Celalettin Can'a mektup: 'Aslında bir tek sen oku istemiştim'

Cezaevinde sesini duyurmak isteyenler engellerle karşı karşıya. Cumhuriyet içeridekilerin sesi olmaya devam ediyor... Roza Erdem, Celalettin Can'a yazdı.

cumhuriyet.com.tr

Birkaç gün önce annem heyecanla sana mektup yazabileceğimi haber verdi. Sevindim, tabii yazacağım dedim. Bugün tekrar aradı ve mektup almana izin verilmediğini söyledi. Ama bir yol varmış. Cumhuriyet gazetesinde yayımlanacakmış sana gelen mektuplar. Gazete okumana izin verildiği için mektubumu da bu yolla okuyabilirmişsin. Gazetede yayımlanacak bir mektup! Ama ben o mektubu sadece ona yazacaktım!

Şu anda masamın başına oturmuş sinirden boşanmak üzere olan gözyaşlarımı tutmaya çalışıyorum. Cezaevinde olan birine daha iyi şeylerden bahsetmem gerektiğini bilen biri olarak yetiştirildim. Bazen ne yazık ki öyle oldu diyorum. Vaktinden erken o kadar çok hassasiyete sahip olmak, genç yaşta daha fazla beyaz saça sebep oluyor. İçeride de daha fazla kırgınlığa.

Sonra aklıma ne geldi dersin? Annem ve babamın cezaevinden üstlerinde kırmızı bir “GÖRÜLDÜ” damgasıyla gönderdiği mektuplar. Ve daha sonra her ikisi de cezaevinden çıktıklarında bana geri dönen “GÖ- RÜLDÜ” damgalı mektuplarım. İlkokula başlamadan önce çizdiğim resimlerin, yazmayı öğrendikten sonra o kargacık burgacık yazımla yazdığım çocukça mektuplarımın üstünde. Annem ve babamın birbirlerine yazdıkları “Ciğerparem...” diye başlayan mektuplarının üstünde. Ablamın mektuplarının üstünde… En çok bu dokunuyor bana. Annem ve babam cezaevine girdiklerinde ben onları tanımıyordum bile. Ama ablam onlarla yaşamış, kokularını tanımış, seslerini ezberlemişti. Onlar cezaevine girip de ablam teyzemle yaşamaya başladığında görüş günleri teyzemin getirdiği kirli çamaşırları koklayarak onları bulmaya çalıştığını düşünmek, annem ve babamdan gelen mektupları okurken içinde onların seslerini duyabildiğini bilmek, yokluklarını ne kadar çok hissettiğini anlamaya çalışmak bana hâlâ dokunuyor. Küçük kızım demek istiyorum, küçük kara kızım, hepsi geçecek. Önce cezaevinden derbeder çıkmış anne ve babana ana babalık yapacaksın. Onları büyütüp yaralarını iyi edeceksin. Ama iyi edemediğin zamanlar da olabilir, kabul et. Sonra kendin geleceksin aklına. Ve bu sefer o güne kadar olan Deniz’in kalın, sert derilerini atıp asıl Deniz’e ulaşmaya çalışacaksın. Ve o kadar güçlü, öyle tutkulu olacaksın ki bunu yapmakta, kimse önünde duramayacak, başaracaksın.

Anlayacağın, GÖRÜLDÜ Celalettin Abi, hem de çoktan GÖRÜLDÜ. Cezaevine gönderdiğim ilk mektubumla birlikte zaten görülmüştü. Şimdi sadece askerler görmese ne olacak ya da cezaevi görevlileri, varsın herkes görsün. Ben utanacak değilim ya, onlar utansın.

İtiraf etmem gereken bir şey var: Ben senin bir daha cezaevine girebilme ihtimalini asla tutmamışım aklımın bir köşesinde. Yani sen zaten o kadar çok kaldın ki orada, sıranı savdın, bir daha almazlar seni diyormuşum içimden. Bu adaletsiz işte bile adalet aradığıma şaşırıyorum. Üstelik çarpık bir adalet. Daha ne bekliyordum ki?

Sen cezaevine tekrar girdiğinde, içimde cezaevinden daha önce çıkmış herkes tekrar girdi içeri. Üzgünüm, hem de çok. Çünkü 19 yıl yatmıştın içeride. Ben seni tanıdığımda 19 yaşımdaydım. Benim o güne kadarki ömrüm, senin ömrünle cezaevinde geçmişti. Yanımda çocukluk arkadaşım Selvin vardı. Kahvaltı ediyorduk. Sen öyle enerjiktin, o kadar çok şey anlatıyordun ve bunu öyle heyecan verici bir biçimde yapıyordun ki, o güçten etkilenmemek imkânsızdı. Selvin de ben de şaşırmıştık. O kadar yıl içeride kalıp hayatla olan bağını bu kadar sağlam tutabilmen inanılmazdı bizim için.

Sonra inandık, çünkü tutarlılığını asla yitirmedin bu konuda. Hafızamdaki, cezaevinden kırık dökük çıkmış insan suretlerini değiştirdin. Dayanışmadan bahsettin, 80 darbesini senin gibi yaşamış insanları bir araya getiren bir çatı oluşturulmasına ön ayak oldun, elinizden alınan haklarınızın peşine düştünüz hep birlikte. Hep bir yol buldun, asla durmadın. Yaptığın ve yapamadığın her şey için gurur duyuyorum seninle. Şimdi sırtımı bu bilgiye yaslayabilir miyim? O güçlüdür, inançlıdır, inatçıdır, asla bırakmaz. Bir yanım kesinlikle diyor, ona güvenebilirsin, tıpkı şimdiye kadar güvendiğin gibi. Diğer yanım isyan ediyor. İsyan eden yanımın sebebi sen değilsin, sebep olan yaramazlar kendilerini bilirler.

Bak, bunu belki anlatmamışızdır sana. Bir görüş günü annemi görmeye götürmüşler beni. Aramızda camdan bir duvar. Ellerimizde siyah telefonlar. Annemle, bana sonradan anlattıkları bir sohbet gerçekleştiriyoruz. “Sen ne yaramazlık yaptın da asker abiler seni içeri attılar” diye soruyorum anneme. “Aaa, Roza’cığım” diyor annem “Anneler hiç yaramazlık yapar mı? Asker abiler yaptı yaramazlığı.”

Yaramazlığı başkaları yaptı. Dünya üstünde de bir insanı gerçekten anlayamadan ve sevemeden, kendinden başka birinin kalbine ve hatta kendi kalplerine bile dokunamadan yalnız kalarak cezalarını çektiklerini biliyorum. En kısa zamanda görüşmek ümidiyle...

Kızın Roza Erdem