Cemil Bayık: PKK silah bırakmaz

Terör örgütü PKK'nın Paralel devlet yapılanması KCK'nın Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, çözüm süreci, silah bırakma ve seçimlerle ilgili iddiaları değerlendirdi.

cumhuriyet.com.tr

Terör örgütü PKK'nın en önemli ismi olan Cemil Bayık Evrensel gazetesinden Hüseyin Deniz ve Fatih Polat'a verdiği röportajda çözüm sürecine dair önemli açıklamalar yaptı. Silah bırakma ve geri çekilme iddialarını kesin bir dille yalanlayan Bayık, HDP'nin genel seçimlere kesinlikle parti olarak girmesi gerektiğini söyledi. Bayık CHP ile bir ittifak arayışının yanlış olduğunu vurgularken Abdullah Öcalan'ın hazırladığı müzakare taslağına seçim öncesi net bir yanıt gelmemesi durumunda savaşın başlayacağını söyledi.
 
İşte Bayık'ın açıklamalarından çarpıcı bölümler:
 
"SEÇİM ÖNCESİ MÜZAKARE BAŞLAMAZSA BU SAVAŞ HAZIRLIĞIDIR"

Bu seçimlerde önce müzakereler olacaksa da, olmayacaksa da bunun netleşmesi gerekiyor. Müzakere olacaksa da, bunun tamamlanması gerekiyor. Öyle müzakereye başlayıp, zaman yetmedi, seçimlere girdik, artık seçim ortamında müzakere yapılamaz, seçimlerden sonraya kalsın, biçimindeki bir yaklaşımı biz kabul etmiyoruz. Eğer müzakereyi kabul etmezlerse veya kabul ederler ama o takvimlere göre yürütmezlerse bir politik oyalama, bir aldatma olarak değerlendireceğiz ve bunu aynı zamanda bir savaş hazırlığı olarak değerlendireceğiz. Ona göre de tutumumuzu çok net kamuoyu ile paylaşacağız.
 
"PKK'NIN SİLAH BIRAKACAĞI HİÇ BİR KOŞUL YOKTUR"

Hükümete yakın gazetelerde, “PKK mart sonuna kadar silah bırakacak, MİT toplayacak” diye haberler çıktı. Burada birinci ağızdan soralım, PKK açısından şu an itibarıyla silah bırakma diye bir tartışma var mı?
Hayır, hayır. Böyle bir tartışma yoktur, olamaz da. Biz müzakere taslağını görüşmeden, belirlediğimiz tarihlere göre sonuçlandırmadan, bu konuda anlaşmadan kesinlikle silah bırakmayız. Silah bırakacağımız hiçbir koşul yoktur. Hangi sorun çözüldü ki biz silah bırakalım. Ayrıca DAİŞ’in (IŞİD) vahşi saldırıları da var, halkımızın üzerinde. Bunu dünya alem görüyor. Peki bu ortamda biz nasıl silah bırakabiliriz? DAİŞ saldırılarının arkasında Türk devleti var, biz bu koşullarda nasıl silah bırakacağız? Silah bırakmak demek, teslim olmak demektir. Ölüm demektir. Hiç kimse bizden bunu isteyemez. Bırakalım silah teslim etmeyi, geri çekilme bile olamaz. Biz geçmişte geri çekilmeler de yaptık. Defalarca bunu yaptık. Bütün bunları sorunun demokratik siyasal çözümü için yaptık. Bu konuda Türkiye toplumuna karşı sorumluluk duyduğumuz için yaptık. Yine devlet ve hükümete güven vermek için yaptık.
 
Bunların hiçbiri çözüm yönünde kullanılmadı. Aksine hareketin tasfiye edilmesi yönünde kullanıldı. Artık Kürt sorununun demokratik siyasal çözümü gerçekleşmeden ne silah bırakılabilir, ne gerilla mevzilerini terk edebilir.
 
"ASLA HÜKÜMETE BÖYLE BİR SÖZ VERMEDİK"

Hükümet son dönemde geri çekilmenin gereğinin yapılmadığına dair söylemlerde bulunuyor. Böyle bir söz verildi mi?
Bu tamamen kamuoyunu, halkı aldatma amaçlıdır, başka bir şeyi ifade etmiyor. Biz ne öyle sözler verdik, ne de Türk devleti ve hükümetinden Kürt sorununun demokratik, siyasal çözümü yönünde adımlar gördük. Dünyada hiçbir hareketin atamayacağı adımları tek başımıza attık. Dünyada savaşan bütün güçler üçüncü bir taraf olmadan, üçüncü tarafın sorumluluğu altında uzlaşmadan herhangi bir şey imzalamadan tek adım atmazlar. Dikkat edilirse biz elimizdeki esirleri bıraktık, herhangi bir anlaşma yok. Biz ateşkes ilan ettik, herhangi bir anlaşma imzalama yok. Biz savaşı durdurduk, dünyanın şahitliği önünde artık sorunu siyasal yöntemle çözmek istediğimizi söyledik, bir anlaşma imzalama yoktur. Biz gerillayı kendi mevzilerinden çektik güneye getirdik, önemli bir gücü çektik getirdik herhangi bir anlaşma imzalama yoktur. Dünyada hiçbir hareket bunu yapmamıştır, yapmaz. Bütün bu adımları atabilmesi için üçüncü tarafın gözetiminde anlaşmalar yapar, imzalar o zaman bu adımları atar. Peki biz bu adımları attık da Türkiye hangi adımları attı bunun karşılığında? Biz Barış Grupları gönderdik. Önder Apo şimdi bunun özeleştirisini veriyor, diyor ki, ‘Ben bunu bir anlaşma imzalama ile yapmalıydım. Yapmadım. Onun için bu hatalı bir dutumdu, bunun özeleştirisini veriyorum’ diyor.
 
Peki Hükümet bütün bunların karşısında ne yaptı? Cezaevlerinde hasta döşeğinde olan insanları bile bırakmadı. Ki bu ahlaki, insani bir sorundur. Ahlaki ve insani olan bir adımı bile atmayan Türk devleti ve hükümeti bizden kalkıyor, ‘Sözler verdiler, sözlerinin gereklerini yerine getirmediler’ diyor. Kürt kamuoyunu, Türkiye kamuoyunu çözüme inandırabilecek hangi pratik adımları attılar? Söylemin dışında ne yaptılar? Hükümet soruna hep terör sorunu olarak baktı. Hep şu tezi işledi. Türkiye’de Kürt sorunu yoktuk. PKK bu sorunu yaratmıştır. Bazı dış güçler var, Türkiye’nin gelişmesini istemiyor, PKK ile de Türkiye’yi tahrip ediyor, bizim karşımızda terörizm var, biz terörizm ile mücadele ediyoruz, dediler. Onun için de hep savaşla sorunu çözmek istediler. Sorunu hiçbir zaman siyasal bir sorun olarak gündemlerine almadılar, onun için müzakere yönünde adım atmadılar. Hükümet bizim müzakere için attığımız tek yanlı o görkemli adımları, oluşturduğumuz müzakere zeminini hep iktidarı için kullandı, hep seçim kazanmak için kullandı. Her şeyi buna kurban etti. Artık buna müsaade etmeyeceğimiz bilinmelidir.
 
"SEÇİMLERE KESİNLİKLE PARTİ OLARAK GİRİLMELİ"

Buradan seçimlere geçersek, seçimlere nasıl girilmesi gerektiğine dair iki görüş var. Bir, HDP’nin parti olarak seçime girmesi. Kürt hareketinden de böyle bir eğilim yansıyor. Bir de risk alınmamalı ve bağımsız girilmeli diyen görüş. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Şimdi çeşitli güçler ne düşünür bilemem. Ama biz PKK olarak seçimlere bağımsız adaylarla girilmesini kesinlikle yanlış görüyoruz. Çok geri bir adım olarak görüyoruz. Bu Türk devletinin ve iktidarının istemidir. Bağımsız adaylarla girilirse belki diyelim 40 milletvekili parlamentoya girebilir. Belki bazılarının istemleri yerine getirilmiş olabilir. Biz şunun veya bunun parlamenter olması için mücadele etmiyoruz. Biz Türkiye’nin demokratikleştirilmesi ve buna bağlı olarak Kürt sorunundan tutalım, Alevi sorununa kadar çeşitli halkların sorunlarına kadar, tüm bu sorunların çözümü için mücadele ediyoruz. Bu açıdan Önder Apo’nun geliştirdiği bir proje var Türkiye’de. HDP projesi. Bu herhangi bir parti, bu partinin seçimlere girmesi, milletvekilleri parlamentoya taşınması anlamına gelmiyor. Eğer böyle anlaşılırsa o çok sığ bir yaklaşım olur. HDP projesi Türkiye toplumunu, demokratikleştirmek isteyen bir projedir. Devletinden toplumuna kadar, siyaseti demokratikleştirmeyi hedefliyor. Bu açıdan seçimlerde bağımsız adaylarla değil, HDP ile girilmesi gerekiyor. Bu projeden geriye adım atılmaması gerekiyor. Türk devleti, hükümeti çeşitli çevreler, bu projeyi boşa çıkarmak için bağımsız adaylarla girilmesi gerektiğini empoze etmeye çalışıyorlar. Hatta, ‘Barajın altında kalınabilir, milletvekillikleri kaybedilebilir, Kürtler bir mevzi kazanmış parlamentoda, onu kaybedebilirler’, sürekli bu düşünceyi işliyorlar.  Bununla da milletvekilliği yönünde eğilimi olanların, bu eğilimlerini güçlendirmeye çalışıyorlar. Bugün Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, Kürdistan’da yaşanan gelişmeler, Türkiye’de yaşanan gelişmeler dikkate alındığında yaşanan bir devrim durumudur. DAİŞ’in saldırılarıyla bu devrimci durum daha da öne çekilmiştir. Şimdi devrimci hareket, sosyalist hareket, demokrasi hareketi bir hamle içindedir. Onun için demokratik siyasetin de buna paralel yürümesi gerekiyor. Eğer demokratik siyaset buna paralel yürümez ise, eskiyi tekrarlarsa o zaman demokratik siyaset bu devrimci hamleyi geriye çekmiş olur. Bu tehlikeli bir durum ortaya çıkarır. Onun için bağımsız adaylarla girmek, geçmişte olabilirdi, bu geçmişin şartlarında olmuştur. Ama şartlar şimdi çok değişmiştir. Değişen bu şartlarda bağımsız adaylarla seçimlere girmek artık çok geri bir durumu ifade eder. Bu bir tasfiyeyi ifade eder. Devrimci duruma karşı tasfiyeyi dayatmak olur ki, bu kabul edilemez.
 
"CHP İLE BİR İTTİFAK ARAYIŞINA GİRMEK YANLIŞTIR"

Bu müzakere sürecinde CHP’nin son dönemki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ile MHP bir ittifak yaptı. Bu ittifak bunlara kaybettirdi. Hem MHP’dekilerin bir kısmı, hem CHP’dekilerin bir kısmı oy vermedi. Bundan sonuçlar çıkarılması gerekiyor. Türkiye’deki demokrasi güçlerinin, solun CHP ile bir ittifak arayışına girmemesi gerekiyor. İttifak politikasını devlet dışı güçlere dayandırması gerekiyor. Muhalif güçlere, demokrasi güçlerine, sosyalist güçlere, demokrat Müslümanlara, Alevilere, benzer kesimlere dayandırması gerekiyor.
 
"AKP İLE CEMAAT ARASINDAKİ MÜCADELE SÜRECEK"

Gülen Cemaati’ne yakınlığı ile bilinen medya gruplarına bir operasyon oldu. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gülen hareketi ile AKP’nin belirli bir sürece kadar ittifak yaptığı biliniyor. Ve bunların iktidarlara nasıl taşındığı ve ne amaçla taşındığı da biliniyor. Türkiye bir model yapılacaktı Ortadoğu için. Çünkü bir NATO ülkesi. Kapitalist modernist güçler, bu model ülkeyi güya Ortadoğu’ya dayatacaktı. İktidar İslamı dediğimiz İslamı egemen kılacaklardı, böyle bu temelde dizayn edeceklerdi. Ama işler umulduğu gibi gelişmedi. AKP bu desteği alarak kendi iktidarını güçlendirmeyi ve bunun üzerinden de Ortadoğu’daki hegemonyasını geliştirmeyi amaçladı. ABD’nin, AB’nin, NATO’nun desteğini bu temelde kullandı. Bununla da AKP; NATO ve AB ülkeleriyle de çelişti. Dikkat edilirse, iktidara taşıyan güçler bu durumu görünce büyük rahatsızlık duymaya başladı, desteğini kesti. Onun için Türkiye uluslararası alanda yalnızlaştı. Bu döneme kadar, AKP-Fethullah ittifakı söz konusuydu. Bu ittifak iktidar olmak ve Türkiye’ye hakim olmak istedi. İkisinde de iktidar anlayışı olduğu için, iktidar hedefi olan güçler ittifaklar yaparlar, ama iktidara oynadıkları için de bu ittifakı belli bir yere kadar yürütürler. Ondan sonra, birbirleriyle de iktidar mücadelesine girerler. Hem kendilerine karşı olan güçlere karşı ittifak ettiler, hem de birbirlerini kullanmaya çalıştılar. AKP Fethullah Gülen’i daha çok Kürdistan’da kullandı. Fethullah Gülen hareketini yıpratmak istedi Kürdistan’da. Kürtlerin tepsini de Fethullah Gülen hareketine yöneltmek istedi. Kendisinin atacağı bütün adımları Fethullah Gülen’e yaptırtarak, bir taşla iki kuş vurmak istedi. Burada da sonuç alacağını tahmin etti. Fethullah Gülen ise, Kürdistan’daki mücadeleyi yürüterek bu mücadelede sonuç alacağını düşündü. Kürdistan’da mücadeleyi yürütüp sonuç alan güç, Türkiye’de iktidara gelir. Bitiremeyen kendisi biter. Bunun örneği Çiller’de de görüldü.
 
Belki AKP Fethullah Gülen hareketine karşı belli adımlar attı. Ama hala bu mücadele sonuçlanmış değil. Fethullah Gülen hareketinin hangi tarihten örgütlenip geldiği biliniyor. İlk Komünizmle Mücadele Derneğini kuran odur Erzurum’da. O tarihten beri bir örgütlenmesi var. Sovyetler’e karşıydı. Sosyalist harekete karşıydı, Sovyetler’in dağılmasından sonra NATO yeni bir strateji geliştirdi. O hareket de o yeni stratejiye göre kendisini düzenledi. AKP, daha sonra ortaya çıkan bir hareket. Ama ikisi de iktidar İslamı hedefliyor.
 
Kendilerine karşı olan güçlerle mücadelede başarılı olmak için, bir dönem ittifak yaptılar. Birbirlerini kullandılar. Yapmak istediklerini birçok şeyi birbirlerine yaptırmaya çalıştılar. Birbirlerini yıpratmaya çalıştılar. Öyle bir noktaya geldi ki, artık çatışma kaçınılmaz hale geldi. Fethullah Gülen hareketi bir hamle yapmak istedi, AKP’nin etkisiz kılmak ve iktidarı tümden ele geçirmek için. Onda başarılı olamadı. Hamlesi en çok da MİT Müsteşarına yönelikti. Orada başarılı olsaydı, Erdoğan’ı hedefleyecekti ve iktidarın tümünü ele geçirecekti. Ama burada sonuç alamadı. Sonuç alamayınca, AKP bu sefer üzerine gitti ve bu süreç halen devam ediyor. Son yapılan operasyon da bununla bağlantılı.