Çağın Gereği...

cumhuriyet.com.tr

Türkiye’nin hak ettiği çağdaş uluslar topluluğu içinde yer almasının sağlanması bizim toplumsal borcumuzdur. Bu borcun ödenmesinde en büyük sorumluluk fikir üretenlere ve uygulamaları yönetenlere düşmektedir.

Dünya; özellikle son çeyrek asırda, hızlı bir şekilde küresel bir yarışın içine girmiştir. Bu yarış; yeni buluşlar, yeni teknolojilerin keşifleri, bilgisayar alanındaki gelişmeler, nanoteknolojilerdeki inanılmaz buluşlar, uzay çalışmalarındaki hayal gücünü aşan gelişmeler ve benzerleridir. Kısaca, tek kelime ile izah etmek istersek, bu innovation yarışıdır. Diğer bir ifade ile çağımızın adı da innovation ve yeni buluşlar çağıdır. Deyim yerinde ise hemen her gün yeni bir buluş insan yaşamına giriyor ve yaşamın şeklini değiştiriyor. İnsanoğlu istese de istemese de bu değişikliğe ayak uydurmak zorundadır. Sadece ayak uydurmak değil, yarışta yerini almak için bunu algılamak, anlamak ve uygulamak zorundadır.

Bu yarışın bileşenlerinde; Ar-Ge çalışmaları, yetişmiş insan gücü, fiziki altyapı ve ekonomik destek yer almaktadır. Bu bileşenlerin en önde geleni kuşkusuz yetişmiş insan gücüdür. Bu konudaki bütün girdilerin planlayıcısı ve kalitenin yaratıcısı insandır. Kalite kavramının ana girdileri de bu bileşenlerle aynen örtüşmektir. Kalite; kurumsallığını tamamlamış üretim birimlerinin, küresel yarışta ben de varımdiyebilen tüm müesseselerin ve gelişmiş eğitim öğretim kurumlarının sürekli hedefinde olan bir göstergedir. Gerek ulusal ve gerekse uluslararası gelişmiş birimler arasında yer almada belirleyici olan da kalitedir. Kalite, çoklu faktörlerin bir bileşkesidir.

Arzulanan hedefe ulaşmada, gelişmiş ülkelerin izlediği yollardan biri de; yetişmiş beyin gücünü teşvik etmek, ithalini kolaylaştırmak ve sonunda ithal etmektir. Bu yönetim uygulaması, geçmişten günümüze devam eden, gelecekte daha da hızla artacağı tahmin edilen, stratejik bir politikadır. Nitekim gelişmiş ülkelerdeki Ar-Ge kuruluşlarında çalışan akademik, teknik ve idari kadroya baktığımızda bir dünya mozaiği ile karşılaşırız. Bu mozaik farklılığı sadece özel yaşamda gündem konusu olur. Akademik yaşamda ise küresel fikir birliği vardır çünkü ancak bu şekildeki çalışmalarla arzulanan teknolojik gelişme sağlanabilir. Yapılan her bir çalışmanın, diğerini tamamlaması veya ona destek vermesi sonucu, bütünün yakalanması mümkündür.

Teknolojik gelişim dünyanın geleceğine hizmet eden, insanlığın gelecekteki yaşamını belirleyen bir olgu olduğu kadar, aynı zamanda da görünmeyen bir savaştır. Bu savaşın galibi ve mağlubu vardır. Galibi, teknolojik gelişmiş ülkeler, mağlubu da teknoloji fakiri ülkelerdir. Bir başka deyişle; biri idare eden, yönlendiren, imkânlardan daha üst düzeyde yararlanan, diğeri ise idare edilen, yönlendirilen ve verilen direktifleri yerine getirendir.

Hemen burada aklımıza bir soru gelebilir. O da, bu yarışın galipleri zeki insanlar, mağlupları daha az zeki olanlar mıdır? Yoksa mevcut zekâyı geliştiren, ona işlerlik kazandıran, zekânın ve yeteneğin tezahür etmesi için uygun çevre koşullarını sağlayan, eğitim öğretimini şekillendiren ve verimli yönlendiren sistem midir? Elbetteki ikinci maddede belirtilen hususlardır. Bu hususların gerçekleşebilmesi, bilimsel esaslara dayanan eğitim öğretim, araştırma politikası ve insan yönetimini hedef alan toplum mühendisliği ile mümkündür. Kısacası akılcı bir politikadır. Bu; dogmatik düşüncelerden uzak, müspet bilim merkezli, kişi ve grup çıkarlarını gözetmeyen, sürekli kendini yenileyebilen, farklılıkları ve yetenekleri ortaya çıkarabilen, yeteneklere göre öğretimi yönlendiren, bütün bunları sağlayacak objektif düşünceli ve bilimsel gücünü ispat etmiş eğitim kadrosuna inisiyatif veren bir eğitim politikası ile mümkündür.

Yeraltı madenlerinde olduğu gibi zekâ da işlenmeden ürüne dönmez. Nitekim hayat boyunca koyun güden, kendine şans tanıyacak bir eğitim öğretim çevresi bulamamış olan, fakat genetik yeteneği yüksek olan bir insandan bir mucit, bir âlim olması beklenemez. Zekânın ortaya çıkmasını, gelişmesini, şekillenip ürüne dönüşmesini sağlayacak olan eğitim öğretimdir. Aynı çevre koşulları sağlanmamış iki bireyin, zekâ yönünden ayrımını veya mukayesesini yapmak genetik bilimine ters olan bir işlemdir. Burada esas olan önce eşit koşulların sağlanması, sonra mukayesenin yapılmasıdır. Bu prensip bilimsel araştırma yöntemlerinin de temel kurallarından biridir. Farklılıklar elenmeden karşılaştırma yapılamaz. Kanımca ulusal eğitim öğretimin ana hedefi de bu olmalıdır.

O halde, önce toplumun eğitilmesi için ortamın hazırlanması, ardından eğitim öğretimde izlenecek sistemlerin belirlenmesi gerekir. Bu nedenle, gelişmiş ülkelerin öncelikle ağırlık verdikleri konu eğitim öğretimdir. Hiçbir gelişmiş ülke yoktur ki, kalkınmadan önce eğitim sorununu halletmiş olmasın veya eğitim sorununu halletmeden kalkınmış bir ülke olsun.

Gelişmişliğin farklılığı da budur. Eğitimsiz toplumların insanları çağdışı, bilimsel verilere dayanmayan, mantıksal izahı bulunmayan karanlık düşüncelerle boğuşurken eğitimli ülkeler çoktan arayı açmıştır. Çünkü, eğitilmiş toplumlar en önemli yolun müşterek aklı kullanmak olduğunu bilirler. Bunun için başvurulacak yol bilgi yoludur, eğitim öğretimdir. Ne yazık ki, herkesten önce bunu, asrın insanı Atatürk söylemiş ve bizi uyandırmaya çalışmıştır. Ulu Önder Atatürkün; Eğitimdir ki, bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı yüksek bir topluluk halinde yaşatır, ya da milleti esaret ve sefalete terk eder sözü, bütün bu anlatılmaya çalışılanları özet ve veciz bir şekilde ifade etmektedir. Dileriz ki, bir an önce bu önerilere uygun ortam yaratılır, yanlışlar düzeltilir.

Böylece gerekli olan teknolojik buluşların gerçekleşmesi sağlanır, çağın gereğini yerine getiren ülkeler içinde Türkiye de yer alır. Türkiyenin hak ettiği çağdaş uluslar topluluğu içinde yer almasının sağlanması bizim toplumsal borcumuzdur. Bu borcun ödenmesinde en büyük sorumluluk fikir üretenlere ve uygulamaları yönetenlere düşmektedir.

 

Prof. Dr. Mehmet Salih ÇELİKKALE Aydın Ünv. Rektörü