Bize yeni şarkılar yazıyor olabilirdi

Gülten Kaya, Ahmet Kaya'nın adının sık sık kullanılmasından rahatsız. Onu "vatan haini" ilan edenlerin şimdi methiyeler düzmesinden de. Kültür Bakanı mezarını Türkiye'ye taşımak istese de Kaya bunu yapmamakta kararlı. Çünkü biliyor ki, gerçek demokrasinin olmadığı bir ülkede ruhu rahat etmeyecek.

cumhuriyet.com.tr

Asla bu ülkeyi sevmiyor demesinler, Edirne’den Ardahan’a kadar bu ülkeyi çok sevdim. İşte böyle diyordu Ahmet Kaya Türkiye’den ayrı kaldığı yıllarda verdiği bir konserde. Onu bu hasrete götüren yolun taşları ağır ağır örüldü aslında. “Bir sonraki albümümde Kürtçe bir parça ve klip yapacağım” sözüyle ateşlendi fitil. Gerisi çorap söküğü gibi geldi; hedef gösteren haberler, tehditler, stüdyosunun silahla taranması...

Türkiye’den ayrıldıktan bir yıl sonra Paris’te öldü Ahmet Kaya. Şimdi Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, mezarının Türkiye’ye getirilmesini istiyor. Eşi Gülten Kaya’nın bu isteğe yanıtı kesin, Türkiye’de gerçek bir demokrasi yerleşinceye kadar Ahmet Kaya’yı geri getirmek, onun ikinci kez incitilmesine izin vermek istemiyor. Gerisini Gülten Kaya anlatıyor...

- Artık Kürtçe yayın yapan bir televizyonumuz var. Oysa Ahmet Kaya, Kürtçe bir parça ve klip yapacağını söylediği için “bölücü”, “vatan haini” ilan edildi. Bu yüzden tehdit telefonlarına, stüdyonun silahla taranmasına maruz kaldınız. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, TRT ŞEŞ’in açılışında Ahmet Kaya’yı ima ederek bir nevi özür diledi. Mezarının Türkiye’ye taşınmasını istedi. Ertuğrul Özkök, değiştirmek istediği başlıklar arasında Ahmet Kaya’ya karşı attığı başlığı söyledi. Bütün bunlar sizin için bir şey ifade ediyor mu?

- Bir arada sorduğunuz bu bir kaç gelişme hem birbiriyle ilgili, hem değil. Ertuğrul Günay bizden özür dilemedi. Eğer istersek Ahmet Kaya’yı Türkiye’ye getirebileceğimizi söyledi. Sayın Bakan’a bunun son derece sembolik bir adım olacağını ve bizim bunu çok anlamlı bulmadığımızı söyledim. Zira eşim Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı ve biz aile olarak, isteseydik onu daha önce de getirebilirdik. Bunun önünde yasal engel yoktu. Sürgündeki aydın ve sanatçıların buraya getirilmesinden ziyade, onlar üzerinden oluşturulan ırkçı ve ayrıştırıcı zihniyeti değiştirmenin yöntemlerini bulmanın, ülkenin gerçek bir demokrasiye kavuşturulmasının, bu ortak değerlerle ilgili kalıcı, kurumsal çalışmalar yapmanın daha değerli olacağını söyledim. Bunlar gerçekleştiğinde onların ruhu zaten ülkelerinde olacaktır. Sorduğunuz diğer ismin “sorumlu(!) gazete yöneticiliği” ahlakını kamuoyuna ve geleceğe bırakıyorum.

- Mezarını Türkiye’ye getirmeyi neden istemiyorsunuz?

- Çünkü biz ülke olarak ayıplarımızın üzerini çok hızlı kapatıyoruz. Unutturuyor, hafızasızlaştırıyor ve bu ayıplarla yüzleşmiyoruz. Yakın tarihimizde bunun epeyce örneği var. Biz bazı tarihsel ayıplara sahipsek, bunlarla yüzleşme olgunluğuna da ermek zorundayız. Bu nedenle bu ayıp sayfalar açık kalmalı, sorgulanmalı, kabullenilmeli ve bir daha asla hiçbir sanatçımıza, aydınımıza, entelektüelimize bunun yaşatılmaması için bir zihniyet devrimi yaşanmalı. Ahmet Kaya “Ben, gerçekten bağımsız ve tam demokratik bir ülkenin dürüst bir yurttaşı olarak yaşamak istiyorum, bütün meselem budur” derdi. O’nun huzuru bizim böyle bir ülke olmamıza ve onun böyle bir ülkeye getirilmesine bağlı diye düşünüyorum.

 

Nefret operasyonu

- Ahmet Kaya’yı sürgüne gitmek zorunda bırakan bu süreçte etkisi olanların bile sık sık Ahmet Kaya’nın adını anar olmasının nedeni ne sizce?

- Bunlar, öngörüsüz, ülkesindeki ve dünyadaki gidişata aklı yetmeyen, konjönktürel davranan, toplumsal değişimin karşısında duran, inkârcı, çıkarcı ve kör bir güruhtu. Bu ülkeye ve bize çok zarar verdiler. Onların Ahmet Kaya’yı anmasının benim açımdan bir değeri yok.

- Sizce Ahmet Kaya, sadece Kürtçe bir parça ve klip yapacağım dediği için mi gelişti bu nefret cephesi, yoksa arkasında çok daha büyük bir nefret operasyonu var mı?

- Sanat, doğru kullanıldığında son derece etkili bir alandır. Eğer yeteneklerinizi doğru kullanıyorsanız ve sağlıklı bir demokrasi anlayışına sahipseniz, muhalifseniz, toplumcuysanız ve etki gücünüz de varsa, değişime direnenlerin merceği altındasınız demektir. Bu operasyonda bunun çok payı olduğunu düşünüyorum. Öte yandan, Ahmet Kaya repertuvarına İngilizce bir parça koyacağını açıklasaydı bu sonucu yaşamayacağımız da bir gerçek. Asıl tarihsel ayıp, ironi ve hatta ilahi komedi burada işte.

- Peki sizce ilk ne zaman atıldı bu operasyonun adımı?

- Ahmet Kaya profesyonel müzik hayatına başladığı günden itibaren “merkezdışı”ydı ve muhalif sanat yapıyordu. Toplumda haksızlığa uğratılan tüm “ötekilerin” ve değişimin yanında yer aldı. Bu nedenle 1985-2000 yılları arasındaki tüm zamanlarda ona bir yerlerden tutulan bir projektör vardı zaten. Bunu hep hissettik, yaşadık.

- Hürriyet’in gerçek olduğunu kanıtlayamadığı fotoğrafı basması, Reha Muhtar’ın günlerce sürdürdüğü hedef gösterici yayınları, nefret dolu köşe yazıları... Durumun bu hale gelmesinde, medyanın rolü nedir?

- “Yönlendirilen Medya”nın rolü, daha doğrusu günahı çok büyük! Bu saydığınız ve saymadığınız isimlerin de etki alanları var ve onların şahsi keyfiyetleri dışarıdaki hayatı zehirleyebiliyor. Ülkenin en büyük gazetesi “Vay Şerefsiz” diye başlık atarsa, ülkenin çok izlenen bir ana haber sunucusu kendi ekranından son derece bilinçle yaptığı bir kurguyla, aylarca toplumun bilinçaltına yayın yaparsa, bu ülkede sizin sokaktaki can güvenliğiniz o anda bitmiş demektir. Onlar, günahlarıyla gideceklerdir bu dünyadan. Çünkü bu kıyımın telafisi yok!

- Sizi, o ödül gecesinde en çok şaşırtan ne ya da kim oldu? Ne hissettiniz; acıma, korku, nefret?..

- Ben o gece sadece acıma hissettim. Dünyadan, çağından, ülkesinden ve ülkesinin realitelerinden bihaber, sözüm ona “seçkinler” grubunun hali trajikti gerçekten. İlk duygum şu oldu “Bu bir ırkçılık gösterisi. Yazık bu ülkeye”…

- Ahmet Kaya, eğer Paris’e gitmeseydi?..

- Bu soru iki türlü yanıtlanabilir; hedef haline getirilmek suretiyle can güvenliği bitirilmeseydi ve yalnızlaştırılmasaydı şu anda bize yeni şarkılar yazıyor olabilirdi. Mesela, büyük orkestra için yazılacak dört CD’lik “Kurtuluş Savaşı Destanı” projesi, belki anadilini çok gecikmiş bir yaşta öğrenerek, kendi dilinden yazacağı yepyeni şarkılar, mutlaka bir sinema filmi, düşlediğimiz bir Latin Amerika gezisi… Yani onlarca proje… Diğer yandan bunlar olmadan da, her halükârda “bir zamanlar kendisi de bebek olan bir katil” marifetiyle hayatı son bulabilirdi. Çünkü, medyanın yarattığı korku, sokaktaki bazı insanlarda oluşturduğu o ırkçı, ürkütücü zihniyet, eşimin sürgün yaşadığı zaman dilimi boyunca sürdü. Mütemadiyen yalan haberler ürettiler, manipülasyon yaptılar ve yarattıkları havayı ısrarla sürdürdüler. Şimdi baktığım yerden görünen bu iki olasılıktan başka bir şey yok.

- Ahmet Kaya’nın eski kayıtlarını topluyordunuz. Yeni bir şeyler var mı, yakında dinleyebileceğimiz?

- Şarkılar kendilerini geleceğe taşıyacaktır zaten. Ben buna sadece aracılık ediyorum. Sandığımızda kalanları Ahmet Kaya adına bir sorumlulukla onu sevenlerle paylaştım, paylaşacağım. Sadece türkülerden, sadece şiirlerden oluşan albümler de yaptık, dört ciltlik “Ahmet Kaya Nota Kitaplığı” ve bir resimli biyografi kitabı da yayımladık. Hazindir, televizyonlarda halâ gizli bir ambargo var. Hazin olan bir başka gerçek de, şarkılarına kapalı bir ülkeye Ahmet Kaya’nın getirilmesi talebi. Bizim Kürtçe sadece bir şarkımız var ve şimdiye kadar hiçbir televizyon kanalında gösterilmedi. Bırakalım bu sembolik şarkıyı, Ahmet Kaya 43 yıllık ömründe tüm şarkılarını Türkçe yaptığı halde, o kültürde bile bir minik vefa kırıntısı göremiyorum. Bu durumda onu buraya getirmemiz onu incitmez mi?