Çılgınlığa hazır bir dünya (27.05.2020)
Daha ilk kitabıyla kendine özgü bir dil yaratıyor Ayşe Dündar. Hayranı olduğu Marquez’i, Woolf’u, Dostoyevski’yi, Sait Faik’i ve daha nicelerini bir simyacı gibi bir potada eritiyor.
Akgün AkovaGenç
bir kadın Eczacılık Fakültesi’nin laboratuvarında, kahverengi renkli şişelerden
aldığı ilaç hammaddelerini birbirine karıştırıyor. Büyüleyici bir şey onun için
bir maddeyi ötekiyle birleştirip ilaç elde etmek. Kendi eczanesini açtıktan sonra
yıllar boyu şifa dağıtıyor.
Kendini
bilime adamış bir Marie Curie vakası ile mi karşı karşıyayız diye düşünüyor
insan. Ama kadın bir gün bir başka yol açıyor kendine, harflerden bir yol.
Öyküler yazmaya başlıyor.
Yazmak
zorlu bir karışım, düşlerle gerçekleri iç içe geçirmek gerek. Bu yolu
tırnaklarıyla kaza kaza ilerliyor insan. Ama Ayşe Dündar inatçı, rüzgarların
yaralarını sayfalarla sarmaya çalışan bir gökyüzü hemşiresi olmaya kararlı.
ÖZGÜN
BİR DİL
“Macar
Çocuktan Mektup” adlı öyküsüyle, 2019 Fakir Baykurt ödüllerinin “Yayınlanmamış
Öykü” kategorisinde birinciliği kazanıyor. Ardından kimyasal tozlarının, ecza
kokularının arasından göz alıcı bir parlamayla “Gökbilimcinin Salyangozu” adlı
kitabı doğuyor.
Daha
ilk kitabıyla kendine özgü bir dil yaratıyor Ayşe Dündar. Hayranı olduğu
Marquez’i, Woolf’u, Dostoyevski’yi, Sait Faik’i ve daha nicelerini bir simyacı
gibi bir potada eritiyor.
Johannes
Kepler ile bu büyük gökbilimciye evren matematiği konusunda ipucu veren
salyangoz Juniper’i bir bahçede buluşturuyor. Kapadokya kar altında kirli bir
çamaşır gibi buruşmuş uyurken Fikret Otyam’a yağız bir at resmettiriyor.
Sabahattin Ali’nin ölümünü bir köpek sürüsüyle anlatıyor ki okuyunca dağın
taşın titrediğini hissediyorsunuz.
İstanbul’a
giden bir otobüste mavi bir şövalye varsa, dünya ahret kardeşliği bir kız
sarsıyorsa, birkaç hayal kırıntısıyla sakinleşen bir adam mahallede masum bir
tabiat olayı yaratıyorsa, Nâzım Hikmet’in cebine bir çocuk gizlice bir mektup
bırakıyorsa marifet yazarın ustalığında.
Birbirinden
farklı renklerde öyküleri yan yana getirebilmek onun başarısı. Dündar’ın,
sıradan insanların gündelik hayatını anlatırken bile ironi dolu büyüleyici bir
söz evreni ortaya çıkarıyor olması da etkileyici.
HELE
YARATTIĞI KAHRAMANLAR…
“Mutfaklarında
kavruk alüminyum tencerelerini kaçak elektrikle kaynatmaya çalışan annelerin
çoğunlukta olduğu bir mahallede, düşlerinde saniyeleri akıl almayan kerelerce
kesebilen kesiciler tasarlayan, kaynayan evren çorbasının dipsiz kazanını kimin
karıştırdığını” soran bir Evren Temizlikçisi…
“Taksim’den
Tarlabaşı’na doğru yaralı solucanlar gibi kıvrılarak yokuş aşağı inen ve ikiz
kardeşler gibi birbirinden ayırt edilemeyen” sokakların birinde yaşamaya
çalışan Hacer Hanım’ın izmarit toplayan oğlu Sabahattin…
“Her yağmur
öncesi, sağ baldırında, kalçasının hemen altındaki yarası sızlayan” Bisera ve
“teni çoğu zaman çürümüş yaprak, bazen de tırnaklarını dibine daldırdığı,
Üsküp’ün kestaneye çalan toprağı gibi kokan” büyükannesi Stara Mayka…
Hepsi
gerçeğin çılgınlık yapmaya hazır olduğu bir dünyanın üzerinde geziniyor.
Unutulacak
bir kitap değil Gökbilimcinin Salyangozu. En iyisi “Kanat” adlı Ayşe Dündar
öyküsündeki bahar betimlemesiyle bitirelim bu yazıyı:
“Güneş,
kış boyu soğuktan ışığı çekilmeye yüz tutmuş titrek dudaklarını sınıfımızın
camına dayadığında, dünyanın doğusunda bir yerlerden büyük bir kervan çıkardı
yola. Aralarında her türden bitkinin, meyvenin, rüzgarın, yağmurun, tırtılın,
kelebeğin, kuşun, sineğin kısacası büyüklü küçüklü her cinsten hayvanın da bulunduğu
ucu bucağı görünmeyen bu kervanın başında, elinde kavalı, ince uzun, filiz gibi
tazecik ve yeşil bakışlı bir oğlan yürürdü. Eteklerine sürünerek geçtiği
dağlarda uyuyakalmış kar tepelerinin donuk iskeletlerini çatırdatarak koca dağı
yeniden hayata buyur eden ezgiler salardı ortalığa. Bu ezgilerle toprak ısınır,
su kaynaşır, rüzgâr hızını keserdi. Biz, bahar derdik ona!”
Gökbilimcinin Salyangozu / Ayşe Dündar / Yitik Ülke Yay. / 135 s.