Çevrenin Önemini Kavramak...
cumhuriyet.com.trÇevrenin Önemini Kavramak...
Çevre, tüm canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziksel, biyolojik, toplumsal, ekonomik ve kültürel ortamdır. Kısaca çevre, canlıların yaşamı üzerinde etkili olan etkenler bütünlüğüdür.
“Gizemli, dev heykel kalıntılarıyla ünlü, Pasifik’te tek başına bir ada olan Paskalya Adası’nda bir zamanlar gelişmekte olan bir uygarlık, ırksal intihara kalkışmış. Adalılar daha fazla heykel taşıyacak daha fazla kano yapabilmek için sahip oldukları harika ormanları kesip durmuş. Her büyük efendi, komşusundan daha ihtişamlı bir heykel dikmek istemiş ve heykelleri taşıyacak kanolar için daha fazla ağaç kullanmak gerekmiş. Fareler ağaçların tohumlarını yiyerek yeni ağaçların oluşmasını engellemiş. Ağaçların çiçeklerini tozlaştıran yenebilir kuşlar yok olmuş. Zamanla kanolar eskimiş, yenisini yapacak ağaç da kalmamış. Derin deniz balıkçılığı olanaksız bir hal almış, yiyecek kıtlaşmış. Geriye kalan en büyük hayvanlar kertenkeleler ve farelermiş. Yamyamlık yaygınlaşmış. ‘Uzun Kulaklılar’ ve ‘Kısa Kulaklılar’ adlarındaki iki kabile arasında iç savaş çıkmış. Nüfus iyice azalmış, aile içi evlilikler artmış ve genel zekâ seviyesi düşmüş...”
Yukarıda verilen öyküdeki gibi, Paskalya Adası ve dünyanın genel durumu arasında bir benzerliğin olduğu söylenebilir. Ormanlar dünyanın her yerinde birçok amaç için acımasızca kesiliyor, kaynaklar benzer şekilde tüketiliyor ve dünyadaki ekolojik denge kendini yenileyemeyecek duruma getiriliyor. Bu çerçevede çevre ile ilgili değerlendirmeler aşağıda verildiği gibi yapılabilir.
Doğal denge
Çevre, tüm canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziksel, biyolojik, toplumsal, ekonomik ve kültürel ortamdır. Kısaca çevre, canlıların yaşamı üzerinde etkili olan etkenler bütünlüğüdür. Canlı ile çevresi arasındaki ilişki, ekoloji biliminin uğraş alanı içindedir ve ekoloji, canlıların birbirleri ve çevreleri ile olan ilişkilerini inceleyen önemli bir bilim dalıdır. Tüm canlılar canlı ve cansız çevreleri ile birlikte bir bütünü oluşturur. Bunun yanında doğa olayları bir denge içinde gerçekleşir ve doğal dengeyi oluşturan zincirin halkalarında meydana gelen kopmalar, zincirin tümünü etkileyip dengenin bozulmasına neden olur. Dengenin bozulmasında en önemli etken ise insandır. Çünkü insanın yaşamını sürdürmesine yönelik yaptığı her davranış ve her yenilik doğal dengeyi etkiler. Doğal dengenin bozulması ile çevre sorunları başlamış olur.
5 Haziran 1972 tarihinde Stockholm’de yapılan “Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı”ndan sonra 5 Haziran tarihi, “Dünya Çevre Günü” olarak kabul edilmiştir. Ancak, Dünya Çevre Günü olarak kutlanan 5 Haziran günlerine, birçok uluslararası anlaşmaya ve yaptırımlara, çevreye daha az zarar veren teknolojilere, sürdürülebilir kalkınma ilkelerine rağmen dünyanın yok olma sürecine girmesi engellenememiştir. Bunun engellenmesi de mümkün olmayıp, ne yapılırsa yapılsın sadece çevrenin kirlenme hızı ve dolayısı ile dünyanın yok olma hızının azaltılabileceği unutulmamalıdır.
Çevre sorunları, dünyanın pek çok yerinde ve son yıllarda Türkiye’de de güncel yaşama iyice girmiş konuların başında gelmektedir. Ormanların zarar görmesi, erozyon sorunu, hızlı nüfus artışı, açlık ve yoksulluk, düzensiz şehirleşme, yeşil alanların eksikliği, kıyıların bozulması, içme suyu kaynaklarının azalması, deniz-hava-toprak kirliliği, sanayide kullanılan kimyasal maddelerin insan sağlığına olumsuz etkisi, atıklar, sera etkisi ve iklim değişikliği, nükleer enerji ve ısıl santrallar ile ilgili sorunlar başlıca çevre sorunlarını oluşturmaktadır.
Ekolojik bozulma
Stockholm’de yapılan konferans ile ilk kez çevre sorunları resmi düzeyde ulusların gündemine girerken, yıllar içinde aslında yaşanabilir bir çevrenin temel bir insan hakkı olduğu gerçeği kabul edilmişti. Ancak tüm iyi niyetli çabalara rağmen dünyadaki ekolojik bozulmanın bir kriz noktasına gelmesi engellenemedi. Yoksulluk ve açlık, nüfus, barınma gibi sorunlar çevre sorunlarının temel belirleyeni oldu. Gelişmiş ve geri kalmış ülkeler arasında “ekolojik denge” noktasında da önemli farklılıkların olduğu ortaya çıktı. Ekolojik kriz, kapsamlı politik ve ekonomik yaklaşımları, var olan üretim-tüketim ilişkileri ile şekillenen sistemin aşılmasını gerekli kılmaktadır. Bunun yanında, doğaya yabancılaşma sürecine giren insanın gerek kendine gerekse de doğaya yabancılaşmasını tamir edecek yeni bir toplum arayışını ve yeni bir etik anlayışını da gündemine alması gerekmektedir.
Türkiye’nin çevre manzarasının da iyi olmadığı ortadadır. Hızlı ve plansız sanayileşme, nüfus artışı ve göç, çarpık kentleşme, bölgeler arası dengesizlikler, su, toprak ve hava kirliliği, doğal kaynakların bozulması, kıyı alanların yok olması, ormansızlaşma ve erozyon gibi birçok çevre sorunu Türkiye’nin gündemine aniden girmemiştir. Yıllardır süren, yanlış ekonomik politikalar Türkiye’nin çevre bağlamında da kriz ile karşı karşıya kalmasına neden olmuştur.
Çevre sorunlarının eşitsizlik, yoksulluk ve azgelişmişlikle sıkı bağlar içinde olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Çevre sorunlarının çözümünde teknolojik gelişmelere dayalı önlemler önemli bir çözüm aracı olarak sunulmakta, gelişmiş ülkeler bu konuda kendileri için çok kârlı bir alan yaratmaktadır. Ancak teknolojik açıdan dışa bağımlı azgelişmiş ülkelerin bu teknolojileri kullanabilmeleri yeni dış borçlanmalarla mümkün olabilmektedir. Gelişmişlerle azgelişmişler, yoksullarla zenginler arasındaki dengesizliğin arttığı ve sistemin bu eşitsizliğe müdahale adına geliştirdiği tüm siyasi ve ekonomik araçlarla bu uçurumu daha da derinleştirdiği bir dünyada, ulusal ve uluslararası boyutta çevre sorunları giderek daha da çözümsüz bir hale gelecektir.
Türkiye, 1992 tarihli Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne 2003 tarihinde ve 1997 tarihli Kyoto Protokolü’ne 2009 tarihinde taraf oldu. İklim değişikliğini ve küresel ısınmayı ele alan uluslararası Kopenhag Zirvesi ise 7-19 Aralık 2009 tarihleri arasında gerçekleşti. Zirvede küresel sıcaklık artışının iki dereceyle sınırlandırılması şeklinde bir mutabakat ortaya çıktı ama ülkeleri bağlayıcı salım değerlerinin belirlenmesi daha sonraya bırakıldı. Hukuksal açıdan bağlayıcılığı olmayan mutabakat metninde, sadece sera gazı salımlarında önemli ölçüde kısıtlama yapılması gereği belirtilirken, gelişmekte olan veya azgelişmiş ülkelere yapılabilecek parasal yardım ile teknoloji ve kapasite geliştirme desteğine de yer verildi. Bu çerçevede Türkiye’ye düşen görev, insanlığın önemli sorunlarından biri olan iklim değişikliği ve küresel ısınmayla ilgili olarak ülkenin olanaklarını ve çıkarlarını ön planda tutarak değerlendirmek, gerçekten yardım veya destek gereksinimi duyulacak konuları belirlemek olmalıdır.
Yavaş şehir
Dünyada “hızla” yayılan “yavaş şehir” hareketi belki çevre sorunlarına bir çözüm olabilir. Yavaş şehrin başlıca ilkeleri; “gürültü kirliliğini ve trafiği kesmek, yeşil alanları ve yaya bölgelerini arttırmak, yerel üretim yapan çiftçilerle bu ürünleri satan işyerleri ve lokantaları desteklemek ve yerel estetik öğeleri korumak” olarak sıralanabilir. Çevreyi, kültürü, tarihi, yerel tatları koruyan, kaliteli bir yaşamı destekleyen yavaş şehirlerin çoğalması dileği ile…
Dr. Hüseyin GÜNERHAN Ege Üniversitesi Çevre Merkezi Müdür Yardımcısı