Bir kapitalizm ürünü: IŞİD
Sloven düşünür Zizek, önceki akşamki sunumda IŞİD’i tanımlarken şu ifadeleri kullandı: “Bu unsurun İslâm inancıyla bir ilgisi mi bulunmaktadır ? Hayır! IŞİD, bizlerin küresel kapitalist toplumunun ürünüdür.”
EVRİM ALTUĞYaptığı bir açıklama ile haziran ayı başında Can Dündar’ın yanında olduğunu ilan eden Sloven düşünür Slavoj Zizek, Encore Yayınları’nca basılan ve kendisinin ironiyle ‘İncil’e karşı tek rakibim’ diyerek bin sayfayı aşan ‘Hiçten Az: Hegel ve Diyalektik Materyalizmin Gölgesi’ kitabının tanıtımı vesilesiyle, önceki akşam yaklaşık bin kişilik bir dinleyici kitlesiyle buluştu.
Zizek, her inanç, yaş ve milliyetten insanı İstanbul Modern’in ‘Heykel Bahçesi’nde, Sarkis’in 2013 tarihli neon ‘Gökkuşak’ı altında bir araya getiren ‘Gezi’ ruhlu etkinlikte, IŞİD’den olası bir Kürt devletine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın duruşundan cinselliğe ve Komünizmin Çin’de geldiği noktaya değin bir çok detayı aktardı. Zizek’in incilerinden biri de şuydu: “Demokrasinin sadece bazı insanlar için mümkün olabileceği ırkçı fikirden hiç hoşlanmıyorum.”
‘Göçmenin günahı süper güçlerin boynuna’
* Avrupa’da şu günlerde Afrika’dan gelen göçmenlerin ne yapılacağı konusunda iki temel görüş üzerinden tartışma yapılmakta. Muhafazakâr kesimler, popülist bir yaklaşımla bu insanları yaşam tarzları için birer tehdit olarak nitelerken, liberal solcu kesim, bu insanların sınırlardan geri çevrilmek suretiyle Akdeniz’de ölüme terk edilemeyeceğine dönük sözler sarf etmekteler. Bana kalırsa her iki pozisyon da derinden yanlışlık içinde. Üstelik, birbirlerinin de benzeri vaziyetteler. Resme biraz daha yakından bakın: Bu konuda en büyük sorumluluk, Batılı süper güçlere aittir.
Körfez’deki ‘kölelik düzeni’ne dikkat!’
* Dubai’de bir taksiciyle kahvemi içip beni görünmez yerlere götürmesini istedikten sonra, emekçilerin büyük sıkıntılar içindeki yaşam alanlarını gördüm. Pasaport sorunları dahi vardı; zira hareket özgürlükleri bile kısıtlanmıştı. Tüm bu zengin emirlikler, varlıklarını kölelikten elde ediyorlar. Ancak öyle ki, böylesi bir durumdan neredeyse haberdar bile olmuyorsunuz. Etrafta Batılı yöneticilere rastlıyorsunuz, ardından dikkatinizi orta sınıf göçmenler çekiyor. Bu eğitimli Arap veya yabancı uyruklu kimselere ya otellerde, ya da AVM’lerde rastlıyorsunuz. Ancak bunun da dışında kalanlar var ki, onları ‘görmeye çalışmasanız’ asla göremeyebilirsiniz. Bunun gibi, Afrika’nın da çok büyük bir kesiminde, bilhassa madencilik alanında, ‘de facto’ (fiilî) kölekölelik hüküm sürmekte. Zorunlu işçiliği sırf buralarda değil, Gulag’larda, Çin ve öteki yerlerde de görmekteyiz.
Kapitalizm, artık kendi demokratik kurallarıyla dahi işleyebilecek durumda değildir. Batı ekseriyetle, sizde de durum böyle mi bilemiyorum ama, mevcut sosyal yapısıyla bireylerden sürekli olarak sistemi dönüştürücü yeni seçimler yapmalarının önünü açan bir düzene sahiptir. Ancak son dönemde bunun da önünün yavaş yavaş kapandığını fark etmekteyim. 4Küresel kapitalizm artık eski anladığımız devlet fikriyle çalışmıyor. Ulus devlet / Ulusal etnisite kavramları şu an küresel kapitalizmle çok daha iyi anlaşıyor. Sanki en büyük başarı hikâyesi buymuş gibi, ulus-devlet modeline doğru ilerliyoruz, fakat ancak ‘çok ulusluluk’la, ‘kimlik’e dair bir fikrimiz olabilir.
IŞİD, Postmodernizm ve küresel kapitalizm ürünü 4 IŞİD’i örnek verirsek, bu unsurun İslam inancıyla bir ilgisi mi bulunmaktadır? Hayır! IŞİD, bizlerin post-modern ve küresel kapitalist toplumunun ürünüdür. Şunun farkında olmalıyız ki, bu türden dinsel köktencilikte, arkaik olan hiçbir şey bulunmamaktadır. Bilhassa da sözde ‘kayıp köklere’ dönüş fikrine yönelik tavırlar sergilediğinde bunu bilebilmelidir. Konuya dinler tarihi üzerinden yaklaşacak olursak, modernizasyonlar üzerinden, örneğin Bask bölgesinde bu türden bir ‘öze dönüş’ten söz edilebilir. Filozof, konferans sonrasında okurlar için kitap imzaladı. |
'Çin’de Komünist Parti var mı? Yok!’
* Bugünkü Çin’de Komünist Parti’nin yasal bağlamda mevcut olmadığını biliyor musunuz? Ama böyle! Orada yaşayan bir dostum, Tienanmen Olayları nedeniyle yetkililere dava açmaya kalkıştı ve bunun ihbarı için ‘Komünist Parti’ üzerinden hareket etmeye çabaladı, ne oldu biliyor musunuz ? İki ay sonra devletten bir mektup geldi. Mektupta, ‘Suçlamanızı işleme koyamıyoruz, üzgünüz, çünkü mevcut yapılanmamızda ‘Komünist Çin’ manasına hiçbir oluşum bulunmamaktadır,’ yazılıydı. Çok iyi hazırlanmış bir şeydi bu. Asla var olmayan, ama hemen her şeyi kontrol edebilen bir mekanizma. Devletin gücü. ‘Emeğin’ gücü.
‘Sahi, ‘proleter’ dediğiniz de kim?’
* Bugünün en büyük problemlerinden biri de, proletaryanın kim olduğu sorusu. Proletarya, bugünkü çalışan kesim midir? İşsizler midir? Dışarıda bırakılanlar, sözgelimi Kongo yurttaşları mıdır? Her şeyi yeniden düşünmeli. Marx’ın söylediklerini teslim etmekle beraber; bugün Hegel’den şunu öğrenmelidir: İdeoloji, bizim, ötekilerle kurduğumuz etkileşimden doğan kendi hakikatimizdir. Bizim kendi sosyal hakikatimiz dahi, kendi içinde bir illüzyon gibi, yapısal olabilir.
‘1 milyon adamla sokağa çıktık. Ee, sonra?’
* Yunanistan’ı ele alın: 1 milyon insanı sokağa dökmesi kolay. Bu tür yürüyüşler ve toplantılardan yoruldum ben. Beni daha çok, böylesi günlerin hemen ertesindeki günde neler yaşandığı cezbediyor. Sosyal değişimin asıl ölçütü, bizlerin kendinden geçtiği o aşkın zaman diliminde değil, değişimin normal olana nasıl dahil olduğuyla ilişkilidir.
Burada sizlerin Gezi başlıklı gösterilerinizi alaya almaya da çalışmıyorum. Bu gösteriler gibi, aynı durumu son seçimlerinizde de yaşadınız. Sosyal demokrat ve Kemalist partinin başarısı, ya da Kürtlerin başarısı söz konusu. Neticede geride, eskisi gibi olmayan bir şey bıraktınız. Bu anlamda ben büyük, patetik patlamalardan söz etmiyorum. Asıl trajik olan, kapitale direnmenin ne kadar güç olduğudur. Yunanistan’da iki hafta önce yaşanan trajediyi, bir absürtlük tiyatrosu olarak alabiliriz. Referanduma giden ve ‘Hayır’ yanıtını alan yönetim, hemen ertesi gün bunun tam tersi bir karar verdi. AB paketine evet dedi. Onları suçlamıyorum. Şahsen çok üzülmüş de olsam, doğru olanı yaptılar.
‘Kapitali rahat bırakmadan, netice yok’
* Bu tür gösteri zamanlarından sonra, kapitali rahatsız etmediğiniz müddetçe bir netice alamazsınız. Burada da büyük bir kalabalık var ama, İstanbul ve Türkiye ile mukayese ettiğinizde, çoğunluğu temsil adına yüzde yirmi, otuzu geçmediği de düşünülebilir. Zaten en büyük mesele de budur. Sol demokrat zihniyette hep birşeyler yapalım, örgütlenelim, eylem gösterelim vb. tavrı olur. Çoğunluk ise bu tür işlere hiç bulaşmaz. Kendi hayatını sürdürüp istedikleri alışverişi yapabilmenin, kitabı alabilmenin derdindedir. Hep bir umutsuzluk ve yılgınlık içindedir. Bizlerin de bu sürekli eylemlilik takıntısına bir son vermesi gerektiğinden yanayım.
‘Erdoğan’ın sözü Hıristiyan kültüründen’
* Diyelim siz kaybettiniz, Erdoğan da kötü çocuk. Ama bugün yine de bir şeylerin değiştiğini görmüyor musunuz? Gücü elinde bulunduranların düşündüğü tek şeyin, insanların ‘appetite’ (iştah/arzu)leri ve kayıtsızlıkları. (İnsanların neyi arzuladığı ve neye kayıtsız kaldığı...) İktidar da zaten iktidara karşı kayıtsızlık istiyor; ki bunun için her şey üretildi: Pornografi, uyuşturucu, oryantalist spiritualizm / Budizm vs. Hatta bir de şu ‘motto’ dayatılıyor. “Çalış ve dua et.” Erdoğan da gayet iyi biliyor, çok eski bir Hristiyan mottosu olan ‘Ora et Labora’nın önemini. Bildiğim kadarı, seçim sloganlarından birinin “Tüket ve Dua et” olması, tam olarak bugünün problemini açıklıyor.
‘Kürtlerin bağımsızlığı gerekli mi?’
‘Siz de oldukça iyi biliyorsunuz ki, Ortadoğu’da yaşayan 40 milyon Kürt, bir topluluk olarak dünyanın en ezilen halkıdır, Marksist bir yaklaşımla bakarsak bağımsız olmalılar mıdır?’ sorusunun ardından; Zizek, Osmanlı İmparatorluğu’nun çokulusluluğa karşı toleransından ve Jön Türkler’in milli kimlik arayışı konusunda Batı’yı taklit etmesinden söz etti ve bazı durumlarda ulusal bağımsızlık arayışının işleri kötüleştirebileceğini söyleyerek şöyle konuştu:
“Türk arkadaşlarımdan özür dilemeliyim, yıllar önce burada Marx üzerine konuşurken Osmanlı Devleti’nin ileri görüşlü yanlarından bahsetmiştim ve bana ‘sen deli misin’ demişlerdi. (...) Kürtlere karşı tavır almanın, uzun vadede sadece Türk milliyetçiliğinin gelişimine zarar vereceğini biliyorsunuz. Vatanseverlik de pekalâ samimi olabilir. Ancak asıl, neo-liberalizm değerleri bitirmiştir, artık haysiyeti konuşmayı ‘düşman’a bırakmayın. Bizim artık, haysiyet tartışmalarına bir son vermemiz lâzım.”