Cumhurbaşkanı Gül, 2012'yi değerlendirdi
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Arap halklarının, Avrupalıların faydalandıkları evrensel hakları kendileri için isterken son derece samimi olmalarının, Batı'nın uzun süredir hakim olan oryantalist perspektifini çürüttüğüne işaret etti.
cumhuriyet.com.trCumhurbaşkanı Abdullah Gül, uluslararası alanda tanınmış ve dünyanın önde gelen medya organlarının abonesi olduğu makale veritabanı Project Syndicate'in ''Geçen Yıla Bakış'' yayını için ''Kriz ve Dönüşüm'' başlıklı makale kaleme aldı.
Project Syndicate'in her yıl sonunda yayınladığı ''Geçen Yıla Bakış''ın 2012 sonundaki baskısında, Gül ile birlikte Joseph Stiglitz, Bill Gates, Daron Acemoğlu, Shinzo Abe, Juan Santos, Leon Panetta, Christine Lagarde, Imran Khan gibi isimlerin olduğu küresel liderler, entelektüeller, düşünürler ve bilim insanlarının 2012'ye ilişkin değerlendirmeleri ve 2013 beklentilerine yer verdi.
Avrupa kendini yeniden tanımlamalı
Gül makalesinde, içinde yaşanılan zaman dilimini çok sayıda hızlı değişimlerin yaşandığı bir çağ olarak tanımlamanın klişe haline geldiğine dikkati çekerek, 2012 yılının özellikle sorunlu bir yıl olduğunu kaydetti.
Dünyanın herhangi bir köşesindeki ekonomik krizlere, siyasi ve askeri çatışmalara, sosyal isyanlara, kültürel çarpışmalara ve çevresel problemlere sürekli ve ortak alaka göstermeye ihtiyaç duyulmayan tek bir gün bile geçmediğine makalesinde vurgu yapan Gül, şunları dile getirdi:
''Türkiye'nin yakın çevresi 2012 yılında küresel siyaset gündeminde en üst sırada yer aldı ve 2013 yılında da yine en üst sırada yer almaya devam edecek. Kuzeyimizde Avrupa bir yol ayrımında, sonuçları AB'nin sınırlarının çok daha ötesinde etkili olacak bir yaratıcı imha sürecine girmekte. Güneyimizde haysiyet, özgürlük, demokrasi ve barış arayışı artık geri döndürülemeyecek noktaya geldi ve bölgenin siyasi manzarasını değiştiriyor.
AB'nin halen devam eden krizinin sadece ekonomik önlemlerle sonlandırılamayacağı aşikar. Avrupa jeopolitik ağırlığını geri kazanmak istiyorsa, kendisini yeniden tanımlamalı ve misyonunu da yeniden belirlemeli. AB, bir değerler topluluğunu temsil etmek ile kendine has ve içe dönük politikalarla en nihayetinde küresel öneminin aşınmasına yol açacak coğrafi bir yapıyı temsil etmek arasında bir karar vermeli.''
Gül, Türkiye'nin Avrupa'nın ayrılmaz bir parçası ve AB üyeliğini de stratejik bir hedef olarak kabul ettiğine işaret ederek, ''Türkiye ilgisiz bir izleyici değildir; tam tersine, halen devam edegelen tartışmaya kendi bakış açılarımız ve fikirlerimizle katılmak arzusundayız. Mesela AB bütünleşmesinin derinleşme boyutunda olduğu kadar, genişleme boyutunda da olması gerektiğini düşünüyoruz ki böylece, AB'nin müspet dönüştürücü etkisi komşu bölgelerde de hissedilebilsin'' ifadesini kullandı.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika
Ortadoğu ve Kuzey Afrika'nın en çok alaka gösterilmesi gereken bölge olması gerektiğine vurgu yapan Gül, tarih boyunca, Akdeniz'in bir yakasında vuku bulan gelişmelerin mutlaka öteki yakasında doğrudan bir etkisi olduğunu, bugünün dünyasının yüksek derecedeki küresel karşılıklı bağımlılığı göz önüne alındığında bu durumun bundan sonra da devam edeceğine inanmak için sayısız sebep bulunduğuna dikkati çekti.
Gül, makalesine şöyle devam etti:
''Arap halklarının, Avrupalıların faydalandıkları evrensel hakları kendileri için isterken son derece samimi olmaları, Batı'nın uzun süredir hakim olan oryantalist perspektifini çürütmektedir. Kuşkusuz, Arap uyanışının sonuçlarını öngörebilmek için hala çok erken olup, geçiş sürecindeki ülkeler hala zorlu meydan okumalarla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Fakat çok sayıdaki kabus senaryosunun hiç biri gerçekleşmemiştir ve bu da gelecek için umut muştulamaktadır. Dahası Tunus, Libya ve Mısır'da bu ülkelerin tarihlerinde ilk kez serbest ve adil seçimler 2012 yılında gerçekleştirilmiştir.
Fakat demokrasi sadece seçimlerden ibaret değildir. Hukuk devleti, hesap verebilirlik, cinsiyet eşitliği, ifade ve inanç özgürlüğü gibi temel demokratik kurumları hayata geçirme sorumluluğu, bu ülkelerin önünde bekleyen en önemli imtihandır. Fakat her şeye rağmen Arap halkları nihayetinde gerçek anlamda bir halk iradesini gerçekleştirmişler ve korku duvarını aşmışlardır. Bu halkların demokrasi yolunda ilerlemeye devam edeceklerini inanıyorum.''
İsrail'in Gazze'ye yönelik son saldırısı
Suriye'deki mevcut durum ve İsrail'in Gazze'ye yönelik son saldırısının halen kanayan yaralar olduğunu hatırlatan Gül, Suriye'deki kanlı iç savaşın dünyanın en muhteşem antik şehirlerini bir harabeye çevirdiğini belirtti. Suriye halkının taleplerinin Tunus'ta, Libya'da ve Mısır'da dile getirilen ''haysiyetli, demokratik bir yaşam'' olduğuna vurgu yapan Gül, Beşşar Esed rejiminin insanlık dışı şiddetinin bu taleplere savaş uçakları, helikopterler ve tanklarla saldırıları içeren cevabında görülebileceğini kaydetti.
Gül, rejimin hayatta kalma mücadelesini, bir etnik ve mezhepsel çatışmaya dönüştürme gayretinin, özellikle komşuları Lübnan ve Irak'tan başlayarak bölge çapında büyük bir tahribata yol açabileceği uyarısında bulunarak, şunları ifade etti:
''Arap uyanışının en başından beri Türkiye, prensip olarak halkların meşru ve demokratik arzularının tarafında yer aldı. Ortak tarihimizden ve bilhassa hak ve özgürlüklerini arayan toplumlara bir ilham kaynağı oluşturmamızdan kaynaklanan özel durumumuzu müdrik olarak, bu şekilde davranmaktan başka seçeneğimiz yoktu.
Suriye'deki iç savaş Türkiye için insani kriz bağlamında ek bir sorun da yarattı. Şu anda ülkelerinde giderek artan şiddetten kaçan yaklaşık 200 bin Suriyeliye ev sahipliği yapıyoruz ve bu çaresiz insanlara ev sahipliği yapmak için bugüne kadar 400 milyon dolardan fazla masraf yaptık ki bu süreçte dünyanın geri kalanından hiçbir destek de görmedik. Buna rağmen, yüzyıllara yayılmış çok özel bağlarımızı unutmayacağız ve Suriyeli komşularımıza bu en zor zamanlarında yardımcı olmaktan asla geri durmayacağız.''
Gül, Ortadoğu'daki bu tarihi dönüşümün güvenlik, istikrar ve refaha tevil edilebilmesini garanti altına alınabilmesi için bölgenin iki köklü ve birbiriyle bağıntılı güvenlik sorununun da çözülebilmesi gerektiğini anımsatarak, ''Bu sorunlar Arap–İsrail ihtilafı ve giderek yükselen kitle imha silahlarının (KİS) yayılması tehlikesidir. Bu noktada, Gazze'de yaşanan son şiddet, bölge çapında bir çatışma riskini tekrar gündeme getirmiştir. İsrail'in en son Gazze operasyonu kendisine ne taktik, ne de stratejik hiç bir fayda sağlamamıştır. Tam tersine, iç siyasi tüketime yönelik yapıldığı her halinden belli olan bu saldırı, İsrail'in uzun vadeli güvenliğine de zarar verecektir. Zira ilk kez Hamas, Tel Aviv kadar uzak bir noktada dahi rahatsızlık verebileceğini gösterirken, yine ilk defa İsrail tutumunu ve itibarını aralarında ABD'nin de olduğu geleneksel müttefikleri nezdinde dahi savunmak zorunda kalmıştır. Fakat İsrail için en büyük ders, Arap uyanışı sonrasında ortaya çıkan yeni stratejik ortamı daha iyi anlamak zorunda kalması olmuştur'' değerlendirmesinde bulundu.
Makalede, sorunların her ikisine de daha bütüncül bir anlayışla yaklaşmanın elzem olduğunu belirten Gül, şunları kaydetti:
''Bunun için iyi bir başlangıç, İsrail'in güvenlik mülahazalarını da dikkate alan 2002 Arap Barış Planı ile 1991 yılında kabul edilmesi ile bölge çapında KİS'lerin imhasını öngören 687 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı çerçevesinde bölge çapında bir silahsızlanma sürecinin paralel olarak uygulamaya konmasıdır. Bu meyanda, ABD Başkanı Obama'nın 2010 yılında Nükleer Yayılmanın Önlenmesi Antlaşması Gözden Geçirme Konferansı'nda yaptığı ve bahsettiğim bu fikri destekleyerek diğer büyük aktörleri silahsızlanma konusunda inisiyatif üstlenmeye davet eden tespitlerini takdirle hatırlıyorum.
Bu yaklaşım, hem halkların adalet duygusuna büyük tahribat veren, istikrarsızlık ve aşırılıklara yol açan Filistin sorununun adil ve kalıcı bir şekilde çözümünü mümkün kılabilir hem de başta İran olmak üzere bölge ülkelerinin ciddi tehdit algılamalarından doğan gerilimleri de sona erdirebilir.''
Geçiş sürecindeki Arap ülkeleri için Marshall Planı
Gül, gelişmiş ülkeler ve uluslararası finansal kuruluşların, İkinci Dünya Savaşı sonrası uygulamaya konan Marshall Planı'na benzer kapsamlı bir ekonomik canlanma programını geçiş sürecinde Arap ülkeleri için de hayata geçirmeleri önerisinde bulunarak, ''Avrupa'nın ve uluslararası toplumun elinde, Akdeniz bölgesine eski refah ve ihtişamını yeniden kazanma yolunda yardım etmek ve Ortadoğu'yu da barış, demokrasi ve istikrar bölgesine çevirmek için önemli bir fırsat bulunmaktadır. Türkiye bu vizyonun gerçekleştirilebilmesi doğrultusunda üzerine düşen ne varsa yapmaya hazırdır'' ifadesini kullandı.