Çamlıca'ya Büyük Cami!..

cumhuriyet.com.tr

Şimdi İstanbul’un en yüksek tepesine en büyük cami yapılacak! Kahramanmaraş’taki en büyük camiden daha büyük, minareleri Beyazıt Kulesi’nden daha yüksek olacak, her yerden görülecekmiş... Gezegenimiz düz(lem) olsaydı böyle yüksek bir yapı belki her yerden görülebilirdi; ama küresel olan ve iletişim teknolojisiyle küreselleşen ve küçülen, bir “dünya köyü”ne dönüşen dünyamızda bu mümkün değil.

Çamlıca’ya camiyi duyunca, Boğaz manzaralı çay bahçesinde okul arkadaşlarımla, İstanbul’un yedi tepesini göstermek istediğim yabancı konuklar geldi aklıma. Bir de tabii yıllardır eskimeyen neşeli bir şarkının güftesi: Biz Çamlıca’nın üç gülüyüz / Aşk bahçesinin bülbülüyüz.

Sonra, nedense hiç bitmemiş veya bitmeyecekmiş gibi duran TV kulesinin çevresindeki iletişim direkleri kalabalığı. Tepenin görüntüsü değişmeye başladıktan sonra Küçük Çamlıca köyündeki turistik dinlenme ve piknik tesislerini duydum, ama Tepe’ye çıkmadım. Büyük ve Küçük Çamlıca adıyla iki Çamlıca olduğunu biliyorum. Hatta bir bilgi yarışmasında İstanbul’dan Leningrad’a çekilen çizgi üzerindeki en yüksek Dağ’ın Çamlıca Tepesi olduğunu duymuş, atlasa bakmıştım. Gerçekten de o çizgi üzerinde değil bir dağ hiçbir yükselti görünmüyordu. Çamlıca en büyüktü.

İstanbul’a vaat edilen ikinci Selimiye, Ataşehir’in yükselen konutları yanında bodur kalınca, adı “Mimar Sinan” olarak değiştirildi, ama adına layık bir anıt oldu mu? Şimdi İstanbul’un en yüksek tepesine en büyük cami yapılacak! Kahramanmaraş’taki en büyük camiden daha büyük, minareleri Beyazıt Kulesi’nden daha yüksek olacak, her yerden görülecekmiş... Gezegenimiz düz(lem) olsaydı böyle yüksek bir yapı belki her yerden görülebilirdi; ama küresel olan ve iletişim teknolojisiyle küreselleşen ve küçülen, bir “dünya köyü”ne dönüşen dünyamızda bu mümkün değil. Ünlü Giza Piramitleri Kahire’den, Eyfel Kulesi yalnız Paris’ten, Özgürlük Anıtı New York’tan ve benzeri yüksek yapılar ancak inşa edildikleri yörelerden görülebilir. Çamlıca Camii de olsa olsa İstanbul’un “Yedi Tepesi”nden, belki Eyüp Sultan’dan görülebilecektir.

Büyüklük, yükseklik ve yücelikler

Büyük eserler, dünyanın her yerinden görülmezler, ama dünyanın her yanından gelen ziyaretçileriyle büyürler. İstanbul’daki Ayasofya, Hindistan’daki Tac Mahal, Sidney Operası -Nara ve Kamakura’daki Daibutsu- değil, Japonya’nın on bin kişiyle seslendirdiği “Beethoven Korosu” gibi. 1930’larda dünyanın en yüksek gökdelenini gören küçük kız “Daha yüksek yapamazlar mıydı?” deyip başlamış ağlamaya. Nitekim son yıllarda üç katına ulaşıldı. Sonsuzluğa yükselen bir gökkubbe altında insan yapısı anıtlar ne kadar yüksek olabilir ki? Ayasofya’nın mimarları, büyüklüğün ve yüksekliğin göreli olduğunu sezdikleri için, büyük mabede bodoslamadan değil, adım adım büyüyen küçük mekânlardan girmeyi tercih etmişler. Guggenheim Müzesi’ni ziyaret edenler, tersine çevrilmiş bir koninin çatısından aşağıya inerken yakalanırlar mekânın büyüsüne.

Bazen de insanlar küçükleri görmeye giderler. Bir İngiliz kasabasında “dünyanın en temizi” olmakla ünlü küçük kilise, ziyaretçilere şöyle tanıtılır: “Hayatını hayıra hayrata adayan hanım, kasabamızı üne kavuşturdu, ama fani ömrü kiri tozu yok etmeye yetmedi.” Kıssadan hisse: “En büyük”e pek heves etmeyin, öyle bir eser bırakın ki duyanlar, dünyanın her yanından koşup onu görmeye gelsinler. Hiçbir eser dünyanın her yanından görülmez, ama gelip görenler onun büyüklüğünü dünyanın her yerine taşır, dururlar. Büyüğün daha büyüğü, yükseğin daha yükseği, pahalının daha pahalısı daima yapılır. Olimpiyatlar, kırılmaz rekorların kırıldığı görkemli yarışmalardır. Ancak, unutulmaz olanlar büyüklük, yükseklik ve sürat değil; metre, kilogram ve saniye ile ölçülemeyen yüceliklerdir. Ülkelerin insanlık ailesindeki değeri ve sırası yarattıkları yüceliklerle bilinir. Ayasofya’nın, Tac Mahal’in, Sidney Operası’nın mimarlarını ben hatırlamıyorum, gelecekte kimler hatırlayacak? Doğrusu kestiremiyorum.