'Bizi de Fazıl Say!..'

Opera Meydanı’nda Mustafa Balbay’ın hücresi bire bir ölçekte kurulmuş... Frankfurt Operası’nda Fazıl Say’ın “Nâzım Oratoryosu” yükseliyor. İzleyicinin coşkusu karşısında Genco Erkal da coştukça coşuyor. Konser sonrası gençler Opera Meydanı’nda bir ağızdan tempo tutuyorlar: “Bizi de Fazıl Say1 Bizi de Fazıl Say!”

Zeynep Oral/Cumhuriyet

Hayat korkunç! Hayat muhteşem! İnsan, yeryüzünün en vahşi, en acımasız yaratığı! En harikulade, en yaratıcı olan da! Frankfurt’tayım ve birkaç saat arayla cehennemle cennet arasında gidip geliyorum!

Kentin orta yerinde Opera Meydanı’nda, Mustafa Balbay’ın tecritte olduğu dönemdeki hücresi bire bir ölçekte kurulmuş! Tıpatıp aynısı: 6 metrekare! Millet kuyruğa girip içini görüyor. Buradaki insanların aklı almıyor Türkiye’de yaşananları. Hücrenin çevresinde, pankartlar, çiçekler ve Balbay’a mektuplar… Ziyaretçilere Balbay’ın “Yargıtatör” kitabının Almancası dağıtılıyor. Almanya’dan ve Türkiye’den milletvekilleri, sanatçılar… Tek konuşmacı var: Gülşah Balbay. Yaşadığımız süreci anlatıyor. Yanında Yağmur. Ana kız metanet, azim ve cesaret örneği… Dinmeyen bir umutla yalnız kendi yaşadığı değil, Türkiye’de binlerce ailenin yaşadığı haksızlığa ve hukuksuzluğa vurgu yapıyor.

Almanya Sosyal Demokrat Halk Dernekleri Federasyonu’nun (HDF) on kitle örgütüyle düzenlediği bir etkinlik bu… Amaç: Hangi görüşten olursa olsun, gazetecilik yaptıkları için tutuklananlara; düşünce ve ifade özgürlüğüne dikkati çekmek.

Frankfurt’ta, Opera Meydanı’nda saat 16.00. Türkiye’deki hukuksuzluk cehenneme dönüşüyor.

 

‘Yıkan da yaratan da biziz’

Aynı kent, aynı meydan… Saat 20.00’ye yaklaşırken, telaşlı adımlar çoğalıyor… Bu kez kalabalık o görkemli opera binasından içeri akıyor…

2 bin 500 kişilik muhteşem bir salon. Tek boş koltuk yok. Sahnede Wuppertal Senfoni Orkestrası ve Wuppertal Opera Korosu yerini aldı. Solistler yerlerini aldı. Fazıl Say, piyanosunun başına geçti. Şef İbrahim Yazıcı ellerini, orkestraya ya da gökyüzüne uzattı… Ve Anadolu’dan esen bir rüzgâr bizi sarmaladı. Tanrı’nın ölümlü kulları olarak soluğumuzu tuttuk… Nâzım’ın dizeleri, Fazıl’ın müziği… Artık cennet yeryüzündeydi!

“Nâzım Oratoryosu”nu bugüne değin çok dinledim. İstanbul, Ankara, Aspendos, Efes Antik Tiyatro ve Moskova’da... Ama dün akşamki farklıydı. Belki de bugüne kadarkilerin en görkemlisiydi.. Salonun özellikleri, olağanüstü akustik, Alman orkestra, Alman koro, Alman bariton Thomas Laske… Elbet Türkçe söylüyorlardı: Gerek koro gerek solo tüm Türkçe dizelerin Almanca çevirisi, arkadaki dev perdede Almanca üstyazıyla geçiyordu. Üç küçük solist çocuk da Alman ve Uzakdoğuluydu.

 

Hasret, tutku, insanlık onuru

Ama belki de en büyük fark dinleyicinin olağanüstülüğüydü. Hasret, özlem, tutku, kıvanç, insanlık onuru… Tümünü yüklenip gelmişlerdi. Genco Erkal’ın yorumladığı her şiire anında tepki veriyorlardı. İzleyicinin coşkusu karşısında Genco Erkal da coştukça coşuyordu!

Soprano Banu Böke, benim için yeni bir keşif oldu. Wuppertal Operası solisti (daha önce Köln Operası’nda çalışmış, belli başlı önemli roller oynamış) sıcacık sesiyle dinleyici büyüledi.

İbrahim Yazıcı orkestrayı kanatlandırdı. Fazıl Say, piyanosuyla bütünleşen afacan bir çocuk gibiydi. Konserin her anı sonsuz bir yoğunlukta, derinlemesine yaşanıyordu. (Konser sonrasında Fazıl Say da “Benim için en güzel Nâzım oratoryolarından biriydi” diyecekti.)

 

‘Tüm salon ayağa fırladı’

“Nâzım Oratoryosu” yine Anadolu’dan esen rüzgâr sesiyle sona erdiğinde tüm opera salonu ayağa fırladı, alkış kesilecek gibi değildi… Ben bütün gün yaşadıklarımı düşünüyordum:

Gecenin açılışını Frankfurt Belediye Başkanı Peter Feldmann yapmış, Fazıl Say’a teşekkür etmişti. Alkış bitmiyordu. Bu geceyi gerçekleştiren Hessen Türk Toplumu’ydu. Kuruluşunun 20. yılını Fazıl Say’a onur ödülü ve bu konserle kutluyorlardı. Bir avuç insanın sonsuz çabası ve fedakârlığıyla… Başkan Erhan Songün’ün deyişiyle tek tük sponsorluk, birkaç da küçük bağış dışında, bu iş bilet satışlarıyla karşılanmıştı. Alkış bitmiyordu…

Neden sonra ortalık durulup salon boşaldığında Opera Meydanı’nda bir türlü dağılmayan gençler bir ağızdan tempo tutuyorlardı: “Bizi de Fazıl Say! Bizi de Fazıl Say!”… Bilmem Türkiye’den duyan oldu mu?

Balbay’ın hücresinden, “Nâzım Oratoryosu”na uzanan süreçte Şair çok haklıydı. Tıpkı o gün gibi bugün de: “Yıkan da, yaratan da biziz / yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada.”