Bir kış gecesi hikâyesi ve uykusuzluk
Sonra özlem, derin bir özlemle sızlıyor yüreğin. Kimi, neden o saatte düşündüğünü bulmaya çabalıyorsun...Geceye bırakıyorsun sözlerini, sabaha dek demlensinler, bir kez daha okurum nasılsa diyorsun içinden. Bir mektup yazmak istiyorsun sonra... Hevesin geçer nasılsa, gözünden uyku akıyor da, bir türlü tutmuyor işte, uyuyamıyorsun...
Enver Aysever/Kurşunkalem1
Yorgun kitap kapaklarını kaldırmaya çabalıyorsun. Dışarıda ürkütücü soğuk, genzi yakan soğuk, delişmen rüzgâr, ev sıcağında kapağı kaldırmaya çalışıyorsun. Elin de güçsüz, sanki senin elin değil de, başka birinin gibi. Bir an önce aralayabilsen kitabı, sana kuracağın düşler için yardımcı olsa sözcükler, umutlanmak istiyorsun. Oysa çıldırtıcı geceler içinden geçiyorsun, karanlık, yalnızlığı büyüttüğün geceler. Bir zaman içki kadehleri avuturdu, şimdi ona da hevesin kalmadığını fark ediyorsun. Bedenin tümüyle uyuşmuş, hissiz, başkasına ait gibi duruyor. Pencereye doğru uzandığın yatağından, gölgeni seçmeye çabalıyorsun. Pek de dost canlısı olmayan, nohut büyüklüğünde yağmur tanelerinin tıkırtısı huzursuz ediyor seni. Yağmur sevişmeye yaraşır, güven verir. Bu korkutucu geliyor. Sonra özlem, derin bir özlemle sızlıyor yüreğin. Kimi, neden o saatte düşündüğünü bulmaya çabalıyorsun. Saat bulmak istiyorsun, yitirdiğin günü anlamlı kılmak için, bir zamana sığınmak gerekli diye düşünüyorsun. Oysa bu gece, bu karanlık, bu şehir, tuhaf giderek büyüyen yalnızlık zamansız değil mi? Hep o sorular yordu yüreğini, biliyorsun. İşittiğin sesi çıkaran, o yumruk gibi inen sert tanelere yağmur denemez, öyle karar veriyorsun. Yağmur seni hep esirgemedi mi? Arındırmadı mı?
2
Ölen insanların çığlıkları geliyor kulağına. Çığ altında kalanların çaresizliğini, o boğulma anını düşünüyorsun; göçük altında kalan insanların tükenmek üzere olan nefesi içini sıkıyor sonra; pisti tutturamayan uçak içindeki korkuyu her hücrende hissediyorsun. Sen, bir hafta önce İzmir’den havalanan uçakta olmayacak mıydın? Sevdiklerinle her an vedalaşır olmayı düşünüyorsun sonra. Her an uzağına düşen insanları görüyorsun, umudun nasıl yittiğini. Bir yandan büyüyen o boşluğa itiraz eden hallerini, öte taraftan bir türlü yeniden cesaretlenmek için bir nedenin olmadığını düşünüyorsun. Silik anılar geçiyor önünden, tam göremediğin o resimleri arıyorsun belki.
3
Bu hafta sonu kutlanacak sevgililer günü reklamları geçiyor ekrandan, göz ucuyla bakıyorsun televizyona. Anneannenin hep, ısrarla radyoyu açık tutması düşüyor aklına; dışarıdan yalnızlığı anlaşılmasın isterdi yaşlı kadın, sanki suçmuş gibi bir başına olmak, kendini mi aldatırdı, yoksa konu komşuyu mu, ayırt edemiyorsun. İnsan kendini avutmak zorunda biliyorsun; bir reklam “her şey seninle güzel” diye başlıyor, şaşıyorsun, isyan ediyorsun. Melih Kibar’lı, Çiğdem Talu’lu günleri özlüyorsun ve biliyorsun ki o geçmişle bir daha asla buluşamayacaksın... Daha mı masumdu sanki o günler, yalancı bir inanca mı kapılıyorum diye ikirciklik yaşıyorsun.
4
Yarın göreceksin Sezer Duru’yu, bir dostluk nasıl başlar, kestirmek güç, bazen farklı kuşakların el ele tutuşması gibidir, biliyorsun. Elinde kitabı “Likya’ya Mektuplar”. İsrailli şair nefes nefese yazmış mektupları, altını çiziyorsun: “merhamet acıma değildir, ötekinin derinlemesine kabul edilişidir...” Bir süre takılı kalıyor gözlerin sayfaya, ne yüklü sözcük “merhamet”! Kimselere bu duyguyu hissediyor musun şu günlerde, yoksa yaban oldukça, yalnız kaldıkça daha mı acımasız oluyor insan kendine ve tüm insanlara, şaşıyorsun düşüncene. Kendi zindanını sırtında taşımaktır yaşamak bir ölçüde, bununla başa çıkmaktır, biliyorsun.
5
“Bu çağın insanı değilim ben” diye mırıldandığını fark ediyorsun, dudakların kımıldayıp, kulaklarım işitti mi, diye soruyorsun kendine. Bilincin yerine gelince, komut verdiğin halde çıkmıyor sesin, ürküyorsun çaresizliğine. Sonra; ilk gençlik günlerin geçiyor, oranın insanlarını anımsıyorsun. Daha dün, Bahariye yokuşundan çıkarken, tiyatro afişlerine nasıl hayretle baktığın geliyor aklına, sonra otuz yıl önce seni gösteren bir gazete kupürüne bakıyorsun telefonundan... Nasıl hevesle oyunlar yazdığını düşünüyorsun. Olanaklar olunca kaybolan hevese hayret ediyorsun, herkes mi yorgun, şaşıyorsun dudağından dökülenlere. Yok değil, senin ki ayrı yorgunluk, biliyorsun...
6
Ne çok roman okudundu, anımsıyorsun. Elleri cebinde Albert Camus kahramanındı bir sıra, ağzında cigarasıyla. İsyandaydın hep, saçmanın peşindeydin; insanlık için üzülmeye başladığın zamanları düşünüp, gülüyorsun. İnatla yazı yazma çabana, şiire düşkünlüğüne ve bir de Camus’e özlem duyuyorsun. Günlükler başucunda duruyor işte, sende tutuyorsun günce, kendini çok önemsediğin için mi yapıyorsun bunu? İz bırakmak ya da hiç yaşamamış gibi tamamen yok olmak arasında bir tercih şansın olsaydı, hangisini seçerdin acaba? Bu çağda görünmemek mümkün değil, biliyorsun. Ameliyat yaran sızlıyor, her soğukta anımsatacak kendini, kabul ediyorsun...
7
Bu ülke mutsuz artık, yaşam sevinci çalınmış insanlar arasında soluk almaya çabalıyorsun. Direncini yitirdiğin zamanlar oluyor, sonra çocuksu heyecanların var; kurşunkalemleri seviyorsun işte, inatla okuduğun kitaplar var, şefkatle bakıyorsun onlara yine... Tuşlara ritimle vuran parmaklarına bakıyorsun, çıkan sesleri seviyorsun. Daha ne kadar vaktim var diye sormaya başladığını fark edip, telaşlanıyorsun. Geceye bırakıyorsun sözlerini, sabaha dek demlensinler, bir kez daha okurum nasılsa diyorsun içinden. Bir mektup yazmak istiyorsun sonra... Hevesin geçer nasılsa, gözünden uyku akıyor da, bir türlü tutmuyor işte, uyuyamıyorsun...