordu ancak birkaç ilde yapılacak mitinglerden sonra Diyarbakır olsun istiyordu. Haklı olarak tüm baro başkanlarımız eylemin sonuçlarını ve yaratacağı etkiyi görmek istiyorlardı. Bu arada Bursa Barosu yönetimi olarak harıl harıl 5 Nisan mitingine hazırlanıyorduk.
Baro yönetim kurulu üyesi arkadaşlarım ve gönüllü avukat arkadaşlarımızla birlikte, mitinge katılımı sağlamak için değişik çalışmalar yapıyorduk. Bu çalışmalar kapsamında, sendikalardan kadın kuruluşlarına, Rotary ve Lionslardan Halkevlerine, meslek örgütlerinden siyasi partilere kadar tüm kuruluşlara gidiyor ve amacımızı anlatmaya çalışıyorduk. Onlardan beklediğimiz bu mücadeleye destek vermeleri ve mitingimize katılmalarıydı. Çalışmalarımız yaklaşık üç ay sürdü.
AVUKATLARIN ARANMASI...
Nihayet 5 Nisan 2015 Pazar günü, TBB bBşkanımız Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, çok sayıda baro başkanımız, yargıç ve savcı örgütlerinin temsilcileri ve meslektaşlarımızın öncülüğünde kent meydanında halkımızla buluştuk. Polise göre 4 bin 500, bize göre ise en az 7 bin kişinin katılımıyla bir miting gerçekleştirdik. Konuşmalar yapıldı, belirlenen sloganlar atıldı ve mitingimiz Moğollar konseriyle sona erdi.
Hukukçularla halkın buluştuğu bu miting hepimizi heyecanlandırmış ve içimizi umutla doldurmuştu. Sıra önümüzdeki hafta gerçekleşecek İzmir mitingindeydi. Ancak mitingin ertesi günü talihsiz bir olayla karşılaştık. Adalet Bakanlığı tarafından, avukatların adliyeye girerken aranacaklarına ilişkin bir genelge yayımlandı. Bu genelgeye TBB ve İstanbul Barosu şiddetle itiraz ettiler. Ne var ki açıklamaların arasında “Avukatlar aranacaksa, hâkim ve savcılar da aransın” ifadesi yer alıyordu.
Bu kez tepki sırası yargıç ve savcı örgütlerindeydi. YARSAV ve Yargıçlar Sendikası TBB’yi ve İstanbul Barosu’nu hedef alarak “Sizler yanlışta ve sefalette eşitliği savunuyorsunuz. Bunu reddediyoruz. Varlığınızı sorgularız” şeklinde ifadelerin yer aldığı bir basın açıklaması hazırladılar. Bu bildiri medyada yayımlandı.
Tepki gösterme sırası TBB’ye ve barolara gelmişti. Bu çatışmalı ilişkiyi önlemek için elimizden geleni yapmaya çalıştık ama sesimizi duyurmayı başaramadık.
KUŞATMAYA BİRLİKTE DİRENMEK
Tüm bu olanlara rağmen İzmir mitingi 11 Nisan da gerçekleşti. İzmirliler mitinge büyük bir destek vermişlerdi. TBB Başkanımız, baro başkanlarımız, yargıç ve savcı örgütlerinin başkanları ve yöneticileri oradaydılar. Biz Bursa’da olduğu gibi, çalışmanın tüm taraflarının halkın karşısına birlikte çıkmalarını istedik.
Ancak TBB başkanımız ve bazı baro başkanlarımız yaşananlar nedeniyle yargıç ve savcı örgütlerinin temsilcilerini aralarında istemediler ve ne yazık ki isimlerini dahi anons ettirmediler. Artık farklı duygular ön plandaydı. Amaç unutulmuştu. Yapılacak iş için kimse kaygılanmıyordu. Aylarca tartışılıp tasarlanan ve emek verilen eylemler zinciri daha başında koparılıp bir kenara atılıyordu. Çabalarımız bir sonuç vermeyince ben de kürsüyü terk ederek yargıç ve savcı örgütlerinin yanında yer aldım ve mitingi oradan izledim. Sonraki girişimlerimizden de bir sonuç alamadık ve Bursa’ dan çıktığımız yol, İzmir’de sona erdi.
ORTAK KAYGILARIMIZ
Aradan 5 yıl geçti. Zaman zaman düşünürüm. Ortak kaygılarımızı, küçük duyguların ve günlük çatışmaların üstünde tutup hedefe yürümeye devam edebilseydik acaba neler olurdu? Halkla olan ilişkilerimizi çoğaltıp eylemlerimizi tüm ülkeye yaymayı başarsaydık nelerle karşılaşırdık? İktidarla ne zaman çatışırdık ya da ne tür engellemelerle karşılaşırdık bilmiyoruz. Mücadeleyi sürdürebilseydik, iktidar şimdi olduğu kadar fütursuzca davranabilir miydi? Bunu da bilmiyoruz. Ama yapmaya çalıştıklarımızı, kendi ellerimizle o kadar çarçabuk yok ettik ki, ne halk farkına varabildi ne de iktidarda bir telaşa yol açabildik.
Sonraki zamanlarda ise yargının kalan tüm nitelikleri parça parça öğütülürken sonuçta sıra barolara geldi. İktidar, baroları etkisiz hale getirerek yargıdaki son nitelikli var oluşu da silip atmak istiyor. Bu durumun gerçekte avukatlardan daha çok halkı ilgilendirdiğini düşünüyorum. Çünkü barolar yalnızca bir meslek örgütü değildir. Barolar öncelikli olarak halkın avukatıdır. Barolar işlevsiz hale getirilirse, kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarı daha çok yaşam alanı bulur. Adil yargılanma hakkı tamamen yok olur.
Kötü muameleler ve işkenceler çoğalır. Çevreyi koruma mücadelesi büyük yara alır. Savunma hakkı ise onarılmaz düzeyde zarar görür. Çünkü baroların tek istediği, herkesin hukuk önünde eşit olduğu bir Türkiye’dir, demokrasidir ve özgürlüklerdir. Bu talepler ise ülkemizin geleceğinin mihenk taşlarıdır. Bu nedenlerle, savunma hakkının kaleleri olan barolara sahip çıkmak, ülkenin geleceğine sahip çıkmaktır. Sonuç olarak hepimize düşen bir görev var. Bu kuşatmaya karşı hep birlikte direnmek ve tüm gerçekleri halka anlatmaya çalışmak...