Burada hayat zor abi

Suriyeli çocuklar, İstanbul’un bodrum katlarındaki tekstil atölyelerinin ucuz işgücü oldu. 15-20 lira karşılığında günde 12 saat çalışan çocuklar, gelecek hayallerini kaçmak zorunda kaldıkları ülkelerinde bırakmış. Suriyeli bir çocuk, “Suriye’de 1 kişi çalışırdı, 5 kişiyi beslerdi. Burada çocuklar dahil herkesin çalışması lazım, hayat çok pahalı” diyor.

Ali Çelikkan / Seyhan Avşar

Güneşli’de Halep Sokağı olarak bilinen sokak, İstanbul’un birçok semtinde olduğu gibi tekstil atölyeleriyle dolu. Ünlü markaların etiketlerinin ucuz kumaş parçalarına dikildiği bu atölyeler, Suriye’deki savaştan kaçan çocuklarla dolup taşıyor. Günde 15-20 liraya, 12 saat boyunca çalışan çocuklar, son günlerde gündemde olan ‘vatandaşlık tartışmalarından’ habersiz işten eve, evden işe gidiyorlar...

 

Patron eve, annesi işe gönderiyor

Girdiğimiz ilk atölyede karşılaştığımız Ahmet (11) ve Melik (13), eski dikiş makinelerinin arasında iplikleri ayırıyorlar. 4 ay önce Halep’in yakınlarındaki köyüne Ceyş-el Hür’ün saldırmasıyla evinden olan küçük Ahmet, sonrasında IŞİD’in köyü ele geçirmesiyle göç etmek zorunda kalmış. Afrin’den Hatay’a, oradan da İstanbul’a gelen Ahmet, Güneşli’ye taşınır taşınmaz çalışmaya başlamış. Ayda 500 lira kazanmak için tekstil atölyesine gelen Ahmet’i işvereni 3 kere evine yollamasına rağmen annesi onu her seferinde geri yollamış. İşvereni Ahmet’in annesinin ona söylediklerini şöyle anlatıyor:

‘Bağımlı olacağına çalışsın daha iyi...’ Tekstil atölyesinin bir alt sokağında Suriyeliler için bir okul olmasına rağmen okula gitmek, Türkiye’deki şartlar göz önünde bulundurulduğunda onlar için mümkün görünmüyor. Orada çalışan bir başka Suriyeli, “Suriye’de 1 kişi çalışırdı, 5 kişiyi beslerdi. Burada çocuklar dahil herkesin çalışması lazım, hayat çok pahalı, kiralar çok pahalı, hepimiz gece gündüz çalışıyoruz fakat yetmiyor. Vergi ödüyoruz, şimdi yeni köprü falan yapılmış, onu bile biz ödüyoruz öyle mi? Türkiye’de hayat yok abi” diye konuşuyor.

 

‘Savaş hemen bitsin’

6 ay önce IŞİD’in köyüne saldırmasıyla iki amcasını kaybeden 13 yaşındaki Melik, önce Urfa’ya ardından İstanbul’a göç etmiş. Sabah 8’de işe gelen Melik, 1 saatlik öğle molası dışında bütün gün çalışıyor. Köyüne IŞİD saldırdığında ortaokulu bırakmak zorunda kalan Melik, “IŞİD okulumuzu yıktı. İmkânı olan herkes kaçtı. İmkânı olmayanlar ise geride kaldı. Okumak tabii ki isterim, ama mecburuz. Türkçe öğrenmek istiyorum ama asıl isteğim toprağıma dönmek. Ne olursa olsun ülkeme dönmek istiyorum. Savaş hemen bitsin. Vatanımı, evimi, toprağımı özledim” derken gözleri doluyor.

‘Tek istediğim şey vatanıma dönmek’

Boylarından daha büyük kumaş parçalarının arasında kaybolan, iki kız çocuğu... Buruk ve utangaç bir tavırla işlerini yapıyorlar. Birinin adı Sulin, diğerinin ise Meryem. İkisi, tekstil atölyelerinde çalışan diğer çocuklarla aynı kaderi paylaşıyorlar. IŞİD’in yakıp yıktığı memleketlerinden göç etmiş, tekstil atölyelerinde ‘ortacı’ olmuşlar.

 

‘Hayalim doktorluktu’

Sulin 15 yaşında savaşın zorla olgunlaştırdığı çocuklardan sadece bir tanesi. 2 sene önce Halep’ten göç etmek zorunda kaldıklarını gözleri dolarak anlatıyor. “Evimiz vardı” diyor, “bağımız, bahçemiz vardı..” Şu an ellerinde kalanın “koca bir hiç” olduğunu söylüyor. Sulin, bunların ötesinde, savaşta sevdiklerini kaybedenlerden. 2 dayısını kaybetmiş. Yaşananlara rağmen gözlerinde koca bir umut var Sulin’in... “Hayallerim vardı. En çok istediğim şey bir gün doktor olabilmekti” diyor.

Diğer çocuklar gibi okul konusu açılınca Sulin de pek bir dertleniyor. Hayallerinin yok oluşunu ise şu sözler ile anlatıyor; “IŞİD köyümüze saldırınca babam kadınlarımıza zarar vermesinler diye bizleri önce Afrin’e sonra buraya kaçırdı. Halep’te okula gidiyordum. Hayallerim vardı. En çok istediğim şey bir gün doktor olabilmekti. Şu an burada çalışıyorum. Yoruluyorum çünkü çalışmak çok zor. Burayı ikinci vatanım olarak görsemde tek istediğim şey vatanıma geri dönebilmek.”

Meryem ise 13 yaşında... Kobane’den 1 yıl önce sürüklenmiş buralara. O da tıpkı Meryem ve savaşın yaşamını alt üst ettiği diğer çocuklar gibi yakınlarını kaybetmiş. Meryem, yaşının gereği Sulin’den daha dertli. 13 yaşında günde 12 saat çalışmak zorunda olmanın zorluğundan şikâyetçi. Onun da en çok istediği şey doktor olmakmış, fakat yanı başlarındaki okula gidememesinin burukluğu var Meryem’in üzerinde. Meryem, Türkiye’yi sevememiş çünkü geldiği günden beri karanlık bir tekstil atölyelesinde oradan oraya koşuşturmuş. Ne iki sokak arkadaki okulu görebilmiş, ne de mahalledeki parkı... Ne konuşabileceği akranlar bulabilmiş, ne de yorulduğunda ‘dinlen’ diye bilecek birilerini...

 

'Savaş çıkınca okulu bıraktık'

Bu atölyeden çıkıp bir başkasına giriyoruz, savaş mağdurlarının ucuz işgücüne dönüştürüldüğü bu çatılardan her köşede bir tane var. Bir başkasının içine girdiğimizde üç tane küçük çocuk karşılıyor bizi. Ömer, Apo ve Mahmut, üçü de 12 yaşındalar. Birlikte yukarıya çıkıyoruz ve bize çalıştıkları yeri gösteriyorlar. İki senedir Türkiye’de olan Ömer neredeyse kusursuz bir şekilde Türkçe konuşmayı öğrenmiş.

 

‘Çalışmaya mecburuz’

Kendisi ve minik iş arkadaşlarının adına konuşuyor, “Apo’nun ablası ve küçük kardeşi savaşta ölmüş. Bizim de akrabalarımız öldü. İlkokuldaydık ama savaş çıkınca hepimiz okulu bırakmak zorunda kaldık. Önce Antep’e, oradan da İstanbul’a geldik...” Onların fotoğraflarını çekerken gözleri doluyor Ömer’in. Hayatlarının bu şekilde resmedilmesi belli ki üzüyor onu. “Mecburuz” diyor Ömer, bu sahte markalı kıyafetler arasında çocukluklarını harcamaya mecburlar mı gerçekten? Dünya hakkında öğrenecekleri o kadar çok şey varken onlar sadece savaşı, acıyı ve hayatta kalmak adına çalışmayı öğreniyorlar.

 

Suriyeliler hakkındaki anketlerden haberi yok

Türklerle ilişkilerini soruyorum Ömer’e. Cumhurbaşkanı’nın vatandaşlık ile ilgili açıklamalarından sonra ortaya çıkan tepkiler, yapılan anketler Türk halkının Suriyelileri istemediği yönünde. Onun bunlardan haberi yok elbet, ama nasıl hissediyor? Dışlanıyor mu? Hayır, ayrımcılık hissetmiyor, birlikte futbol oynadığı mahalle arkadaşları var.