Bu salgından maske korur mu?

Günce okuyorum sıkça. Bireyin gözünden tarih anlatısı, hele de yakın zamanları, okumak iyi geliyor. Dağ gibi biriken kitaplar arasından bir ev yaptım kendime. Belki de gömüttür bu. İzolasyon diye bağırıyorlar ya, insanlardan korunmak gerek! Yaygın cehaletten maskeyle de korunmaz ki!

Enver Aysever/Kurşunkalem


1-Gece gündüz birbirine karıştı. Rüya nerede başlıyor, gün nerede bitiyor belli değil. Doğru tarif “kâbus” günlerinde olduğumuzdur. Karamsarım, tersini hissedip “güzel günler göreceğiz çocuklar” diye gevezelik edenlere sinirleniyorum. Çok meseleye, kişiye sinirliyim, karamsarım. Güneş yüzünü gösteriyor bazen, hani gülümsemek, ona tutunmak istiyor insan, doğrusu sahte buluyorum bu sevinci. Nisan geldi. Baharın en güzel günleri; ne çok soğuk, ne çok sıcak... Yaşam sevinci olmalı değil mi? Yok, günler birbirine benzeyerek akarken, bir yandan salgının getirdiği yükler, öte taraftan geleceksizlik bastırıyor yüreğe; nefes almak imkânsız gibi. Dün yüzümde hekim maskesiyle alış verişe çıktım, boğuluyorum sandım. Artık hakikat bu, nefes alırken boğulacağız.


2-Siyaset benden/bizden bağımsız kendi gündemini sürüyor. Uzakta bir meclis var; üyeleri el kaldırıp indiriyor, hakkımızda karar alınıyor. Virüs bu kadar can yakmaz, buna katlanmak zor. İçişleri Bakanı istifa etti, Cumhurbaşkanı kabul etmedi. Otuz dört bin tweet atılmış kısa sürede. Ben sustum. İstifa da, reddi de şaşırtmadı beni. Neden buna sevinir, üzülür insanlar anlamadım. Sokağa çıkma yasağı bitiminde balkonlardan alkış ve silah sesleri yükseldi. “Ne oldu?” diye baktım, meğer Süleyman Soylu için kutlama, uyarı her neyse oymuş.


3-Aniden sokağa çıkma yasağı ilan edildiği gün millet akın etti fırınlara, marketlere. Resmi ağızlar 250 bin kişi diye açıklama yaptı. Fazlası vardır, azı yoktur. Artık salgın çemberi iyice daraldı. Er ya da geç virüsle tanışacağız. Alışveriş için birbirini ezenler, sopalarla saldıranlar, yüzlere tükürük saçanlar ardı ardına belirdi ekranlarda. Felaket büyüyor. Bilim Kurulu üyeleri suskun! Nasıl uyuyorlar acaba? Ne konuşuyorlar aralarında bilmiyoruz. Sanki herkes yazgısına terk edilmiş gibi. Bir yandan işten çıkarılan insanlar, çaresiz; öte yanda, güç bulduğu işini kaybetmesin diye ölüm dansını sürdüren çaresizler. Yazarken, mürekkepten kan akıyor sanki. “Karamsarım” derken bir duyguyu ifade etmiyorum, tersine, gerçekleri söylüyorum.


4-Bilimcilerle konuştum. Korona günleri en az bir yıl daha sürecek. Bu süreçte belki bazı meslekler ortadan kalkacak, işlevini yitirecek. İtalya: “Aşı ya da ilaç bulunmadan tiyatrolar, operalar perde açmayacak” türü bir karar aldı. Sanatçılar ne yapacak? Güvencesiz çalışan, günlük geliriyle yaşamını sürdürenlere ne olacak? Acayip günler, yıkıcı. İkinci Dünya Savaşı benzeri koşullar olduğu söyleniyor. Daha da artacak ağırlık. Mahpushaneler boşalıyor. Uzun süre öyle tutmazlar. Kimleri tıkacaklar içeri? Ağır yara alacak özgürlükler. Sahi öncelikler değişince, kim özgürlükten, sanattan söz açacak ki?


5-Parayla baharı satın almak mümkün değil. İnsan alışkanlıklarını gözden geçiriyor. Modern yaşamın dayattığı ne varsa, yerle bir oldu. İnsan yüz yüze ilişkiyle soluk alabilen bir varlık. Sokaklar boşaldıkça, evlerde yalnızlık büyüyor; her kişi, diğerinden kuşku duyar halde: “Virüslü mü değil mi?” Bu düşünce, dürtü belki, yerleşti bir kez. Kim karar verecek, ilan edecek: “Tamam bitti, virüsü yendik” diye açıklayacak. Kanun hükmünde kararnamenin gücü buna yeter mi ki? İnsan elini ayağını çekince hayvanlar neşeyle davranır oldu. Venedik’te su daha temiz akıyor, görüyoruz fotoğraflardan. Bu bile önemli işaret değil mi? Eskiden dünyayı gezme düşü kuran bir arkadaşım şöyle yazdı: “Tanrım mahalleyi gezsem yeter”


6-Sosyal medya hesaplarından söyleşi yapanlara bakıyorum. Çağı anlama kaygım var ya, izliyorum bazen. Cehalet, yeteneksizlik ne büyükmüş meğer. Şöhretlerini gömüyorlar. Yemek yapanlar, dedikodu edenler, boş sözler etrafında dolanarak zaman öldürüyorlar. Ölen zaman! Biricik ömrü böyle hovardaca harcamak, niye? “Kişi kendini bilmeli” düsturundan haberleri yok demek. Gerçi her şeyi alkışlayan kalabalıklar, bunun ayırdında mı, emin değilim. Bir başka karamsarlık nedeni de bu cehalet salgını. İçinde bulunduğumuz durumu tam kavrayamayanlar pek çok. Eve kargo yoluyla etek, pabuç, kozmetik ürün sipariş edenler var hâlâ. Yaman çelişki! Oysa ölüm hemen kapıda...


7- Gece gündüz iç içe, hangisi diğerinden önde kestiremiyorum. Döngü elbette, yine de sıra arıyor insan. Büyük “ev hapsi”, insanlık balkonlardan, pencerelerden ses vermeye çalışıyor. Sosyal medyada olur olmadık biçimlerde koyuyor kendini ortaya. Belki “ifade özgürlüğü”ne katkısı olur bu sıkışıklığın, diye umuyorum. Karamsarım, kimseler özgürlük gününde bu zamanı anmayacak bile. Umursamaz, vurdumduymaz insanlar arasında tuhaf hissediyorum kendimi. Kitaplara sığınıyorum. Günce okuyorum sıkça. Bireyin gözünden tarih anlatısı, hele de yakın zamanları, okumak iyi geliyor. Dağ gibi biriken kitaplar arasından bir ev yaptım kendime. Belki de gömüttür bu. İzolasyon diye bağırıyorlar ya, insanlardan korunmak gerek! Yaygın cehaletten maskeyle de korunmaz ki!

Kapak fotoğrafı: Vedat Arık